"Hadi gidelim." diyerek birkaç adım attı genç adam. Kolunu zayıfça tutan eller yüzünden durmak zorunda kaldı. İsteksizce arkasını döndü.
"O zaman bizde, ne?" diye diretti Betül. Bu konuşmanın bu şekilde bitmesine müsade etmeyecekti. Herkesin eteğindeki taşları dökme vakti gelmişti.
Mete konuşmak için doğru ortam olmadığını düşünerek "Sonra konuşuruz." diyerek Faruk'a baktı. "Yeri ve zamanı değil." Burada hislerinden bahsedip olayı gümbürtüye getirmek istemiyordu. Belki daha sonra söylerse Betül'de ona karşılık verebilirdi. Daha sonrasını düşünmeye fırsat bulamamıştı. Betül ile aralarındaki şeye verecekleri isimle neler değişecekti, bu konu da hiçbir fikri yoktu. Daha rahat olacağı, ona karşı istediği gibi davranıp sevgiyle hükmedeceği kesindi. Sevgi mümkündü elbette. Peki ya aşk?
Genç kız yerinden bir milim kımıldamadı. Yer, zaman, mekan umrunda değildi. Çok erken olsa da bazı şeyleri duyma ihtiyacı ile yanıp tutuşuyordu kalbi.
"Sonra değil! Şimdi! Ya şimdi konuşur ve bir karara varırız, ya da arkadaşlığımız burada biter!" diyerek ormanın yeşilliğini çalan elamsı gözlerin derinliklerine baktı. Apaçık bir biçimde blöf yapıyordu. Fakat blöf konusunda o kadar profesyonel olmuştu ki Mete'nin kendisini ciddiye alacağına inanıyordu. Babasına karşı yaptığı şımarıklıklar ilk defa bir işe yarayacaktı. Belki de yaramayacaktı...
Metehan hayretle alaylı bir kahkaha attı. Bu kadar kolay vazgeçebilecek olması hayret vericiydi doğrusu. Kısa zamandır arkadaş olsalar da, onun bu yaptığı adil değildi. "Pire için yorgan yakmak! Bravo sana! Çok güzel. Böyle devam et!" diyerek ters yöne doğru döndü. Tam yürümeye başlayacağı sırada pes etmiş tavrıyla "Dur! Tamam!" diyen kızın sesini duydu. İşe yarayacağını biliyordu. Sinsi sırıtışı yüzünü yayılmıştı. Kendini sıkarak sırıtışını sildi ve haylaz bakışlarla Betül'e döndü.
"Efendim? Bir şey mi diyecektin?"
Betül bakışlarını yerden ayırmadan konuşmaya devam etti. "Tamam, senin dediğin gibi olsun! Yerinde ve zamanında konuşuruz."
"Pardon? Duyamadım ne dedin?"
"Duysaydın, ne yapayım?"
Mete gülmemek için kendini zor tutarken hareketlendi. "Bak gidiyorum ha..."
Betül başını kaldırıp bir çok hisle harmanlanarak koyulaşan gözleriyle Mete'ye baktı. "Çok şımardığının farkındasın değil mi? Yüz verince astarını istiyorsun."
Mete gülerek "Tamam, tamam. Seni daha fazla kıvrandırmayayım. Bayan Kabadayı ortaya çıkacak yoksa birazdan." dedi alayla.
"Bence de korksan iyi edersin! Sonra bir bakmışsın bir tanecik kolun kim vurduya gidivermiş!" diyerek Mete'nin koluna sert bir yumruk attı. Of eli acıyacaktı az kalsın. Ona neredeyse ilk kez dokunuyor sayılırdı. Göründüğü kadar sert ve yapılı bir vücudu olduğu aşikardı.
Mete acıyla inleyerek yüzünü buruşturdu. Alçısını erkenden çıkardığı koluna darbe almak canını az da olsa yakmıştı.
Betül'ün eğlenen yüzü bir an da doksan derece değişip telaşlı bir ifadeye büründü. Gözlerini kısıp onun acısını duyumsadığını hissetti. "Metehan, iyi misin?" diye fısıldayarak iki büklüm olmuş kolunu tutan adamın omzuna dokundu. "İnsanlar kolunun acısıyla ölmüyorlar biliyorsun değil mi?"
"Ama kolu acıyan insanlar birilerini öldürebilirler! Sen bunu biliyor musun?!" dedi korkunç bir ifadeye bürünmeye çalışarak. Betül'ün onun için endişelenmesi çok hoşuna gitmişti. Öte yandan hala kendisiyle dalga geçebiliyor olması hususunda ona bir göz dağı verebileceği kanaatine varmıştı.
"Yuh!" diye ağzından şaşkınlık nidasını kaçırdı genç kız. Ardından durumu toparlamaya çalışarak "Bir kol için koskoca arkadaşını mefta etmeye değer mi canım arkadaşım!" dedi. Tabi ki onun böyle bir şey yapabileceğine inanmıyordu. Eğer o korkunç bakışları olmasa korkma hissinin sıfır olacağından da emindi.
'Arkadaşım. Tabi arkadaş.'
Şaşırtıcı derecede hızla doğrularak Betül'e pas vermeden Faruk'un gittiği yöne yürümeye başladı. 'Arkadaş diyor kız bana ya...Hem de canım arkadaşım.' diye öfkeyle homurdanarak önündeki taşlara vuruyordu. Nereden bulaşmıştı bu kıza? Neden bir başkası için değil de onun için atıyordu kalbi? Doğru zamanda yanlış kişiyle karşılaşmıştı. 'O yanlış kişi değil...' değildi işte! Yanlış olan neydi o zaman? Yaptığı teklifti. Evet kesinlikle oydu. En başında arkadaş olmak yerine onunla flört etseydi tüm hislerinden emin olabilirdi. Ona karşı da böyle zor durumda kalmamış olurdu. Hislerinin geçici olduğunu anlayınca da Betül'den ayrılırdı. Hiç bir şey için geç değildi. Bunu er ya da geç yapacaktı!
"Gelmiyor musun Betül?" diye bağırdı. Aralarında ki mesafe bayağı açılmış aralarına bir kaç ağaç girmişti.
Betül artık olanları takip edemiyordu. Ne demişse Mete'Yi yine kızdırmıştı. Onun ruh hali kendininkini de etkiliyordu. O eski Betül yavaş yavaş yok oluyor yerine daha itaatkar daha uyumlu ve daha sakin bir kız geliyordu. Mete'nin emri altına girmiş bir işçi gibi hissetmeye başlamıştı. O, babası dışında hiç bir erkeğe bağımlı olmamıştı şimdiye kadar.
"Allahım ben ona resmen bağlanıyorum." diye acı bir itirafta bulundu kendi kendine. Ve kalbinin halatlarla bağlı olduğu adamın peşine düştü.
*
Yaklaşık yarım saattir bir kelebeğin peşindelerdi. Metehan, fotoğraf çekme hevesiyle gelmediği için oldukça sıkılmıştı. Oradan oraya giden Betül ile Faruk'un peşinde suratsız bir şekilde dolaşıyordu. "Bir kelebeğin oyuncağı olduk, iyi mi?"
Betül fotoğraf makinesini boynuna asarak Mete'ye kınayan bir bakış attı. "Seni buraya alnına silah dayayarak getirmedik. Sıkıldıysan gidebilirsin." Ağacın dalına konan renkli kelebeğe baktı. "Üstelik onlar sıradan kelebekler değil!"
Mete alayla güldü. "Hadi ya? Nasıl kelebeklermiş bunlar? Uçmak yerine otobüse binip akbil falan mı basıyorlarmış yoksa?"
Betül onun dalga geçmesini görmezden gelmeyi yeğledi. "Bu Faruk da nereye gitti ya...Güya yardımcı olacaktı!"
Mete kaşlarını havaya kaldırarak Betül'ün elindeki makineye şöyle bir baktı. Kendisi de Faruk'un yokluğunu aratmazdı. "Faruk yok canım, Metehan var!" diyerek kızın elinde ki makineyi bir çırpıda aldı.
"Yavaş olsana be! Kıracaksın."
"Yarım saattir şu garip şey için mi oyalanıyoruz? Ben onu iki dakika da hizaya getiririm. Hatta poz bile verir hayvan."
Betül kollarını göğsünde birleştirip, "Peki, sen kaşındın." dedi. Mete'nin bu işin bu kadar kolay olduğunu düşünmesi o kadar komik gelmişti ki gülmemek için dudaklarını sıkıyordu.
Metehan alelacele bir kare çektikten sonra açıp çektiği fotoğrafa baktı. Ne kelebekti ama! İçine kurt kaçmış gibi düzgün duramamış mıydı yani? Fotoğrafı silip tekrar, tekrar ve tekrar çekmeye devam etti.
"Ya şunu sağa çevirsene!"
"Betül konsantrasyonumu dağıtıyorsun bir susar mısın?"
"Ne konsantrasyonmuş arkadaş, bir saattir bir toplayamadın!"
"Sendeki de ne çeneymiş, bir saattir mola vermeden bıdı bıdı."
Betül'ün ağzı hayretle aralanarak gözleri kocaman açıldı. "Ben mi dır dırcıyım?"
"Ben öyle bir şey söylemedim bak, onu sen diyorsun."
"Ama öyle demeye getirdin?!"
Mete Betül'e dönüp yavaşça başını kaşıdı.
"Sanırım bu kelebek manken değil pilot olmak istiyor." diyerek elinde ki makineyi Betül'e uzattı. Genç kız makineyi Mete'nin elinden hızlıca kaptı.
"Manken fotoğrafı çekmek istiyorsan podyumları ziyaret edebilirsin."
Mete meydan okuyan bir bakış attı genç kıza."Önerinizi dikkate alacağım Cadı Sila."
"İyi edersin Hugo."
Mete şaşırdı. Betül ona kızmamıştı. Normal şartlarda kızması gerekirdi. Acaba şartlar mı normal değildi.
*
Belgrad ormanı gezisi burada sona ermişti. Saat daha çok erken olduğundan, Numan hoca sürüyü (!) Emirgan'a pikniğe götürmeye karar vermişti. Ne de olsa otobüs öğrencileri okula götürmek için bekliyordu. Hazır okuldan kurtulmuşken bir daha okula gitmek istememişti öğrenciler. Numan hocanın teklifine can simidi gibi sarılmış ve ona bin bir türlü yalakalıklarla gaz vermişlerdi. Numan hoca da gaza gelmeye müsait yapısıyla hemencecik kabul etmişti. Şimdi Mete ve Betül ayrı otobüslerde Emirgan yolcusu olmuşlardı. Betül bu sefer cam kenarını Gamze'ye kaptırmak istemediğinden yerine çabucak oturmuştu. Gamze biraz itiraz ettiyse de, gelirken kendisi oraya oturduğu için bu seferlik izin vermişti Betül'e.
Otobüsler arada bir yan yana geliyordu. Diğer otobüsün içi cam gibi görünüyordu. Mete'de orada bir yerlerde olmalıydı. Kafasını çevirip dikkatle baktığında, onun en arkada cam tarafında oturduğunu gördü. Yanında da...Ece oturuyordu. Ersan ise önlerindeki koltukta Onur ile oturuyordu. Şu Ece'ye iyiden iyiye sinir olmaya başlamıştı. Tam defolup gitti derken kız ot gibi bitiyordu hemen. Ersan otursaydı keşke Mete'nin yanında. Ofladı. Onların gülüşerek sohbet etmeleri, kendisinin ise ayrı bir otobüste somurtması, en önemlisi Mete'siz somurtması haksızlık değil de neydi? Onun başkasına böyle güldüğünü, başkasıyla böylesine eğlendiğini görmek ona dokunuyordu. O sadece Betül'e böyle gülebilirdi!
Mete'nin gülen yüzü otobüsün penceresinden gördüğü yüzle kasıldı. Ece ile sohbete o kadar dalmıştı ki etrafına bakamamıştı bile. Betül'ün bakışlarında gördüğü kızgınlık görülmeye değerdi. Neye kızmıştı yine bu cadı acaba? Kıza göz kırparak sırıttı. Zaten otobüsleri diğer otobüsü sollamaya başlamıştı.
Betül, Mete'nin vurdumduymaz hali karşısında köpürüyordu. 'Adama bak ya..Bir de göz kırpıyor pis sürüngen. Yüzsüz, gıcık, tatlı, güzel, mükemmel yaratık..Tövbe...kafamı karıştırdı, tipsiz ne olacak?'
Tüm öğrenciler otobüsten inmiş hepsi ayrı ayrı yerlere serpilmişti. Emirgan'ın rengarenk laleleri öğrencilere Belgrad ormanından daha çekici gelmişti. Betül ve Gamze yine kafilenin peşine takılacaklardı fakat Numan hoca sürüyü bir türlü toplayamamıştı. İkisi de oflaya puflaya milletin toplanmasını bekliyorlardı. "Cinnet geçirmeme az kaldı." dedi Betül, laleleri inceleyen Gamze'ye.
"Neden? Meteor senin yanında değil de Ece'nin yanında olduğu için mi?" diye sordu ilgisizce.
Betül onun koluna çimdik atarak dikkatini toplamasını sağladı. "Sende arkadaş olacaksın işte!"
"Yaaa acıdı ama...Suç bende değil ki ayrıca! Baksana şunlara bir de kol kola girmişler! Git Ece'yi çimdikle benim suçum ne?!"
Betül şaşkınlıkla "Hani neredeler?" diye sorup sağa sola baktı. Gamze ileride ki dondurmacının önünü işaret etti gözleriyle. Oraya bakar bakmaz gözlerini bir tur döndürerek başka yere çevirdi. "Ne halt ederlerse etsinler kızım bana ne ki?" Tekrar bakmamak için kendisiyle savaş veriyordu. 'Of hayır bakmayacağım. Kıskanmıyorum ki hem!"
Ece için içinden yüzlerce idam planı hazırlasa da dönüp bir daha bakmadı o yana.
Gamze, Seda ve Ceren ile Emirgan da gezilmedik yer bırakmadılar. Kızlar bir araya gelince dedikodu da geri kalmamıştı tabi ki. Hele Seda da bir çene vardı, bıraksalar sabaha kadar tüm okulun kirli çamaşırlarını ortaya dökecekti. Biraz çekirdek falan çitledikten sonra birkaç lale fotoğrafı çektiler.
Salına salına yürürlerken aynı sınıfta oldukları Yusuf da aralarına girdi. Ceren'in elindeki çekirdek paketine eline daldırıp bir avuç çekirdeği izinsiz aldı. Bir de "Sağ olun kızlar, çok makbule geçti." diyerek bir tanesini dudaklarına götürüp çıtlattı. "Ne demek Yusuf'um. Helali hoş olsun." dedi Betül de tüm samimiyetiyle. Yusufu çok severdi. Sınıftaki en zararsız erkek o olduğu içindi belki de bu güven.
Allah'tan çocuk gay değildi. Onun Seda'dan hoşlandığına adı gibi emindi. O yüzden devamlı yanlarında bitiyordu ya...Seda ise bu ilgiden hiç hoşnut değildi. Yusuf'u devamlı tersleyip duruyordu.
"Şuna çekirdek falan vermeyin ya!"
"Off Seda. Sende kabak tadı vermeye başladın artık!" dedi Gamze sıkılmıştı artık Seda'nın bu davranışından.
Yusuf artık Seda'nın kırıcı laflarını duymamazlıktan gelmeyi öğrenmişti. "Kimler dondurma istiyor bakalım?" diye sordu hiçbir şey olmamış gibi. Betül hemen atılarak "Beeen!" diye bağırdı. Balıklama atlamak istemezdi ama dondurma söz konusu olunca bir an boş bulunmuştu.
"Peki dayı, sana kakaolusundan alacağım. Kızlar siz istemez misiniz?" diye sordu Yusuf nazik bir biçimde.
"Benim boğazım ağrıyor. Çok sağ ol."
"Ben zaten senin aldığın hiçbir şeyi yemem." diyerek tersledi Seda.
"Gamze sen?"
"Hiç canım çekmiyor, siz yiyin." diyerek gülümsedi Gamze.
Yusuf, kolunu girmesi için Betül'e uzattı. "Biz bizeyiz dayı." Betül dil çıkararak ufak bir çocuk heyecanıyla Yusuf'un koluna girdi. "Bir daha dayı dersen o dilini keser köpeklerin önüne atarım Yusuf." diyerek genç adamın kolunu uyararıcasına sıktı.
Kızları arkalarında bırakıp dondurma kuyruğuna girdiler. Mis gibi maraş dondurması genç kızın ağzının suyunu akıtıyordu. Sırayı beklemek işkence gibiydi. Hele bir de yiyenleri gördükten sonra iştahı iyiden iyiye açılmıştı.
Sıra nihayet onlara gelmişti. Betül kakaolu ve vanilyalı dondurmayı tercih ederken Yusuf antep fıstığı ve kakaolu istemişti. Adam dondurmayı külaha koyup Betül'e uzattı. Genç kız rahat bir tavırla dondurmayı kapacağı sırada dondurmacı adamın külahı çevirmesiyle eli boşluğu avuçladı. Gülerek tekrar yakalamaya çalıştı külahı. Bu defasında eline bir külah geçmişti fakat dondurması yoktu üzerinde. Dondurmayı yakalayamadıkça kahkaha atıyordu. Eğlenmeye başlamıştı şimdiden. Adamın da pes etmeye niyeti yok gibi hala külahı sağa sola kaçırıp duruyordu.
O sırada beklenmeyen bir şekilde bir el külahı aniden tuttu ve dondurmayı hızla çekip aldı.
Kahkasıyla birlikte sanki dünyada ki tüm sesler de durmuştu. Mete, elinde sıkıca tuttuğu dondurmayla gözlerini bir an olsun gözlerinden ayırmadan bakıyordu. Gözlerindeki öfke gizli bile değildi. O kadar yakıcı bakıyordu ki gözlerini kaçırmamak için kendini zor tuttu genç kız. Yutkundu. Mete konuşmuyor, gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu sanki. Sonsuz gibi gelen bir süre bakıştılar. Sıradaki insanların bağırışlarıyla Mete onlara da sert bir bakış attı. Tekrar Betül'e dönüp gözlerinin en derinlerine anlamlı anlamlı bakarken uzanıp elini tuttu. Dondurmayı avucuna koyup parmaklarını da etrafına sardırdı. Genç kız gözlerini bir an olsun ayırmadan onun yaptıklarını idrak etmeye çalışıyordu. Fakat Mete çoktan onu sersemleterek arkasında bırakıp kız kardeşinin yanına gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben Ona Resmen Aşığım
Romance"Belki senin beni sevdiğin kadar sevemem seni. Sevginin karşılığını veremem. Ama çok başka severim. Kimsenin sevmediği gibi severim seni." NOT: Tamamıyla bir "Lise" hikayesi değildir. Kapak Tasarımı: @-GizemYldrm-