Bölüm 30 -Küsmek;

5.4K 291 3
                                    

8,831 okunma, 410 oy olmuşuz! :D Beş haneli sayıları da görürüz inşaallah. Oy veren , yorum yapan elleriniz; hikayeyi okuyan gözleriniz dert görmesin efenimmm :D Amin. 

Küsmek nedir bilir misin?
Küsmek dürüstlüktür.
Çocukçadır ve ondan dolayı saftır.
Yalansız’ dır.
Küsmek; seni seviyorum’ dur.
Vazgeçememektir.
Beni anlatır küsmek.
Kızdım ama hala buradayımdır, gitmiyorumdur, gidemiyorumdur.
Küsmek; nazlanmaktır, yakın bulmaktır, benim için değerlisindir.
Küsmek, sevdiğini söyle demektir.
Hadi anla demektir.
Küsmek; umuttur, acabaları bitirmektir, emin olmaktır.
Yani, diyeceğim o ki:
Ben sana küstüm!


Kahraman Tazeoğlu

-30-

Betül işe gitmek için tamamen hazırdı. Uzun, kahverengi saçları dalgalar halinde omuzlarından aşağı süzülüyordu. Koyu gri kumaş pantolonu ve beyaz kısa kollu gömleğini, siyah rugan ayakkabılarıyla tamamlamıştı. Aynanın karşısına geçip kendine şöyle bir baktı. Hafif bir makyaj yapmıştı çünkü doğallıktan yanaydı. Bu sıcak havada yoğun makyaj yapmak pek akıllıca değildi. Odadan çıkarken topuklarının çıkardığı tıkırtılar peşinden geliyordu. Acaba Metehan onu beklemeden gitmiş olabilir miydi? Metehan o günden sonra Betül'ün yüzüne bakmaya tahammül edemiyormuş gibi gözlerini kaçırıyor, kaçırmadığındaysa dik dik bakıyordu. İletişimlerini de artık mimikleriyle yapmaya karar vermişti belli ki, ağzından iki lafı cımbızla alıyordu. Betül'ün bu duruma içi gitse de her yolu denemişti bir haftadır. Metehan'ın en sevdiği yemekleri yapıp harika bir sofra kurmuştu ama Metehan "Tokum." deyip gidip yatmıştı. Onlarca kez özür dilemişti ondan, dönüp yüzüne bakmamıştı bile. Kendine ait olan cumartesi ve salı günlerini ona vermeyi teklif etmişti ama Metehan umursamamıştı! En seksi geceliğiyle, binbir türlü cilveyle yatak odalarına girdiğinde, Metehan'ı neredeyse horlarken bulmuştu! Kısacası, Betül ne yapacağını şaşırmıştı.

Kapının önünde çatık kaşlarıyla, üstü çıplak bir halde duran kocasını görünce dudakları önce şaşkınlıkla aralandı. Metehan'ın o bakılası karın kasları ve göğsü meydandayken şaşırmaktan sonra yapabileceği tek şey ağzının suyunu silmekti. Bir haftadır abi-kardeş ilişkisinden öteye geçememişlerdi ve Betül de kadındı. Kocasını seviyordu, onun kendisini affetmesini istiyordu ve mutlu son! Metehan'ı seyredaldığının farkında bile değilken, onun sesiyle kendine geldi. "İyi bak, bir süre daha hasret kalacaksın." Kendini beğenmiş tavrından yıllardır ödün vermiyordu. Tabi kendini beğenmesi çok normaldi, beğenilmeyecek gibi değildi ki...

"Ona bakmıyordum, dalmışım." dedi Betül çantasını koluna takarken. Umursamaz görünmeye çalışmıştı ama kimi kandırıyordu ki? Karşısında altı yıllık eşi vardı. Ancak Metehan bunun üzerinde durmadı. Elinde toparlak yaptığı açık mavi gömleğini Betül'e uzattı. "Üzerine kahve döküldü." Ela gözleri dikkatle Betül'ün vereceği tepkiye odaklanmıştı. "Başka bir gömlek giyebilirsin." dedi Betül onun ne yapmaya çalıştığını anlamayarak.

Metehan iç yakan bir alayla sırıttı. Betül az sonra başına geleceklerden habersizdi ama Metehan ondan intikam almakta kararlıydı. "Buz mavisi gömleğimden başkasını giyemem."

"O gömleğin ütülenmedi, başka bir gömlek giysen karizman mı çizilir?"

Betü'ün hafiften diklenmesiyle Metehan günlerdir sürdürdüğü ciddiyetini takındı hemen. "Anlamadım?"

Betül içinden yüz binlerce kez ofladı. Ütü yapmaktan ölesiye nefret eden birisine yapılacak en büyük kötülüklerden biri de, onca ütülü gömleğin içinden hiçbirini giymeyip, ütü basılmamış gömleğe göz koymaktı. Gel gör ki, Metehan'a diyecek tek sözü yoktu. Onun affını istiyordu ve ne dese yapmalıydı. Aksi takdirde, Mete'nin gözünde eski yerine tekrar kavuşması çok zor olurdu. "Şey...Tamam, ütülerim o zaman." dedi içi gide gide. Öyle masumca cevaplamıştı ki, küçük bir kız çocuğunun babasına boyun eğişini anımsattı Metehan'a. İçinde bir yer, Betül'e karşı aniden şefkatle doldu. Fakat vazgeçmeyecekti, öyle ya da böyle Betül hatasının bedelini ödeyecekti.

Betül elindeki gömleği kapıp seri adımlarla  yatak odasına giderken Metehan da elleri cebinde, usul usul onu takip etti. Zavallı karısı, bir de işe gitmek için hazırlanmıştı. Şimdi o nefret ettiği ütüyle boğuştuğunda sinirleri tepesine çıkacaktı kesin. Betül çantasını yatağın üzerine bırakıp, kirli gömleği banyodaki kirli sepetine attı. Ardından ütü odasına girdi. Asılı gömleklerin içinden Mete Bey'in arzu ettiği buz mavisi gömleği alıp, ütü masasının başına geçti. Bu gömleği ütülerken ecel terleri dökeceğini biliyordu. Zaten Metehan'da tam tepesinde dikilmiş, ne yaptığını gözetliyordu ya, iyice eli ayağına dolanıyordu. "Beni mi izleyeceksin?"

"Nasıl ütülediğini kontrol edeceğim sadece, üstüne alınma."

Betül bir haftadır süren gerginliklerine alışamamıştı bir türlü. Metehan'ın ilgisizliğini görmezden gelmesi gerektiğini biliyordu ve öyle de yaptı. "Ama sen bana bakarken konsantre olamıyorum!" Nasıl olabilirdi ki? Tüyleri bile hazır ola geçiyordu Metehan'ın ela bakışlarının altında.

"Neden, heyecanlanıyor musun yoksa?" diye sordu Metehan Betül'ün yüzüne doğru eğilerek. Bilerek yakınlık kuruyordu. Geçen gün Betül o feci seksi geceliğiyle, kendini ayartmaya geldiğinden beri yapmak istediği buydu. Hem, Betül'ün de zaafı buydu, anlamıştı. Betül başını kaldırıp, Metehan'la göz göz gelirken ütünün altındaki gömlek çoktan unutulmuştu. Alayla kısacık gülerken, "Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor." dedi. Nefesi ciğerlerine tıkanıp, hızlanırken söylediğinin doğruluğunu belli etmemeye çalıştı. Metehan'ın dudakları iki yana esnerken belli belirsiz gülümsedi. Sağ eli genç kadının göğsünün üzerinden kalbine uzandı. Eli fazla hissettirmeden Betül'ün göğsünü avuçlarken, "Hissedebiliyorum." dedi inlememek için dişlerini sıkarak. Hayır, yapmak istediği bu değildi! Yanlış sularda yüzüyordu. Eğer amacı bu olsaydı günler önce erişmiş olurdu zaten. Ama elini de nedense oradan çekemiyordu. Betül de onun çıplak göğsüne dokununca derin bir nefes aldı. Bu dokunuşlara, ona dokunmaya, tek olmaya öyle istekliydi ki, duygularını kamçılamakta zorlandı. Betül ise  kendini çoktan onun rüzgarına kaptırmış, affedildiğini düşünmeye başlayarak mutlu olmuştu. O sırada bir koku ikisinin de tüm heyecanını sildi süpürdü. Bir yanık kokusu...

"Gömlek!" Betül sıçrayarak ütüyü gömleğin üzerinden kaldırıp yerine koyduğunda karşılaştıkları manzarayla şaşkına döndüler. "Bizlere ömür..." diyerek gömleği havaya kaldırıp hüzünlü gözlerle kara kara yanık izini çevrelediği, yanıp yok olmuş kısma baktı.

"Tam da tahmin ettiğim gibi. Beceremedin." dedi Metehan yanan gömleğe üzülen Betül'ü kızdırmak için. Yoksa gömleği taktığı falan yoktu. Hele ki biraz önce yaşananlardan sonra...

Betül hırsla gömleği indirip dudaklarını sıktı. "Senin yüzünden! Beni oyalamasaydın şimdi bu gömlek üzerinde olacaktı."

"İşine odaklanamaman benim suçum değil. Beyaz gömleğimi alıp ütülemeye başlayabilirsin, kolay gelsin." Metehan taviz vermez bir biçimde arkasını dönüp giderken Betül, Küçük Emrah kaşlarıyla ağladı ağlayacak halde yerinde tepindi. Bu eziyete katlanmak onun için öyle zordu ki... Kabullenişinin tek sebebi de kocası olacak o acımasız adamdı! Beyaz gömleği askıdan çekerken, asıl öfkesi kendineydi.


**

Ayrı araçlarla aynı yere gidiyor olmamız hayatımda görebileceğim en saçma şeydi. Metehan'ın arabasına binmek için hamle yaptığım sırada bana otoparktaki diğer arabayı gösterip, ona binmemi söylemişti. Kırmızı Mini Cooper'ıma binerken hiç ses çıkarmamıştım. Aksilik yapmak isteyen yanım susmak zorunda kalıyordu çünkü Metehan ne yapsa haklıydı. Suçlu olan bendim ve beni kendinden mahrum ederek cezalandırıyordu. İkimizin de ayrı arabası olmasına rağmen işe hep Metehan'ın arabasıyla giderdik. Ben sadece gündelik yaşantımda kullanıyordum Kırmızılım'ı. Çok çalışmıştım onu alabilmek için, çok para biriktirmiştim. Metehan boş yere inat ettiğimi söyleyip arabayı kendisi almak istemişti ama itiraz etmiştim. Bana ait ikinci bir şey olsun istemiştim. Tabi denkleştiremeyince Metehan devreye girmiş ve Mini Cooperıma kavuşmuştum. Ehliyet alalı beş sene oluyordu, bu konuda çok hevesliydim... Şuan hevesimin binde biri yok! Eğer ehliyetim olmasaydı Metehan beni otobüsle göndermeyi göze alamayacağı için mecburen yanında götürecekti. "Her şerde bir hayır var." psikolojisiyle Korkmaz Holding'e varmıştım. Metehan'ın aracı önümden ilerliyordu. Otoparka peş peşe girdiğimizde ani bir manevrayla arabamı sertçe park yerine soktum. Belki sarsıntıyla kafam gözüm yaralanırdı da Mete Bey vicdan azabı duyup beni affederdi. Ardım sıra arabasını sakince park edip tüm asaletiyle arabadan indi Metehan. Ben ise arabanın içine pusu kurmuş onu izliyordum. Bu kadar yakışıklı olması beni deli ediyordu! Bu yakışıklı bana küsmüştü ve ben salak gibi duruyordum! Lacivert takım elbisesinin içinde karizma, zarafet, asalet ve bilumum can alıcı özelliklerini sergiliyordu. İçim kıskançlıkla dolunca arabanın kapısını bir hışım açıp, kapıyı da sertçe kapattım. Evli bir çift değil de iki yabancıymış gibi davranmamız sinirimi bozuyordu. Beni görmezden gelip otopark çıkışına emin adımlarla yürürken ayağımdaki zorlu topuklularla peşinden koşturdum. "Bekle!" diye bağırdığımda aniden durup bana döndü. Ah, her karışı güç kokuyordu bu adamın... Tek kaşını kaldırıp sorarcasına baktığında omuz silkip koluna girdim. "Birlikte girelim."

"Ben Ekin'le birlikte girmek istersin diye düşünmüştüm."

"Ah! Yine mi aynı konu?" Mete'nin gözünde bir haftadır her şeyi Ekin'le yapmak istiyordum! Ekin'le yemek yemek, Ekin'le alışverişe gitmek, Ekin'le film izlemek, hatta Ekin'le uyumak! "Pardon, gündemimiz hiç değişmemişti değil mi?"

Metehan alayla sırıtarak başını yana eğdi. "Yeni bir olay çıkarmanı bekliyoruz."

Demek gündemi ben belirliyordum. Sevinsem mi üzülsem mi? Elbette üzülmeliyim çünkü Metehan her zaman masum taraf oldu. Evlenmeden önce olmasa da evlendikten sonra her anlamda benden daha iyiydi. Daha sorumluluk sahibi, daha düzenli, daha çalışkan, daha romantik, daha iyimser... Listem uzayıp gider ama bu günlere geldiysek de benim fedakarlıklarım sayesindedir yani. Gerçi bu yaptığım aptallığın üstünü örtmüyor.

"Benim istediğim tek şey dans etmekti. Biraz içince eğlencenin dozunu kaçırdım ama ben Ekin'le sadece dans ettim. Başka bir şey yok, gerçekten!"

"Sana içmeyi yasaklamıştım." Dudağımın kıyısını ısırıp gözlerimi kaçırdım. Bir yasağını daha çiğnemiştim. Kolunda duran elimi nazikçe tutup uzaklaştırdı. "Sen benim tek gerçeğimdin. Keşke hep öyle kalsaydın." Gözlerimin içine öyle bir bakışı var ki, hayal kırıklığının en güzelini ben ona yaşatmışım gibi. Güzel bir hayal kırıklığı, en sağlamından.

Gözlerim vakitsiz yaşlarla dolu dolu olurken hızlı hızlı nefesler çektim hıçkırmamak için. Metehan'dan bu sözleri duymak, lokal anesteziyle kalp ameliyatı oluyormuşçasına acıtmıştı. Dönüp gitmeye hazırlandığı anda kolundan tuttum direk. "Metehan! Ben hala aynı Betül'üm. Aşık olduğun Betül hiç değişmedi, bunu sana ispatlayacağım!" Başını iki yana sallayarak kolunu elimden kurtardığı gibi çıkışa doğru gitmeye devam etti. Artık bizden hiç mi ümidi kalmamıştı? Ben değişmiştim...büyümüştüm bir defa. Kadın olmuştum hem de umduğumdan daha erken bir zamanda. Ama ben, bendim. Metehan'dan asla vazgeçmeyecek olan Betül'düm hala. Görüş alanım bulanıklaştığında ağladığımı idrak edebilmiştim. Hıçkırmamak için elimle ağzımı örterken, başım döner gibi olunca boşta kalan elimle yanımdaki arabaya tutundum. Bir müddet öylece durup kendime gelmeye çalıştım. Aynı zamanda özgürce ağlamaya da... Bedenim kendini taşıyamaz hale gelip düşüşe geçerken sırtımı arabaya dayadım. Artık sırtımı dayayabileceğim başka bir şeyim yoktu. Nereye gidiyordu bu işin sonu? Bitmesinden o kadar çok korkuyordum ki...

Burnumu çeke çeke arabadan destek alıp kalktım ve ıslaklıktan yüzüme yapışan saçlarımı tek tek uzaklaştırdım. Arabanın aynasından yüzüme baktığımda kıpkırmızı bir burun ve solgun bir yüzle karşı karşıya geldim. Akan rimelimi elimin tersiyle yüzümden silip çantamı tekrardan koluma taktım. Ağladığımda normalde olduğumdan çok daha çirkin oluyorduma am şu an umurumda bile değildi. İnsanların yüzüme tip tip bakıp, "Acaba ne oldu?" diye düşünmesini ilk defa umursamıyordum. Umursadığım zamanlarda hepsini azarlıyordum, şimdiyse koridorda yürürken masalarına oturanlar, yanımdan geçenler ezilmiş ve bitik halime bakarlarken ben önümü dahi görmüyordum. "Günaydın Betül Hanım." diyerek yanıma gelen ve gülümsediğini tahmin ettiğim yardımcım Eser'in sesi fonda çalan bir müzik gibiydi. Ben şu an mutsuzluktan ölüyordum, gülümseyen insanlara tahammülüm yoktu!

"Günaydın." dedim tatsız bir halde. Kelime ağzımdan zorla, çırpınarak çıkmıştı. Çantam kolumdan düşüp elime geçerken parmağımın ucuyla tuttum. Bir an önce odama geçip yalnız kalmak ve patlayana kadar ağlamak istiyordum. Ya da birini dövmek iyi gelebilirdi. Cidden...

Odamın kapısının önüne geldiğimde Eser hala kuyruk gibi peşimdeydi. Somurtkan yüzümü ona dönüp, ışıltısı kaçmış gözlerimi gözlerine diktim. Bir elim kapının kulpundayken, "Bugün yalnız çalışmak istiyorum, sen işine bak." dediğimde karşıdaki odanın kapısı açıldı. Metehan'ın asistanı Sinem Hanım odadan çıkarken gözlerim önümde duran Eser'den uzaklaşıp o tarafa kaymıştı. Yine minileri giymişti haspam. Tam gözlerimi alacağım sırada aynı kapıdan bu kez Metehan çıkınca öylece kalakaldım. Ne zamandan beri çalışanların odasına giriyordu? Bir emri olduğunda telefon açıp kızı yanına çağırabilirdi. Metehan Sinem'e yarım bir gülüşle bir şeyler söylerken, Eser koluma dokundu. "Hasta mısınız? Eğer hastaysanız size bir ıhlamur, nane limon falan yaptırayım Betül Hanım." Gözlerimi karşımdaki manzaradan ayırmadan, "Hasta edenler var ama ıhlamur fayda etmez, kezzap lazım." dedim, bana değil ama Sinem'e ve onunla gereksiz samimiyet kuran Mete'ye lazım olacaktı. Eser bir halt anlamamıştı, tabi bana sormaya da korkuyordu, eminim. "Hadi sen git, bir şey olursa ben sana haber veririm." dediğimde Mete'nin gözleriyle kesişen gözlerim acıdı. Başıma sinsice sızan ağrı gözlerime vurmuş olmalıydı. Elimle başımı ovuştururken, yüzüm ani acıyla buruştu. "Bana bir ağrı kesici getirir misin?" diye ricada bulunduğumda telaşla yanımdan ayrılıp koşarak ilaç bulmaya gitti. Sağ elim başımda, ruh gibi bir surat, kırmızı bir burun ve dağılmış saçlarımla odaya girdiğimde kendimi direk büyük deri koltuğuma bırakıp başımı arkaya yasladım. Stresli bir günü iyiye çevirmek için yapılması gereken tek şey, dondurma yemekti. Hele de bu yaz sıcağında süper olurdu. Ayaklarımı acıtan topuklularımı çıkarıp bir kenara attım. İnsanın özel odasının olması ayrı bir nimetti. Odanın kapısını açıp yalınayak çıktım ve elinde ağrı kesiciyle bana doğru gelmekte olan Eser'e bağırdım. "Eser! Bir dondurma kap, hatta iki tane dondurma kap ve odama gel! Yalnız yemek istemiyorum. Kakaolu olsun, ha bir de çilekli." Ağrı kesiciyi ağzıma atıp, elindeki suyu kafama diktim. "Ta-tamam Betül Hanım." Bu çocuğa da iyiki bir tekme attım hala benden korkuyor. Patronun karısı olmamda etkili bir faktör tabi ama o iş sallantıda. Eser gitmek için adım atarken kolunu dürttüm. Şapşal şapşal suratıma bakması beni güldürmeyi başarmıştı. Elimdeki bardağı uzatıp sağa sola salladığımda ancak uyanmıştı. Zavallım, bugün benim ayak işlerime koşturmak zorundaydı.

Arkamı dönüp odama gireceğim sırada bileğimden tutan güçlü el beni kendine çevirdi. Başımı kaldırdığımda Metehan gözlerinde endişe parıltılarıyla beni baştan aşağı süzdü. "İyi misin?" Benim için endişelenmişmiydi? İşte şimdi keyfim yerine geliyordu...

Bileğimi elinin kıskacından kurtarıp, "İyiyim." dedim nötr bir şekilde. Normal birine "İyiyim." demek kadar normaldi bu. Normal.

Eli yüzüme gidip yanağımı avucuna aldı. Sert-yumuşak elinin hafif baskısı baş ağrımı hafifletiyordu sanki. "Nasıl iyisin? Yüzün bembeyaz, hem başın da ağrıyormuş. Bir de dondurma yiyeceğim diyorsun."

Gözlerim kendiliğinden kısıldı. "Sen beni mi dinledin biraz önce?"

"Kulak misafiri oldum diyelim." Bakışları ayaklarıma kayınca bende aynı yere baktım. "Hastalanıp ölmek mi istiyorsun? Bu ne sorumsuzluk? Çorap falan giy şu ayaklarına yoksa ben giydiririm." dedi kızgınlıkla. Evet, tebrikler, bu adamı her halükarda kzıdırabilen tek insan benim.

"Canım böyle istiyor, keyfimin kahyası mısın?"

"Hayır, senin kocanım."

"Vay canına, unutmamışsın!" dedim hayretle. Birileri şuan içimde halay tepiyordu resmen. Metehan bana bir adım atmıştı. Bana bir adım gelene ben maraton koşardım!

"Betül, ayakkabılarını veya çoraplarını giy." Ah, boşa kürek sallamak bu olsa gerek. Lafımı takmadı bile.

"Bu günlerde canımı sıkan çok fazla şey var o yüzden bir şekilde stres atmam lazım."

"Stresini atmanın başka yolu yok mu?"

"Elbette var." diyerek yanında cüce gibi kaldığım kocacığıma bir adım yaklaştım. "Birini yumruklamak." dedim imayla gözlerinin içine bakarak. Anlayana sivri sinek saz...

Metehan homurdanarak başını başka yöne çevirip güldüğünde komik olanın ne olduğunu düşünmekle meşguldüm. "Zaten senden normal bir şey beklemem hata." Hah! Normal bir karın olmadığı için normal bir stres atma biçimi de yok Metehan Bey! Belki de beni bu hale getiren sensindir. "Farklılık her zaman iyidir."

Metehan "Tabi canım." diyerek dalga geçercesine konuştuğunda başımın tekrar döndüğünü hissettim. "Yakışıklılığın başımı döndürüyor." dedim gülmeye çalışarak. Metehan bana göre dünyanın en yakışıklı erkeğiydi şüphesiz. Bunun dışında göreceli olmayan bir güzelliği de vardı. Herkesin başı böyle dönebilirdi.

Metehan gür bir kahkaha atarken bende gülümsememi sabit tutmaya çaıştım ama nafile. Sanki dünya iki elin arasına alınmış hunharca sallanıyordu. Düşeceğimi hissediyordum. Metehan kolumu tutup olası bir düşüşü engelledi. "Neyin var?" diye sordu endişeyle.Gözlerim yavaşça kapanırken, "Betül! Betül kendine gel!" diye bağırdığını duydum. Benim için korkuyordu. Ani bir hamleyle kucağına aldığında beni affedeceğini düşünerek kendimi kollarına bıraktım. Artık gönül rahatlığıyla bayılabilirdim...


Ama bayılmamıştım! Zaten ömrüm hayatım boyunca hiç bayılmadım ki ben! Belki bayılsam daha etkili bir barışma sahnesi olurdu ama olsun. Böyle onun kucağında odama taşınmak da yetmişti. Dudaklarımda sarhoş bir gülümseme, gözlerim açılmamak konusunda ısrarlı. Açılırsa rüyadan uyanacağımı hissedebiliyorum. Kucağı o kadar rahat ki beni bırakmaması için her şeyi yaparım. Lakin ben hiçbir şey yapmadan, beni kucağından indirmek yerine kendisi koltuğa oturdu ve beni üzerine çekti. Yüzüm tekrar şefkatli ellerinde hamur olurken biraz hasta rolü yapmak istedim, ki zaten bildiğin hastaydım. "Mete..." dedim inlercesine. Ah ölüyorum aşkım, diye repliği devam ettirse miydim? "Efendim aşkım?" Gözümü açmamak için çıldırıyodum şu an. Mete'nin sesi en son ne zaman bu kadar ilgiyle çıkmıştı? "Beni affettin mi?" diye sordum fırsattan istifade. Bazen uygun zamanları değerlendirmek akıllılıktı ama ben yine ve yeniden yanlış yapmıştım. Gözlerimi açıp ifadesini takip etmek istediğimde "Ne?" dedi Metehan kaşları çatılıp birbirine yanaşırken. Bunu beklemediği çok açıktı. "Küs müsün bana?"

"Sen... Sen bana oyun mu oynadın?"

"NE?!" Şimdi şaşırma sırası bendeydi! Ne oyunu Allah aşkına? Kucağından fırlatırcasına, tamam bunun biraz nazik şekliyle koltuğa bıraktı ağırlaşmış bedenimi. Her öfkelendiğinde yaptığını yaptı; elini ensesine atıp ovdu. Suratı sirke satıyordu ve ben mağdur durumda olan Betül, hiçbir şey anlamamıştım.

"Hasta numarası yaptığında seni affedeceğimi mi sandın? Bunu düşündün mü gerçekten? Bayılma üzerine biraz daha çalışman gerekiyor. Ama tebrikler! Yine sana inandım! İnandırıcı oynuyorsun ama yanlış kişiye oynuyorsun."

5N1K aşkına! Metehan cidden bunu düşünmüş olamaz değil mi? Affedilmek için hasta numarası yapacak kadar düşmediğimi bilmesi gerek! Kalbim dört bir yanını saran düşman duyguyla, kızgınlıkla, büyük bir savaş ortasında bir başına kalmış, bu yarışı kaybetmişti. Suçlu olan benken şuan gözümde Metehan müebbet hapse mahkum bir katildi! Kalbimin katili.

"Çık dışarı." dedim dişlerimin arasından. Aksi takdirde bağıracaktım ve yer yerinden oynayacaktı. Metehan kımıldamadan suratıma bakmaya devam ederken, "Dışarı çıkar mısın?!" diye bağırdım. Sonsuza dek değil, bir süre gözüme gözükmemesi yeterli gelirdi. Ya da bilmiyorum...Gelgitlerimiz çoğaldıkça bununla baş edemeyecek hale geliyorum. En azından kendimi toparlayana kadar Metehan'ın incitici sözlerine maruz kalmadan, sessizlikle dinlenebilirdim. Sanırım.

Ben Ona Resmen AşığımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin