Bölüm İki: Geçmiş

227 19 55
                                    


'Unutan, iyileşir'

Nietzsche.



Şok içinde elimden kayan tepsiye, yere saçılan kahvaltılıklara; bala, peynir tabağına, atıştırmalık tabağına ve daha nicesine bakıyordum. Arkadan gelen ayak sesleri az sonra kovulacağıma delalet olabilirdi.

''N'oluyor burada!'' Patronun sesiyle tüm salon gürlemişti. Alpay ve takımı bana, ben ise karne günü halının desenini inceleyen liseliler gibi yerdeki tanesi muhtemelen üç bin beş yüz Euro olan özel işlemeli fayanslara bakıyordum. Bunları kaçırsam para eder miydi acaba? Yok, bence şu an bunu düşünmenin hiç sırası değil.

''İnsanlık hali, elimden kaymış işte.'' Sesli bir şekilde nefesimi vererek cevapladım. Durumu kurtarmaya çalışıyordum ama eğer patron benim tanıdığım patronsa, bunu burada bırakmayacaktı.

''Sen o kahvaltı takımının ne kadar olduğunu biliyor musun?'' Patronun sesi artık tüm salonda değil, tüm İstanbul'da yankılanacak kadar yükselmişti. ''Kırk yıl çalışsan, yine ödeyemezsin!''

Bu sözleri gururumu incitmişti. Gerçekten bu kadarı fazlaydı, ne yaparsam yapayım beni bu şekilde herkesin ortasında aşağılamaya hakkı yoktu. En fazla kovardı ve ben de başka bir iş bulurdum.

''Ben işten çıkarım, siz de paşa paşa ödersiniz.'' Dediklerimin fazla olduğunu biliyordum, ama onun dedikleri de az sayılmazdı.

Bunun bardağı taşıracak son damla olduğunu bilerek söylemiştim. Ara ara –hatta neredeyse her zaman- patronun bir kalbe sahip olmadığını düşünüyordum. Otele giren yavru kedileri tekmeleyerek dışarı çıkardı diye kendisiyle kavga etmiştik ve o gün bize söylemediğini bırakmamıştı. Keşke o gün çıksaydık. Zavallı yavru, soğuktan donmak üzereydi. Neyse ki Melike kediyi evine almıştı ve şu an sıcak bir yuvası olduğu gerçeğiyle rahatça uyuyabiliyorduk.

Dahası, kendisi aşırı kaba biriydi. Lügatinde 'lütfen' ve 'teşekkür ederim' kelimeleri yoktu. Genelde emir kipi kullanırdı. Ancak cebinde parası olan birileri geldiğinde kibarlaşır –ki o da ne kadar mümkünse- ve gerekli olmadığında odasından dışarı adımını atmazdı.

Gözlerindeki o dehşet, bir saniye sonrasında neler olabileceğini tahmin etmeyi zorlaştırıyordu. Şu andan itibaren Hulk'a dönüşse şaşırmazdım.

Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi otuz santime düşürdü. Yavaşça kalkan eli az sonra yapacağı eylemin kararsızlığıyla titriyordu. Bunu yapamazdı. Eğer böyle bir şey yapmaya kalkışırsa, dünyayı ona dar ederdim. Yirmi birinci yüzyılda yaşıyorduk, kimse kimseye şiddet uygulayamazdı. Dahası, izni olmadan kimse kimsenin bir santimetrekaresine dahi parmağını süremezdi.

Göz bebeklerine 'Yap, yap da göreyim şerefsizin evladı' dercesine bakıyordum. Elimi yavaşça kaldırmaya yeltenmiştim ki...

Bir kol araya girdi, patronun bileğini hafifçe kavrayarak onu geri itti.

''Bu otelin sahibi olarak adınızı çok duydum, ama bu kadar popüler olmanızın sebebinin kabalığınız ve çalışanlara bağıracak, onlara el kaldırmayı aklınızdan geçirecek kadar aşağılık bir insan olmanız olduğunu düşünmemiştim.''

Patron şok ve utanç içerisinde Alpay'a döndü.

Muhtemelen Alpay gibi biri tarafından ayıplanmak en büyük kâbusuydu.

''Siz yanlış anladınız efendim.'' Patron üç yüz altmış derecelik bir dönüşten sonra sözlerine devam ediyordu. ''Ben Dilraba'ya asla böyle bir şey yapmam'' Yutkundu ve devam etti. ''Çalışanlarıma iyi davranmak ve onların rahat hissetmesini sağlamak benim şirket politikamdır''

HasbelkaderHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin