Demir kapı büyük bir gürültüyle açılmasıyla, kafasını duvara yaslayarak duran genç adam yerinden sıçradı. Beyazlara bürünmüş bir adam, gaz maskesini andıran maskeyi çıkartırken ona doğru yaklaştı.
Hızla oturduğu yerden fırlayarak, adam ile karşı karşıyaya geldi.
"Girebilir miyim?" dedi umut dolu bir sesle.
Karşısındaki adam, tüm soğukkanlılığıyla tepkisizce yüzüne bakarken başını salladı. Genç adamın yüzü aydınlandı ve hiç düşünmeden karşısındaki adama sarıldı. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim!"
Adam kendisini çekerek, genç adamdan ayrıldı ve gözlerini gözlerine sabitledi. "Bir şey var." dedi tok bir sesle.
Güneş'in yüzündeki gülümseme yavaşça silindi. Şüpheli bakışları adamın üzerinde gezinirken kaşları havaya kalktı, kalp atışları son hız atmaya başlamıştı. Korku, içine endişe tohumlarını bırakmıştı.
"Ne?" dedi, titrek bir sesle.
"Başın sağolsun." dedi karşısındaki adam pat diye.
Güneş geriye doğru sendeledi. Sırtı duvara çarpsa da, tutunacak gücü kendisinde bulamadığı için sertçe yere devrildi. Kafası duvara çarparken, bedeni duvarın dibine serilmişti. Beyazlar içindeki adam hızla Güneş'in yanına gitti ve destek olarak düştüğü yerden kaldırdı. Çarptığı kafasından kan akmaya başlamıştı.
"Başın kanıyor, genç adam." dedi omzunu sıkarken.
Güneş duymadı. Algılayamadı. Boş bakışları adamın yüzüne sabitlenirken, zihninde hala az önceki cümle yankılanıyordu.
"Anlamadım?" dedi bitkin bir tonla.
"Başın-" diyecek oldu adam ama elini kaldırarak susturdu.
"Ondan önce ne dedin?"
Adamın dudakları dümdüz bir çizgi olurken, Güneş'e bakakaldı. Soğukkanlı birisi olsa da karşısında duran genç adamın bu denli yıkılışı yüreğini dağlamıştı.
"Onu görebilirsin." dedi adam başıyla kapıyı işaret ederek.
Güneş acıyla güldü. "Masmavi gözleri olmayacak mı?" dedi bir damla yaş yavaşca yanağından aşağıya süzüldü.
Adam, karşısında öylece dururken yüzü iyice sertleşti.
Güneş birden arkasını döndü ve hiç düşünmeden içeriye daldı. Nerede, ne durumda olduğunu bilmeden koşar adımlarla binanın içinde dolanıyordu. Biliyordu ki, sevdiği kadının ruhu onun ruhunu çağıracaktı, kalbini hissedecekti ve artık atmadığı düşüncesi canını yakıyordu.
Camın diğer ucundaki sarı saçları görmesiyle adımları yere çakıldı. Gözleri buğulaştı ve nefesi tamamen kesildi. Titreyen ellerini iki yanında yumruk yaparken yavaş adımlarla cam kapıdan girerken ağır ilaç kokusu onu karşıladı. Yatağa doğru yaklaştı.
Aşık olduğu o mavi gözler, sonsuzluğa gözlerini yummuştu.
Işıl ışıl parlayan yüzü solmuş, göz altları morarmış ve öpülmek için yaratılmış o dudakları rengini yitirmişti.
Güneş, hıçkırarak dizlerinin üzerine düştü. Titreyen eli usulca sevdiği kadının saçlarına kayarken, parmaklarının arasına dolan teller cansızlığı dile dökercesine kaymıyordu. Sertçe yutkunarak saçlarına öpücük kondurdu.
Ellerini saçlarından çekerek, yüzünü okşadı. Buz gibi olmuş teni, onun hüzünden soğumuş elleriyle buluşurken ürperdi. Sıcaklığıyla uykusu gelen kadının soğukluğu içini yakıyordu.
Elleri, ellerine kaydı. Ellerini birbirine kenetlerken, dudaklarını parmaklarına bastırarak derin bir nefes aldı.
"Hani gitmeyecektin?" dedi fısıltıyla. "Hani gelecektin, sarı papatyam?"
Bir hıçkırık, onunda ölüm marşını yazdı.
"Ne olursun kalk. Yalvarıyorum sana, kalk oradan ve bana sarıl."
Ellerini okşarken, arada sırada kondurduğu öpücükler yüzünden kendi gözyaşlarının tadını alıyordu.
"Daha dün konuştuk Papatya, o kupayı alacaksın dedin. Görmeden mı gideceksin? Şans öpücüğümü alamadım ben. Bana bir sürü borcun var. Yapma be güzelim, ne olur yapma."
Ellerini, ellerinden çekerek yüzünü avuçlayarak ayaklandı. Papatya'nın kapalı gözlerini uzun uzun öperek kokusunu içine çekti.
"Kalk hadi."
Yanaklarını öptü.
"Bırakmadım seni de."
Tekrardan gözlerini öptü.
"Bırakamadım de."
Bu sefer saçlarını öperken derin derin kokusunu içine çekti.
"Daha erken gelmediğim için mi soldun?"
Yanağını kibarca okşadı.
"Geldim, sarı papatyam. Hadi kalk, çiçek aç."
Ve hiç düşünmeden, sıcacık dudaklarını buz kesmiş dudaklara bastırdı.
"Öldürme beni."
Başını, Papatya'nın boyun girintisine sokarak yanına uzandı. Kolları, genç kızın bedenine dolanırken iyice sokuldu.
"Üşümüşsün. Isıtırım ben seni. Hadi sarıl bana, o güzel sesinle kız bana. Ne dersen de sesim çıkmayacak, Papatya. Söz veriyorum sözünden de çıkmayacağım."
Boynuna iyice gömüldü.
"Ben sensiz yapamam Papatya. Bunu en iyi sen biliyorsun. Sen benim kayıp umudum, bulamadığım neşem ve kalbimin sahibisin. Şimdi eksik kaldım ben."
Titrek bir nefes aldı.
"Sensiz kaldım..."
Ve genç kızın boynunda hıçkırıklara boğuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölünce Sevemezsem Seni
Historia Corta#tamamlandı. | kısa hikâye | texting Hasta bir kızın tek umudu, telefonun diğer ucundaki sevgilisiydi. Peki bu yaşaması için yeterli mi? ○●○ Papatya: ama korktuğum bir şey var Papatya: ölürsem eğer... Papatya: ya ölünce sevemezsem seni? Papatya: kur...