I. KISIM - SIĞ DENİZLER I. BÖLÜM

287 13 53
                                    

-Düzenlendi-

18. Yüzyılın Sonları - İngiltere, Birleşik Krallık

      Gün ışığını kesen pencere pervazları pencerenin hemen önündeki masamda düz şerit halinde üç gölge oluşturuyordu. Elimi gölgenin üstüne koyuyordum ki bu oldukça zevkliydi. Elimin bir kısmı gölgedeyken bir kısmı aydınlıktı. Elimi oynatıp gölgenin elim üzerindeki yerini değiştiriyordum. Gölgeye şekil veriyordum, belki de gölgeyi yönetiyordum. Bu tatmin edici bi' hayaldi. 

      Aynı zamanda diğer elim, tuttuğum kalemi çevirip ona aynı sirkteki cambazlar gibi taklalar attırıyordu. Bunu hayal etmek fevkalede gülünçtü. Aklımda sirkin en sevilen, en popüler şaklabanı benden sadece bir yaş küçük Cambaz Robert canlanıyordu. Tabi onun kadar becerikli birini kendi aklımdan bir kaleme benzettiğim için kendime rahatlıkla hiddetlenebilirdim. Evet, rahatlıkla yapabilirdim. Çünkü sadece bir ekmek parasına hatta belki bir kaç dilim ekmeğe ulaşabilmek uğruna ne de çok ter döküyordu. Benim gibi hala bu yaşlarına gelmiş ve babasının parasını yiyen şımarık bir çocuk değildi. Bir yetişkin...

      Elimdeki kaleme taklalar attırmaya bir dakikalığına ara verdim. Belki daha fazla bir süre... penceremden dışarı bakıp denizin ufka doğru ilerleyişine baktım.  Ufukta bir çok gemi vardı. Belki aralarında babamın gemisi de vardı, kim bilir? Bayraklara bakıyordum ama bu uzaklıktan görmek için gözlerimin bizzat birer dürbün olması gerekliydi. Dürbün gözler... havalı gibi veya çocukça. Bilemiyordum. Fakat bir şekilde hayaller yerine defterime odaklanmam gerektiğini biliyordum:

      Odaklanmak, eğer sizi rahatsız eden bir durum veya sizin kendi ellerinizle kendinizi caydırdığınız bir bahane ortaya koymadığınız sürece kolaydır. Ve ben bu iki engelleyici unsurdan birincisine sahiptim. Kesinlikle. Çünkü bir kaç gündür devam eden sokaklarda -ki artık evlerde de- gezinen o her yılın bu döneminde bizi ziyaret eden korkunç koku bana, ben kahvemden birer ikişer yudum alıp defterime notlar alırken asla ama asla  odaklanma konusunda bir izin vermiyordu. 

        Ama ne olursa olsun bu soğuk kış günlerinde bir şeylerle uğraşmam gerekliydi. Yoksa sonra kahvemi düz bir duvara bakarak içmem gerecekti ki bu korkunçtu. Kitaplığıma baktım, kitaplara göz gezdirdim. Belki gözlerim, kitaplarının sırtında gezinirken bir anda bir kitaba karşı ilgi duyacak kitabı ilk okuduğumdaki hazzı anımsayacaktı. Ve beni o kitabı tekrar okumaya teşvik edecekti.

Ama sorun şu ki öyle bir şey olmadı. 

       Ve ben de bunu hüzünle karşılamadım. Yeni bir kitaba başlamaktan daha güzel ne olabilirdi ki? Yeni bir kitabın kokusu, dokusu, sözcükler arasına merakla dalıp gitmek...  bu paha biçilemez. 

       Masamdan kalkmak için sandalyemi kalçamla arkaya doğru ittim. Çıkan ses ne kadar hoştu bilemiyorum ama bir şekilde bedenim bundan ürperdi. Pencereden dışarı son kez baktığımda altın bir bayrak gördüğümü zannettim. Arkamı dönüp gidecektim ama... beni ya öyleyse diyerek sıkıştıran düşüncülerime ayak uydurmamak, işte bu hiç benlik değildi. Tekrar pencereye uzandım ve gözlerimi kıstım. Bu şüphesiz altın işlemeli bir bayraktı, altın renkli bayraklar ise sadece onlara mahsustu.

       Artık dışarı cıkmak için birden fazla nedenim vardı. Odamdan çıkıp merdivenler basamaklarını üçer üçer atlayarak geçtim. Küçük vestiyerden paltomu aldım. Kapıyı açtığımda "Ben Mr. Brontë'ye gidiyorum!" dedim. Annemden tam anlamıyla bir onay sesi duyduğumda kapıdan dışarı çıkmıştım. 

      Kapıyı arkamda bırakıp sokağa açılmamla yüzüme odamdaki kokudan belki bir kaç katı daha fazla ağır bir kokuyu taşıyan soğuk kış rüzgarı vurdu. Yüzümü buruşturdum. Kusabilir miydim ki? Sokakta paltomun yakalarını boğazımı kapatabilsin diye sıkıca tutarak ilerlemeye başladım. Biraz daha işlek olan üst sokağa geçtiğimde sokaklarda kokudan dolayı her yılın bu dönemindeki gibi perperişan kalmış sokak satıcılarıyla karşılaştım.  

Denizin Sonsuzluğu - MermaidHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin