Bölüm 11 -Biraz Ayrılık

7.8K 412 21
                                    

 Okuma sayısıyla oy sayısı arasındaki uçurum sendin sevgilim :( 

Kapı ikinci çalışında açılmıştı. Hizmetli kadın kapıyı açıp kenara çekilince içeri girdi. Sıkıntıyla saçlarını karıştırıp içeriye doğru göz attı. Ardından hizmetli kadına dönüp, “Bu gecede misafirlerimiz var mı?” diye sordu. Olmaması için içinden dualar ederken kadının, “Evet. Rüya hanımlar geleceklermiş Mete Bey.” demesiyle yüzü düştü. Haftanın sadece üç gecesi yalnız kalabilmesi çoksıkıcıydı. Geri kalan zamanda okulda oluyor, geceleri Rüya hanımınziyaretlerine maruz kalıyordu. Sevmediğinden yakınmıyordu aslında.Sadece bazen devamlı Rüya’nın kıskacı altında olmak bunaltıyordu. Bir de babası vardı tabii…Onun gözetimi altında olmak ayrı dertti.


Salonda olduğunu tahmin ettiği babasına gözükmeden direk üst kattaki odasına çıktı. Babası Gülşah’la birlikte hayatını ele geçirme planlarını daha rahat yapmalıydı sonuçta. Gülşah…Ona anne demek içinden gelmiyordu…Onun bir annesi vardı, o da hayatını kaydırmıştı. Yıllardır babasıyla evli olmasına rağmen Gülşah’a alışamamıştı. Ece’yi de en başında kabullenememişti fakat şimdi adı ilk üçte yer alıyordu. Gülşah’tan nefrette etmiyordu, tam anlamıyla nötrdü. Ona nasıl hitap etmesi gerektiğineyse bir türlü karar veremiyordu.. Yüzündeki estetik operasyonlar Teyze demesine de engeldi! Abla demek diğer kadınlara haksızlıktı! Bu sebeple o yanındayken Gülşah Hanım, yalnızken de Gülşah diyordu.


Tişörtünü eteklerinden tutup çıkardı. Ilık bir duşa ihtiyacı vardı. Bugün Betül onu hem fiziksel hem de zihinsel anlamda fazlasıyla yormuştu.Söyledikleri, söylemedikleri, davranışları, bakışları, dokunuşları, her şeyi artık kafasını karıştırmaya başlamıştı. Ondan başka bir şey düşünemeyecek hale gelmişti neredeyse. Betül’leyken güldüğü kadar öfkeleniyordu da. O kız resmen dengesini alt üst etmişti haberi yoktu. Bunun sebebinin içindeki arayış olduğunu düşünüyordu Mete…Hayatındaki ufak bir boşluğu dolduran parçaydı Betül.Masa sallanmasın diye altına koyulan kağıt parçası gibi...


Duş aldıktan sonra beline doladığı beyaz havluyla odasının banyosundan çıktı. Dolabından spor bir kot şort ve lacivert bir tişört çıkardı. Üzerini giyindikten sonra kızların hastası olduğu kahverengi gür saçlarını tarayarak elleriyle havalı bir şekil verdi. Her kız gibi Betül de saçlarına bayılıyordu.Bir keresinde çaktırmadan dokunmaya çalıştığında, “Seni gidi dişi Nuri Alço…Demek saçlarıma dokunmaya çalışırsın ha…” diyerek kızın saçlarını karıştırmıştı. Aklındaysa oracıkta dudaklarına yapışıp ona unutamayacağı ve kesinlikle kıyas yapamayacağı bir öpücük vermek vardı. Utanıp kızarmasını büyük bir zevkle izlerken aklından geçeni yapmayıp iradeli olduğu için kendini tebrik etmişti.Betül’le bir sona ulaşamayacağını bildiğinden, onu üzecek bir şey yapmak istemiyordu. Sonra Betül öpücüğünün yasını tutarsa ona kıyamaz, bir kez daha,bir kez daha öpmek zorunda kalırdı bal dudaklarını.


Son bir kez aynaya bakıp komedinin üzerindeki parfümünü alıp üstüne boca etti. Kendinden önce kokusu gitmeliydi sonuçta.


Odasından çıkıp salona indi. Misafirleri ya da görücüleri mi demeliydi,geleceklerdi. Onları her zaman olduğu gibi iyi karşılamalıydı. Babası için.


Salona girdiğinde kasvetli hava kendini göstermişti hemen. Babası Saruhan vecici annesi Gülşah yine dedikodu kazanını kaynatıyorlardı. Mete’nin hayatıyla nasıl oynayabiliriz? Mete’nin hayatını nasıl mahvederiz? Konferansı yapıyor olmalıydılar. İstemeye istemeye yanlarına doğru ilerlediğinde Saruhan Bey başını kaldırıp gülümsedi. Gülşah Hanım ise rol yeteneği doğuştan olduğu için hiçbir mimik oynatmadan sanki az önce ekonomiden konuşuyorlarmış gibi doğal bakıyordu.En kısa zamanda babasına bu konuda biraz ders vermesi gerektiğini onunlak onuşması gerekiyordu. “Hoş geldin oğlum, gelsene yanımıza. Bizde…”


Mete elini kaldırıp babasını durdurdu. “Rüya ve benim hakkımda konuştuğunuzu biliyorum baba. Kasmana gerek yok yani.” Bu fikirleri babasının aklına hep bukadın sokuyordu. Adı gibi emindi.


Saruhan Bey birkaç mahcubiyet hareketi yapsa da Mete omuzlarını dikleştirmişdağ gibi dikilirken direkt olarak Gülşah’a bakıyordu. Bıçak kadar keskinbakışları, kadına ‘Ben aptal değilim’ mesajını gönderirken Saruhan Bey “Seninle biraz erkek erkeğe konuşalım.” Diyerek ayağa kalktı. Adam bahçe kapısından çıkarken Mete arkasından bıkkınlıkla bakıp peşine düştü. Babası içinyaptıklarını ve yapacaklarını düşündükçe kimin baba, kimin çocuk olduğuna kararveremiyordu.


“Evet baba. Seni dinliyorum.” Dedi havuza dönük olan babasına.


Saruhan Bey oğluna dönmeden konuşmaya başladı. “Rüya ile birlikte olmak senin kaderin…Bunu değiştiremezsin Metehan.”


“Sen benim kaderimi bilemezin. Hiç kimse bilemez.”


“Ben bilirim!”


“Annemin bizi terk edip gideceğini de biliyor muydun peki baba?!” diye bağırdı Metehan sinirlerine hakim olamayarak. Babası o kadar rahat konuşuyorduki yüzüne bile bakmadan…


Saruhan Bey aniden Metehan’a döndü. “Anne deme o kadına!” dedi kati bir sesle.


“Neden? Ben demesem de bu onun annem olduğu ve bizi terk ettiği gerçeğini değiştirmeyecek baba anla artık!!”


Adam eliyle alnını ovuşturup kendini sakinleştirmeye çalıştırsa da karısınınevi terk edişini bir türlü unutamıyordu. Öfkesi hala tazeydi.


İşaret parmağını tehditkar bir biçimde Mete'ye doğru salladı. “Hiçbir gerçek, senin Rüya’yla birlikte olacağın gerçeğini değiştiremeyecek. Sende bunu anla artık Metehan! Beni biraz olsun düşünüyorsan bir problem çıkarmazsın.”


Metehan babasını düşündüğünde fazla düşünüyordu…Her şeye onun için katlanmıyor muydu zaten? Annesinin ihanetinin izlerini silip, babasını mutlu görebilmek için istediği her şeyi yapmıştı. Okulda onun istediği gibi biröğrenci olup, yarışmalarda birincilik getiren ultra zeki ve yetenekli, herkes tarafından konuşulan, gıptayla bakılan ‘O’ kişi olmuştu. Olmaya da devam edecekti. Annesinden sonra babasını ikinci kez yüz üstü bırakamazdı, bu büyük haksızlık olurdu.


“Peki baba, yine senin istediğin olacak. Mutlu olabilirsin.” Dedi babasının gözlerinin içine mertçe bakarak. Saruhan Bey yıkılmaz görünüşünü koruyarak oğluna yaklaştı ve omzuna vurdu.


“Şimdi bana kızıyorsun içten içe, biliyorum. Sende çok iyi biliyorsun ki, ben senin kötülüğünü isteyecek son kişiyim. Sen benim oğlumsun…Sakın aklından çıkarma.”


Babasının içten tavrına yarım bir gülüşle karşılık verdi. Gözlerinde sevgive merhamet kırıntıları görebildiğine şükretti. Saruhan Bey omzunda duran elini indirip yanından geçerek salona doğru giderken arkasından “Ben Saruhan Korkmaz’ın oğluyum.” Diye seslendi alayla. Babasının gür kahkahasını duyabiliyordu…


Yalnız başına kaldığında ise şimdiye kadar aklında olmayan bir pürüz çıktı meydana. Atladığı çok ufak, minicik ayrıntı, taze sevgilisi Betül’den başkası değildi… “Şimdi b.ku yedin oğlum!”









Yemekler yenmiş, Saruhan Bey ve Rüya’nın babası Metin koyu bir sohbete girmişti. Metehan ise yemek boyunca misafirlere zoraki gülümsemiş, Rüya’nın sohbet etme çabalarına kısa cevaplarla karşılık vermişti. Allah’tan Ece vardı da Rüya ona fazla sarmamıştı. Ece Rüya’yla çok iyi anlaşıyordu hatta birbirlerini çok seviyorlardı. Babasıyla Metin Bey’i, Ece’ylede Rüya’yı baş gözetseler bu kadar başları ağrımazdı. Onların yanında fazlalık gibi hissediyordu ve bundan hiç de şikayetçi değildi. Aslında o da Rüya’yı severdi fakat babasının dayatmaları olmadığı zamanlarda. Rüya gerçekten kendini sevdirebilen, tatlı bir kızdı. Saf, naif bir yapısı vardı. Betül’e hiç mi hiç benzemiyordu.



Rüya ile dönme dolaba binilirdi, Betül’le ise gondola…Öylesine farklıydılar birbirlerinden.



Yemek sonrası Mete’nin odasına çıkmışlardı.  Ece cinlik yaptığını düşünerek onları yalnız bırakmıştı. Şuan ihtiyacı olan tek şey ‘gerçek’ bir yalnızlıktı zaten.


Odasındaki siyah deri koltuğa bırakmıştı çuval misali kendini. Rüya yabancı sayılmazdı, yıllardır bu hallerine alışmış olmalıydı. Zaten ilgisinin kendisinde değil, kitaplıkta olduğunu bildiğinden hiç kasmıyordu. Rüya kitaplarına göz gezdirirken gülen gözlerle döndü Mete’ye.


“Sana verdiğim kitapları okudun mu?” Ah, tabi ya şu karmaşık kitaplar…Tamamen unutmuştu. İki haftadır aklında Betül varken nasıl olur da o kitaplara kendini verebilirdi…


“Doğruyu söylemek gerekirse okumadım.” Dedi suçlu bir ifadeyle. Rüya’dan o kitapları nezaketen kendisi istemişti. Kız öyle bir anlatmıştı ki en az yarım saat bahsettiği bu dehşet verici kitabı merak etmese de öyleymiş gibi davranarak ödünç almayı teklif etmişti.


“Sınavlar falan var, meşgulsün tabi. Benimde senden farkım yok.” Diyerek anlayışlı bir şekilde yanına oturan kıza gülmemek için dudaklarını sıkarken,içinden de o meşguliyetinin sınavlardan ziyade Betül adında bir baş belası olduğunu söyledi. Yine de bunu Rüya’nın bilmesine gerek yoktu.


“Evet, sınavlar. Şu lise bitse de kurtulsak değil mi?” diyerek yanında oturan kıza yandan bir bakış attı. Rüya o kadar yakınına oturmuştu ki, ‘gel kucağıma otur bari’ demesine çeyrek kalmıştı. Bu kız hangi ara dibine girmişti?


“Haklısın. Liseden kurtulup birbirimize kavuşsak.” Diyen kız omzuna yaslanıp beline sarılınca aniden gerildi. Bu da ne demek oluyordu? Rüya’nın ağzından daha önce böyle sözler duyduğunu hatırlamıyordu. Gülşah’ın kıza ilaç içirip aklına girmiş olma ihtimaliyle, beynine çip taktırmış olma ihtimali birbirleriyle yarışıyordu şuan.


Rüya’dan biraz olsun kurtulabilmek için kenara kaymayı denedi. Ancak koltuğun başlığı adeta ‘ben buradayım’ diye bağırıyordu.


“Üniversite düşünmüyor musun?” diyerek konuyu başka yere taşımaya çalıştı.İçinde bulunduğu durumdan kurtulmak için kızı itemiyordu da.


“Evlendikten sonra da okuyabiliriz bence. Böylece hiçbir şey için gecikmemiş oluruz. Sence de çok güzel olmaz mı?” ‘Olmaz’ diyeceği sırada çalan telefonu imdadına yetişmişti! Alexsander Graham Bell’e telefonu icat ettiği için dualar ederek Rüya’nın ahtapot gibi sardığı kolları arasından çıktı. Masanın üzerindeki telefonu alıp arayana baktığındaysa telaşla arkasına döndü. Yıldız Tilbe'nin‘ İki kadın bir adam’ şarkısı çalsa tam bir Türk klişesi dizi ortaya çıkmış olacaktı.


Bir tarafı telefonu açması gerektiğini haykırırken diğer tarafı buna bir son vermesi gerektiğini, Betül’den uzaklaşmasını fısıldıyordu. Yüksek sesin olduğu yerde fısıltının duyulması imkansızdı fakat Mete o fısıltıyı duymaya mecbur hissediyordu kendini.

 

Telefonu sessize alıp kenara bırakırken gülümseyerek Rüya’ya döndü. Bundan sonra onu Graham Bell’de kurtaramayacaktı…









Ertesi gün okula adım atar atmaz Betül’den saklanmaya başlamıştı bile. Onun olduğu ve olabileceği yerlerden köşe bucak kaçarken günü neredeyse bitirmişti.Ersan’ın basketbol oynama teklifini sırf Betül’e yakalanmamak için geri çevirmiş, tüm bu çabalarına rağmen Betül’ü kıyıda köşede görememişti. Onun yüzünü görmek için delirdiği halde ondan köşe bucak kaçıyordu. Hiç olmazsa uzaktan görebilseydi bari…


Koşuşturmacadan öyle bir yorulmuştu ki artık Betül’le karşı karşıya gelse bile umurunda değildi. Evet, bu meseleyi ondan kaçarak değil, onun üzerine giderek bitirecekti. Buna gönlü razı gelmese de yapmak zorundaydı. Kalbi kırılır, aksiliğine daha fazla tahammül edemez ve peşini bırakırdı Betül.


Bir kahve şimdi tüm yorgunluğunu ve kafa karışıklığını alıp götürürdü... Bu düşünceyle Ersan’ı beklemeden kantine indi. Başı o kadar doluydu ki…Babası annesini anlatırken hep nefret doluydu. Onun ne kadar aşağılık bir kadın olduğunu, öyle olmasa oğlunu terk edip gitmeyeceğini anlatıp dururdu yıllardır. Annesinin attığı kazığın babasını ne kadar yaraladığını, üzdüğünü düşünerek büyümüştü. Kendini bir nebze olsun düşündüğünü hatırlamıyordu. Annesizliği bir kenara bırakmış babasızlığı da tatmamak için Saruhan Bey’in her dediğini yapmıştı. Biliyordu, babası özünde iyi bir adamdı. Annesine de kin besleyemiyordu. Onu o kadar az hatırlıyordu ki, anıları da hep iyi yöndeydi.Sanki hiç bırakıp gitmeyecek bir kadınmış gibi…


Ama gitmişti. Hayatında açtığı o kara deliği görmezden gelmişti. Ve şimdineyi varsa o boşluk yutuyordu...Nefret etmek istediği kişi annesiyken ona karşı bir duygu beslemenin bile çok gereksiz olduğunu düşünerek tüm nefretini o kara deliğe gönderiyordu. Annesi suçsuzdu, babası kanatsız bir melekti, peki o zaman bu yaşanılanlar kimin hatasıydı?


Elindeki kahveyle ağır adımlarla yürürken koluna dokunan elle duraksadı.Dönüp bakmasına dahi gerek yoktu. Bu kokuyu beynine, kalbine, ciğerlerine kazımıştı.


“Seni kaç defa aradım? Neden açmadın telefonunu?” Mete’nin aksine gülümseyen yüzü güneş gibi parlıyordu. Sevecen tavrı Mete’nin içini acıtsa da bir karar vermişti.


“Görmemişim.” Dedi kıza kısa bir bakış atarak. Ardından kahvesinden bir yudum alarak yürümeye devam etti.

Betül boşluğa düşen eline aldırmadan kıkırdayarak Mete’nin peşine takıldıyine. Bu defa zıplayarak önüne geçerken “Beni de mi görmüyorsun?” diye sordu.Mete hayatında bu kadar zorlandığını hatırlamıyordu. Yaptıklarını ve yapacaklarının hiç birini hak etmiyordu Betül.


Kızı görmemiş gibi yaparak dümdüz önüne bakarken kahveyi tutan eliyle hafifçe önünden itti. Betül’ün yüzü şaşkınlıkla düşerken Mete umarsızca yürümeye devam etti. Yüzüne bakmamaya gayret gösteriyordu fakat dayanamayıp, dönüp baktığı sırada Betül’ün gülümsediğini gördü. Ve yanına yaklaşan adımlarını…


“Dün gece neredeydin Mete?” dedi Betül genç adamın yanından yürümeye çalışarak. Adımlarını ona uydurmaya çalışırken doğal davranmaya çalışıyordu.Mete’nin canı sıkkındı belli ki. Bu davranışlarının başka bir açıklaması olamazdı.


Mete koridorun sonundaki merdivenlere yönelirken “Ne önemi var?” dedi ilgisizce.


Betül bir robottan farksız onu takip ederken “Neredeydin dedim?!” diye tekrarladı sorusunu. Sabrının da bir sınırı vardı sonuçta.


Mete bir basamak aşağıda kalan kıza döndü sinirle. Zaten hayat yeterince bunaltıcı olmaya başlamıştı, bir de Betül’ün paranoyak soruları iyice çileden çıkarmıştı genç adamı. Kıza doğru eğilirken gözlerinden öfke kıvılcımları saçılıyordu. Betül kaşlarını çatarak korku yüklü bedeniyle Mete’nin vereceğicevabı beklerken olduğu yere sinmişti.

“Cehennemin dibindeydim!” diye gürledi Metehan o anda. Ela gözleri Betül’ün kalbini delip geçerken “Oldu mu?” diye ekleyerek merdivenleri çıkmaya devam etti…


O gittikten sonra genç kız yere eğdiği başını kaldırarak utançla sağa solabaktı. Millet işi gücü bırakmış film izler gibi izliyordu olanları. Tüm okula rezil olmuş sayılırdı. Bayan Kabadayı bir erkeğin önünde ezilip büzülmüştü, onlar için bundan daha iyi bir malzeme olamazdı.










“Matematik sınavından 85 aldı abiniz!” dedi Ersan göğsünü kabartarak sandalye daha çok yayılırken. Betül garip garip baktı ona. Bu çocuk bile 85 almıştı, ki aklı bir karış havadaydı üstelik. Gerçi kendisinin aklı da osıralarda Mete denen uyuz sevgilisinde değil miydi?


Gamze de sanki Ersan'ı alt etmek ister gibi havalı havalı yerinden doğrulup saçlarını savurup “88!” deyince yerin dibine girmek istedi. Büzüşmekten bir hal olmuştu. Betül bu sınavdan 35 almıştı ve bunu, böyle güzel notlar alan arkadaş bozuntularının yanında söylemeye utanıyordu. Bir de olayla uzaktan yakından alakadar olmayan, sanki onlarla değil de ayrı masa da tek başına oturuyormuş gibi telefonuyla takılan Mete vardı tabii. Üç gündür onun peşinde kuyruk gibi dolanıyordu. Aksi taktirde onu kaybedeceğini biliyordu. Tavırları öylesine değişmişti ki üç gün önce ki Mete’yi özlemişti. Soğuk davransa da görmezden, duymazdan geliyor, arada bir şakaya vurup durumu düzeltmeye çalışıyordu. Mete ise zıttına gidiyordu devamlı. Şimdi de mesaj mesaisi yapıyordu beyefendi.Hayır adamın sevgilisi de yanındaydı! Telefonu almış eline tıkır tıkır kiminle mesajlaşıyor olabilirdi ki! Bir de hiç ilgilenmiyordu masadakilerle. “Uyuz!”diye mırıldandı kollarını göğsünde birleştirirken. Kısık gözleri, büzülmüş dudaklarıyla, küsmüş küçük bir kız çocuğuna benziyordu.


“Ne dedin?” diye sordu Gamze. Betül'ün sesini duymuştu, Mete'ye olan pis bakışlarını da.


Betül gözlerini bir an olsun Mete'nin üzerinden ayırmadan, “Yok bir şey!” diye konuştu dişlerinin arasından. Ya başka kızlarla mesajlaşıyorsa? Ya benden sıkılıp başkasını bulduysa?...diye düşünmeden edemiyordu. Olup olmadığı belli olmayan bir kurguyu olmuş gibi değerlendirip daha da öfkeleniyordu. Dudaklarını birbirine bastırıp 'hıh!' sertçe nefesini dışarı verip gözlerini Mete'den ayırdı. Kantinde oturanların üzerinde dolaştırdı bir süre bakışlarını.


“Gamze'cim, hava atmak gibi oluyor ama edebiyatımda beştir!”


“Hasbin Allah! Bana ne oğlum senin derslerinden? Sabahtan beri sevdiğin yemeklerden, giydiğin dona kadar her şeyini anlattın!”


“İleride eşim olacaksın, bir yerde bilmen lazım böyle şeyleri, değil mi Bet?”


Betül adının geçmesiyle bocalayarak Ersan'a baktı. “Hı?”


“Ya saçmalıyor işte Betül. Nerede manyak var beni bulur zaten!!!”


“Ama Gamz-“


“Başka manyaklarda mı var!!! Sana benden başkası haram kızım, unut omanyakları, senin manyağın bir tek benim, anladın mı?”


Betül ağzına tıkılan lafın şaşkınlığını atamadan Ersan'ın söyledikleriyle ikinci bir şokla ağzı açık kalakaldı. Lakin bu şaşkın ördek hallerini acilen bir kenara bırakıp şu iki keçiyi şimdi ayırmazsa daha sonra çok geç olabilirdi.


“Arkadaşla..-“


“Sen benim hiçbir şeyim olamazsın, anladın mı kaz kafalı!”


“Ama bir dak-“


“Sen öyle sanmaya devam et.”


“Böyle konuşarak bi-“


“Sen kimsin be, kimsin!” diyerek ayağa kalkan Gamze, bir yandan da eliyle Ersan'ı işaret ediyor, öfkeyle soluyordu.


Betül'e konuşma şansı bırakmayınca, genç kız yardım isteyen bakışlarını Metehan'a dikti. Genç adam oralı olmayınca konuşmak için ağzını açan Ersan'ınarkasından dolaşarak, eliyle ağzını kapadı. “Omo Bötül bi soniye.” diyerek elinin altından konuşmaya çalışıp çırpınan Ersan'ın boynunu tuttu diğer eliylede. “Hayır, bu sefer siz susacaksınız ben konuşacağım!” dediğinde kantinde kitüm dikkatler gibi Mete'nin dikkatini de üzerine çekmişti. Bakışlardan rahatsız olarak herkese sert bir bakış attı. “Siz işinize bakın!”


Mete, Betül'ün ne yapacağını kestiremediğini belli edercesine merakla arkasına yaslanmış, gözleri seni izliyorum der gibi dikkati ele almış, bir öğretmen edasıyla bir Betül'e bir de Ersan'ın boynuna ve ağzına ahtapot gibi sarılmış ellerine bakıyordu.


“Betül bırak rezil edeyim şu sapığı cümle aleme!”


“Gamze, sende iki dakika güzel çeneni kapatır mısın canım?”


Gamze sükut ederek onaylayınca Betül eğilerek Ersan'ın kulağına en yakın yerde durdu. Açık bıraktığı saçları eğilmesiyle iki yana dökülürken mis gibi kokusu Mete'nin burnunu doldurmayı başarmıştı. Mete'yi ne kadar etkilediğinden habersiz Ersan'ın kulağına Sadece ikisinin duyabileceği şekilde konuşmaya başladı. “Gamze'yi seviyor musun? Evet mi hayır mı?”


Ersan başını Evet anlamında sallayınca, “Güzel..” diye mırıldanarak geriç ekilip doğruldu. Elini kolunu genç adamdan çekerek birbirine sürttü sanki tozlanmış gibi.


Gamze'nin soru dolu bakışları altında hiç bir şey olmamış gibi yerine oturupayakta tereddütle bekleyen kıza da “Gelsene.” dedi.


Gamze masaya gelip yerine otururken bile, Betül başını kaldırıp Metehan'a bakmamıştı. Tıpkı onun gibi, o yokmuş gibi, sevgili değillermiş gibi, eski günlerde nasılsa öyle davranmaya devam etti biraz önce yaptığı gibi. Gibiler ne çoktu hayatında...Hiç bir şey tam değildi, gibiydi...Oysa başını kaldırıp baksa, aşık olduğu adamın, hasta olduğu ela gözlerinde ki aşkı, kıskançlığı, tutkuyu görecekti...




...




Yemekhane sırasında herkes gibi Betül ve Gamze de sıkılmış, söylene söylene bekliyordu. Bu sırada senelerdir neler çekmişti! Hele bir de sıra hırsızlarıvardı ki, Betül'ün yüksek düzeyde patlamaya hazır sinirlerini daha daarttırıyordu. “Mete'ler bizi beklemeyecekler miydi?” diye soran Gamze'ye baktı kısa bir an. Bu kız da hem Ersan'dan hoşlanmıyordu hem de lafın altından‘Mete'ler’ diyordu. Arkadaşıydı, onun üzülmesini hiç istemezdi. İkisinin arasında özel kavramı yer etmezken, Betül her şeyini Gamze'ye anlatırken, Gamze gizli saklı yaşıyordu duygularını. Ona da saygı duyuyordu, anlatmak istemeyebilirdi elbette. Öylesine yakınlardı, öylesine çok tanıyorlardı kibirbirlerini, neye üzülüp neye sevindiklerini şıp diye anlayabiliyorlardı.Tıpkı iki kız kardeş gibi...Birbirleri için her şeyi yapabilecek kadar çok seven kız kardeşler...


“Mete'yi soruyorsan, mesaj atmıştı. Dersten erken çıkacakmış, muhtemelen şuralarda bir yerlerde oturmuş bizi bekliyordur. Ha, ama yok, ben Ersan'ı da hesaba katmıştım dersen, o beyefendi de Mete’nin yanındadır meraklanma!”


“Ne münasebet canım…” Betül Gamze'nin gözlerini kaçırmasından, elini sağa sola sallayarak konuşmasından da her şeyi anlamlandırabiliyordu. Bu durumdaneğlenerek Gamze'yi kıvrandırmak fena bir fikir sayılmazdı.


“Çok kız varmış peşinde...” dedi talihsiz bir olaydan bahseder gibi başını aşağı yukarı sallarken. Gamze'nin yüzüne kaçamak bakışlar atıp gülmemek için dudaklarını sıkıyordu.


“Ya...Öyle miymiş?”


Betül cevap vermek için ağzını açacağı sırada sırtından yediği darbeyle ağzı açık bir halde öne doğru savruldu. Ne olduğunu anlamaya çalışarak yavaşça arkasını döndüğünde okulun o biçim kızlarından olan Çiğdem'le karşı karşıya geldi. Bir avuç toprağı içinde barındıran gözleri, o kızın bunu bilerek yaptığını adı gibi bildiğinden, ateşler saçarak toprağını alt etmeye çalışıyordu.Hayır Betül kendine engel ol, Mete burada, toprak ateşi söndürür...


“Dikkat etsene!” diye konuştu. Kendisi gibi dişlerini de sıkıyor, olay çıkarmamak için sınırlarını zorluyordu.


“Etmezsem ne olur? Metehan gelip seni kurtarmaz mı yoksa?”


Betül yumruk yaptığı ellini şiddetinin dozunu artırarak sıkmaya başladı.Şimdi bu yumruğunu Çiğdem'in sivilcesiz yüzünün ortasına indirmemek için zortutuyordu kendini.


“Metehan'ın adını ağzına alma!”


Kız daha da zevke gelip alayla Betül'ü baştan aşağı süzdü. Kollarını göğsünde bağlamış, tek ayağını ritmik şekilde yere vurup duruyordu. Seslice gülüp konuşmaya başladı:


“Metehan senin gibi basit bir kızda ne bulmuş anlamıyorum.”


Gamze öne atılarak kıza bir hamle yapmaya çalışırken “Bak kızım ağzını topla yoksa ...” dediğinde Betül onun kolunu tutup durdurdu. Çiğdem’e bakışlarıyla meydan okuyordu.


“Ya çok merak ediyorum. Kız cinsiyetini taşıyıp başka bir yaratık gibi yaşamak zor olmuyor mu?”



1...2...3...



 “Metehan zeki ve yakışıklı bir erkek...Hiç düşünmedin mi, senin gibi bir kızla ne işi olabilir, oyundan başka?”



8...9...



“Bir yandan da benim eskilerimi kullanan birini görmek çok güzel. Sonuçta ben yardımsever bir kızım, eskilerimden, kullandıktan sonra sıkılıp bıraktıklarımdan ihtiyacı olan garibanlar faydalanıyor…”


VE ON.


Saçına asıldığı gibi kızı tek hareketiyle yere indirdi. Acıyla yüzünü buruşturup inleyen kız umurunda bile değildi. Kesik kesik aldığı nefeslerle,öfkeden yönünü şaşırmış gözleriyle kızın canını daha çok yakmaya gayret etti.Sinirden saç diplerine kadar kızarmıştı. Gamze onu durdurmak için hamle yapmayıbırak, kılını bile kıpırdatmıyordu. Bu-kız-bu-dayağı-yiyecekti. Hak etmişti,hem de fazlasıyla. Betül ona gereğinden fazla müsamaha göstermişti.


“Metehan'la ve benimle hala uğraştığına göre o senin değil, sen onun eskisisin. Eğer senin bahsettiğin gibi bir kız olsaydım, onun eskisi sen,yenisi ben olmazdım. Bunu o minik beynine sok!!!” diyerek kızın kafasını daha da sarstı.

Yemekhanede ki herkes dönmüş bu kavgayı izliyordu. Metehan da buna dahil.Yalnız ne konuştukları kalabalık dolayısıyla bir türlü duyulmuyordu.


Çiğdem birden ağlamaya başlayınca Betül kıza tuhaf bir şeye bakar gibi baktı. Bu ne küstah bir kızdı böyle? Daha demin bir şeyi yoktu, lafları boncukgibi diziyordu. Yine onun oyununa mı gelmişti, yoksa bu gözyaşları sahicimiydi? diye düşünürken “Betül!” diyen kalın sesin sahibini görmek için kızı serbest bırakıp başını kaldırdı.


“Ben…Ben seni tanıyamıyorum. Sen bu kadar vahşi bir kız mıydın hep? Bu yüzünü benden sakladın mı?” Mete’nin hayal kırıklığı kokan sesi, Betül’ün kalbini tuzla buz edip etrafa saçmıştı. Metehan bu söylediklerine kalbiyle inanıyorsa, o zaman Betül’ün kalbi diye bir şey kalmazdı. “Sahiden böyle mi düşünüyorsun..?” diye sordu gözlerinde umut parıltılarıyla. Hayır demesi için sormuştu soruyu aslında. ‘Seni seviyorum.’ Diye devam edip, güçlü kollarının kendisini sarmasını isterdi. Ama hiç biri olmadı. Ne sarıp sarmalandı, ne de istediği cevabı alabildi.


Mete böyle düşünmüyordu elbette. Günlerdir içine battığı bataklık boynuna kadar gelmişti. Çıkış yolunu bir türlü bulamıyordu. Bildiği tek şey Betül’le aralarındaki münasebete bir son vermeleri gerektiğiydi. Yoksa o Çiğdem denen aptal ve eski sevgilisi umurunda bile değildi.


“Şimdi hangi Betül’sün? O, çok aşık ve her şeye kanan saf Betül mü, yoksa okulu kendi idaresi sanan egoist ve zavallı Betül mü ha, hangisi?” Hiç biri içinden gelerek söylediği sözcükler değilken, Betül’ü nasıl yaraladığından habersiz konuşuyordu Metehan.


Genç kız duyduklarını hazmettikten sonra “Ne..?” diye fısıldayabildi gözyaşları arasında. Yanaklarını ıslatarak usulca süzülüyordu gözyaşları.Gözleri ise yaşlardan dolayı parlıyordu.


“Duydun işte. Sen seç hangisi olduğunu.” dedi Metehan gözlerini kaçırarak.Kızın bu haline bakarsa her şeyden vazgeçecekti. Onu ağlattığı için kendinden nefret ediyordu. Tam karşısında kıpırtısızca duran kız gözlerinin içine bakmayı sürdürürken, “Ben…” diye konuşmaya başladı. Ancak devamını getiremedi. Bütün görüntüler bulanıklaşmıştı ve kime rezil olduğunu umursamıyordu. Oysa,başkalarının önünde ağlamayı zayıflık olarak görürdü.


“Evet, sen…” dedi Metehan sert sesiyle ve ardından kıza doğru bir adım attı. “Sen artık benim hiçbir şeyimsin.”


Betül başını sağa sola sallayarak “Hayır hayır...Söyleme öyle.” dedi ağlamaktan kısılmış sesiyle. Öne atılarak kollarını Mete’nin boynuna sarmaya kalkıştı fakat genç adam daha kız ellerini kaldırır kaldırmaz var gücüyle kendinden uzaklaştırdı. Betül sertçe itilmesinin şaşkınlığını yaşarken “Neden?” diye sordu. “Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama…Bilerek yapıyorsun, beni üzmek için…Beni kendinden uzaklaştırmaya çalışıyorsun. Anlamadığımı mı sanıyorsun? Kaç gündür bir aptal gibi peşinde dolanırken yaptıklarının canımı acıtmadığınımı düşünüyorsun?”


Metehan dişlerini sıktı. “Nedenini düşünmene gerek yok, Seni sevmiyorum, bu kadar basit! Şimdi biraz gururlu ol da, düş yakamdan.” Sağ eli yanında yumruk olmuştu. Betül onu sonsuza kadar affetmeyecekti, o da kendisini…


Genç kız burnunu çekerken elleriyle yanaklarını sildi. Başını mağrurca dikleştirip genç adamın ela gözlerine son bir defa baktı. Ağzını açıp bir şey diyeceği sırada dudaklarını tekrar kapatıp alayla gülümsedi. “Sen. Değmezsin.” dedikten sonra hızla yemekhaneyi terk etti…

Ben Ona Resmen AşığımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin