II. BÖLÜM - Avcı

139 11 37
                                    


Eve geldiğimde ilk yaptığım iş annemi aramaktı. Ama zaten çok uzun sürmemişti arayışım. Annem bir koltuğa oturmuş beni bekliyordu. Ama bu sefer yalnız değildi yanında babam da vardı. Babam; kirli sakallı, esmer, siyah gözlü, ince gözlüğüyle kırklı yaşlarının sonuna gelmiş bir adamdı. Deniz kızı saldırıları ve korsan saldırılarına bir çok kez uğramış biri olarak bir bacak kaybetmek az bir bedel denebilirdi. Doktorlar her ne kadar ona tahtadan bir bacak yapmayı önerselerde o korsanlara benzememek için bunu reddetmişti.

"John, William geldi. Deniz kızı avcısı olmak isteyen oğlumuz."

Kollarını bağlamış bana bakan annem gerçekten de ürperticiydi. Babam büyük ihtimalle bana karşı kullanacağı bir silahtı. Babam, gazeteden gözlerini ayırdı ve yavaşça gazeteyi katladı. Bu konuşmayı hiç yapmak istemediği belliydi ama annemin onu nasıl tembihlediğini tahmin edebiliyordum. Derin bir nefes aldı.

"William, eve gelir gelmez annen beni fena halde bu konuşmayı yapmam için tembihledi." Annem bu lafları duyar duymaz huzursuzlaşmıştı gözlerini babama çevirdi ve kaşlarını 'ne yapıyorsun' dermişcesine kaldırdı.

"Ah, neyse. William, o tayfaya katıl gitsin."

"John! Sen ne dediğinin farkında mısın? Orada başına geleceklerin farkında değil. Sen bunu biliyor hatta yaşamış olmana rağmen... ah." derin bir nefes aldı. Pes etmiş gibiydi ama annemin pes etmeyeceğini biliyordum.

"Hadi ama Bell huysuzluk çıkarmana gerek yok"

Bel, annemin ismi olan Annabel'i daha sevimli yapmak için babamın oluşurduğu bir kısaltmaydı. Bunu şu an söylemiş olması benim tarafimda olduğu anlamına geliyordu. Bu savaşı ben kazanacaktım. Bunun için ortaya bir bomba bırakmak en iyisiydi:

"Bence hiç tartışmanıza gerek yok çünkü çoktan seçmelere katıldım." Babam zevkle arkasına yaslandı ve eline gazeteyi aldı. Bu sırada annem çılgına dönmüştü.

"William-"

"Bell... Belki ona bir şans vermelisin?"

Derin bir nefes aldı annem. Kumral, omuz hizzasına gelen saçlarını sıkıcı bağlamış olmasına rağmen firar eden bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. Annem, büyük ihtimalle gençlik yıllarının en güzel kızıydı; iki büyük yeşil gözü, kırmızı dudağı ve küçük bir burnu vardı. Yüzü zamana meydan okuyor, capcanlı duruyordu.

"Peki, ama eğer bir şey olursa... William'a en ufak bir şey olursa bu işi unutun."

"İşte annem benim!"

Annemin boynuna kollarımın bağladım. Annem sadece bunu kabul etmekle kalmamış, dolaylı yoldan da olsa beni affetmişti. Annemi bırakıp geri çekildiğimde babama baktım. Babam gazetenin üstünden bana onaylayan bir bakış attı. Daha sonra gözlerini yine gazetenin üstüne çevirdi.

✴ ✴ ✴

Evim, limana yakın iki katlı büyük bir evdi. Benim odam ikinci katta ki pekte büyük olmayan bir odaydı ama en çok sevdiğim şeyi denize bakan manzarasıydı. Pencerenin tam önünde çalışma masam vardı. Burada saatlerimi geçirirken bir andan dışarıya, denizin maviliğine bakmak en sevdiğim şeydi.

Çalışma masasının yanında onlarca eski, yeni kitaplar vardı. Kitapların önünde bir biblo duruyordu. Biblonun baktığı yerde yani çalışma masasının bulunduğu duvarın bitişinde bir dolap vardı. Tahtadan dolabımın kenarlarında el işlemeleri vardı. Dolabımın neredeyse bir metre ötesinde tek kişilik bir yatağım vardı. Yatağımın çarşafı gozükmuyordu çunkü uzerinde onlarca kitap yığılmışti.

Yatağımın önünde bir boy aynası vardı. Boy aynasının karşısına geçip kendimi süzdüm. Ne uzun ne kısa olan annemden aldığım kumral saçlarım, aynı babamin gözleri olan siyah gözlerim vardı. Keskin yüz hatlarım, kemikli yanaklarım vardı. Çocukluğumda bunlar her ne kadar tuhaf gorünse de büyüdükçe yüzüme şekil vermişti.

Odamda ne kadar kaldım hatırlamıyorum ama saatlerce odamda kapalı kalıp kitaplar arasında ve onların dünyasında süzülüyordum. Ta ki annemin benim ismimi bağırmasına kadar.

"William! William! William, bunu görmelisin! Hemen buraya gel!" Ben ne olduğunu anlayamamış, ne yapmam gerektiğini kavrayamamıştım.

"William, gercekten önemli bir durumumuz var."

Odamın kapısını açtığım gibi annemi karşımda buldum. Elindeki mektubu elime sıkıştırdı. Mektubu elime alır almaz beceriksizce açmaya çalıştım fakat bunun sonucunda zarfı yırtmıştım. Zarfin içinden kağıdı aldım. Karşıma sayfanın yarısını bile dolduramamış siyah mürekkeple yazılmış bir yazı çıktı.

"Deniz Kızı Avcılar Kaptanı'ndan William Anderson'a;

Bir Deniz Kızı Avcısı olmak için uygun görülmüş olduğunuzdan dolayı kabul görüldüğünüzü bildirir ve en yakın zamanda beni bulmanızı öneririm. Umarım en yakında işe başlar ve bize yardımcı olursunuz.

İyi günler dilerim Bay Anderson..."

Mektup o kadar kötü bir yazıyla yazılmıştı ki bu kişinin bir kaptan olmuş olmasını aklım almıyordu. Ve bu yetmezmiş gibi mürekkebi sayfanın belirli yerlerine dökmüştü bu yüzden kelimeleri ve cümleleri anlayabilmek için yazıyı defalarca okumuştum.

Yazıyı okuyup, anlamayı başardığımda; kafamı kaldırdım. Annemin şaşkın yüzüyle karşılaştım. İkimizin de ağzı hafifçe açılmış, ikimizde birbirimize şaşkın ve boş gözlerle bakıyorduk.

"Hey, neler oluyor orda?" Babamın sesiyle sanki ayılmış, dünyaya geri dönmüştük. Anneme döndüm.

"Be- ben gerçekten bir avcı olacağım!"

Dipnot: Kitaptaki deniz kızları bir çok mitolojiden alıntı yapılarak tekrardan oluşturulmuştur.

Devam edecek...

Denizin Sonsuzluğu - MermaidHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin