Soğuk, bir o kadar da sıcak.
Sert göğsünde sıcağın esiri olurken birden doğrulmasıyla yere düştüm.
Ellerim yerin soğukluğunu avuçlarıma hapsederken o ışığı açıp bize ne olduğunu anlamak için bakan annesinin yanına gidip elimi omzuma koydu.
"Asıl sen nasılsın anne? Neden ayaklandın bu halde?"
Endişeli çıkan sesine karşın annesi güldü.
O gün okuldan erken gelmemizin sebebi annesinin merdivenlerden düşüp bileğini burkmasıydı.
Sanki çok da umrumdaydı!
Okulda kalıp Batu ile konuşmayı tercih ederdim.
"Ay oğlum, merak etme iyiyim ben. Sadece susamıştım. Asıl sizin ne işiniz var burada bu saatte ve bu halde..."
Az önce ki halimizden bahsederken hâlâ yerde duran bana bakıyordu. Elini uzatınca bir eline bir de gözlerine bakıp göz devirdim.
Kendim yerden kalkarken üstümü kirlenmiş gibi silkelemiştim. Alaz bana öldürücü bakışlar yollarken tısladı.
"Doğa'nın sakarlığı yüzünden döktüğü suya düşüp kaydık."
İsmimi ilk defa kullanmıştı ve bu beni garipsetti. Ses tonu ismimi tekrar ansın istedim o an.
Bütün hayatım boyunca güzel ses tonuna sahip olan erkekler ilgimi çekmiştir. Çünkü ses benim için çok önemliydi, özellikle de tonu.
Ağzımı açıp ona cevap verecektim ki durdum, bu kadının yanında konuşmak dahi istemiyordum.
Hiçbir şey demeden mutfaktan çıkıp odama girdiğimde yatağa yatıp uyumayı diledim ama olmadı. Yarım saat bir sağa bir sola dönerken uykumu kaçıran üvey abime küfrettim. Ondan da annesinden de nefret ediyordum.
Sabah telefonumdan gelen titreşim sesiyle uyanıp yüzümü yıkadım ve üzerimi değiştirip aşağı inmek üzere çantamı da yanıma aldım.
Odamdan adımımı atar atmaz burnuma dolan tanıdık kokuyla gözlerimi yumup merdivenlerden ağır ağır indim.
"Pankek, annemin pankekleri..."
Hafızam geçmişe giderken kokuyu içime daha fazla çektim. Sanki annem kokuyordu.
"Anne?" diye fısıldadım.
Ses gelmeyince çocukluğumdaki gibi yapmaya karar verdim. Mutfağa gidip çaktırmadan o pankeklerden alıp salonda çizgi film izlerken yemeliydim.
Koku o kadar hoştu ki bu sefer annem içine ne koydu diye düşündüm, bir farklılık vardı.
Neşeyle mutfağa girerken "Anne?" demiştim. Gördüğüm manzara ise hayalkırıklığıydı.
Masa başında en uçta babam, onun çaprazında Alaz ve yani başlarında elindeki pankek tabağını masaya koyan Mine.
Gözlerim dolarken ben masaya yerleşen tabağa bakıyordum. Annem...
"Günaydın Doğa, senin için bir şeyler yapmak istedim ve baban en çok pankek sevdiğini söyledi. Kahvaltıdan sonra tatmanı isterim, belki be..."
Daha fazlasını duymadım çünkü koşarak çıktım evden. Hiç tanımadığım bu yeni mahallede delicesine koştum sonunda tanıdık yerde düşüp durdum. Sızlayan dizlerimle aldırmadan siyah yazı işlenmiş soğuk mermeri buldum ve kenarına oturdum.
Gözlerimden aşağıya akan sıcak sıvıyı silmek istedim ama bir anda yağmaya başlayan yağmur buna engel oldu.
Ne de olsa yağmurun altında ağladığım fark edilmezdi.Yağmur insanların acizliğini örtebilen en güzel şeydi...
Ellerimde hafif ıslanmış toprağı avuç içlerime hapsederken elimi burnuma götürüp derin bir nefes çektim.
Bu koku üzerime sinmesini istediğim kokuydu.
Bu koku annemin kokusunu yok eden kokuydu.
Bu koku annemin ölum kokusuydu.
Hıçkırıklarım yükselirken vücudumu beyaz mermere yatırdım ve anneme sarılıyormuşçasına soğuk taşı kucakladım.
"A-anne" dedim.
"Çok özledim, ne olur geri gel."
Tekrar hıçkırırken elimdeki toprağı bıraktım yerine.
"Bak üşüyorum anne, ne olur yine üzerimi örtmeye gel."
Yağmur hızlanırken çıkardığı rahatlatıcı ses ile gözlerim kapanırken arkamda hissettiğim bedene bakamayacak kadar kötüydüm.
Son duyduğum ses ise bir erkek sesiydi.
Sizce Doğa'nın arkasındaki kişi kim?
Doğa sizce Mine'yi sonradan sevecek mi?
Doğa ve Alaz hakkında neler düşünüyorsunuz?
Not: Biliyorum kısa oldu ama hızlı bir geçiş bölümü olsun bu. Ne kadar fazla moral o kadar fazla uzun ve çok bölüm. Sorulara cevap vermeyi unutmayın, yeni bölümde görüşmek üzere hoşçakalın.
![](https://img.wattpad.com/cover/129059942-288-k439912.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜVEY ABİM
RomanceYeni bir sonun başlangıcı, bitmişliğin yenisi, acının merhameti ve üveyin tutkusu...