Tik.
Tak.
Tik.
Ve tak.
Zaman bir türlü geçmezken o günden sonraki günün öğlenindeydik. Baekhyun adındaki hoş çocuk sayesinde hyunguma sevgili adayı bulmuş, bu günde plan hakkında konuşmaya karar vermiştik. Yani Baekhyun vermişti. Ben de kabul etmiştim tabii ki! Gerçekten çok şanslıydım çünkü bu çok kolay olmuştu ve bu akşam adının Jongin olduğunu öğrendiğim çocukla bir kafede buluşup hyungum hakkında bilgiler verecektim. Onu tamamen hyungumun kriteri haline getirmek zorundaydım ve bu biraz zor olacak gibiydi. Zor olacak gibiydi çünkü, çocuk tam bir buz kütlesiydi. Soğuk, hatta sop soğuk yüzünde tek bir mimik hareket etmezken-bu çocuk kesinlikle benim beter halimdi- hyungumun kriterine uyacağını pek sanmıyordum. Pekala kimi kandırıyorum, pek değil bas baya hiç ama hiç sanmıyorum. Lanet olasıca hyungum neşeli ve hiper aktif insanlardan hoşlanıyordu. Adayımın tam tersi insanlardan...
Kara kara düşünüyordum. Bu da işe yaramazsa Ji Hyuk şerefsizini, yeniden eve getirmeye bile çalışabilirdim. Yani bu şuan b planımdı. İnanın c'yi henüz düşünmemiştim ama b'den daha beter olacağı da kesindi. Her neyse, buluşmaya daha varken biraz kestirmek pek sorun olmazdı herhalde çünkü dün gece çok geç saatte eve gelmiş, hyungumun çoktan yattığını anlayınca da odamdaki günlüğümü elime alarak hyungum hakkındaki bildiklerimi sıralamıştım. Günlüğüme yazmıştım çünkü başka yazacak bir şeyim yoktu ki günlüğüm de kesinlikle diğer insanların günlüklerinden farklıydı. Okuyan bir insan günlük olduğunu asla çıkaramazdı hatta.
Üç saatlik uykumun ardından biraz da oyalanmış ve sonunda buluşma saatimize bir saat kala da hazırlanmaya başlamıştım. Geç gitme gibi bir olay yaşanmasın diye erkenden çıkmalıydım evden. Hyungum zaten ruh gibi yaşadığı için beni takmıyor ve sadece nefes almaya devam ediyordu. Aptal herif!Buluşma saatinden on beş dakika önce evden ayrılıp, on dakika uzaklıktaki kafeye sonunda vardığımda masalardan birine oturup umutsuz vakamı beklemeye başladım. Evet zannımca adam tam anlamıyla umutsuz vakaydı. Üf şimdi burada onunla tek başıma ne yapacaktım?
Saat beş buçuğu gösterirken kafenin kapısıyla bakışmaya devam ediyordum. Geldiğimden beri tek yaptığım eylem bu olmuştu. Ha, birde gelen garsonu başımdan kovalamak. Beş dakika geçmesine rağmen ortalarda görünmeyen umutsuz vaka sinir hücrelerimi de yerlerinden çıkartmaya başlamışken derince soludum. Beyefendi beklemesin diye beş dakika erken geliyordum ve bekletilen taraf ben oluyordum. Voah şimdiden nefret etmeye başlamıştım çocuktan. Yol yakınken vazgeçip başka bir aday bulmalıydım belkide ama bu da bu kadar kolay olmazdı büyük ihtimalle.
Yaklaşık on beş dakika geçmiş ve garsonun sinir bozucu ve ezikleyici bakışları altında dibe batarken sinirle yumruklarımı sıktım. Şerefsiz herif ekmişti beni! Daha fazla rezil olmama da gerek yoktu bence bu saatten sonra. Bomboş oturup kalkmakta, gururuma yediremediğim lanet bir durum olmuştu bu yüzden her hareketimi özenle izleyen gerizekalı garsonu elimle yanıma çağırmıştım. Bilmiş bir gülümsemeyle siparişimi alırken sinirden ağlamamak için dudağımın içini de kemiriyordum. Ah bu çocuk benim karşıma çıkacaktı. İşte o zaman görürdü o. Zaten kara, kuruca bir şeydi de. Yüzü güzeldi ama asla tipim değildi. Gerçi burada benim tipim olup olmaması önemli bir detay olmasa da yine de belirtmekte fayda vardı.
Siparişim gelmiş yaklaşık yirmi beş dakika da geçmişken karşımdaki sandalyeye diktiğim bakışlar sandalyenin hareket etmesiyle kocaman açılmıştı. Büyük ve kara parmaklar-evet o kadar da kara değildi ama ona şuan aşırı sinirliydim bu yüzden gözümde kapkara pis bir insandı kendisi- sandalyeyi geriye çekerken kocaman açılmış gözlerle odağımı suratına çevirdim.
"Pardon ya ben seni tamamen unutmuşum."
Söyledikleri beni daha da sinirlendirirken gözlerimin seğirdiğini hissedebiliyordum. Şuna bakın ya, özrü kabahatinden beterdi!
"Ah, öyle mi? Baksana sen benim oyun oynadığımı falan mı sanıyorsun? Daha ilk günden beni bekletiyorsun ve utanmadan beni unuttuğunu söylüyorsun? Unut gitsin. Ben kimse için kendimden taviz falan veremem ve beni bekleten insanlardan da nefret ederim. Sana iyi oturmalar çünkü ben tam şuan kalkıyorum!" Sinirli bir şekilde kurduğum cümle o an aklımdakileri süzgeçten geçirmeden sarf ettiklerimdi. Cidden çok sinirliydim ve öfkeden her an karşımdakinin saçını başını yolabilirdim.
"Of abartma. Görende bizi sevgili sanacak. Geldim işte. Bana şükür edeceğine geçmiş karşımda beni utanmadan azarlıyorsun." diyerek umursamaz bir suratla yüzümü incelemeye başladı. O an gerçekten ağzından kan getirene kadar onu yumruklamak istedim. Evet, evet bunu çok ama çok istiyordum.
"Siktir git seni gerizekalı!" dedim ve bir hışımla oturduğum sandalyeden kalkarak kasaya ilerledim. Tamam bir filmde değildik ve aptal garsona da yeterince rezil olmuşken birde kafedeki insanlara peşimden garson koşturtarak rezil olamayacaktım. Masa numaramı söyleyip hesabımı ödedikten sonra aynı hışımla kafeden çıkmış saydıra saydıra geldiğim yolları geri tepiyordum. Oysa buraya gelirken gayet sakindim. Öyle ki, bu ruh halim kırk yılda bir olurdu ve bu gerizekalı iki üç cümleyle öfkeden deliye döndürmüştü beni. Bu işe başlarken her şey çok kolay mı gelişti demiştim. Unutun onu. Ne kolayı her şey daha da kötüleşmişti ve bende maalesef bu boka çoktan batmıştım. Batmıştım çünkü kolumdan sertçe kavranıp, kolun sahibine döndürüldüğümde bu işten öyle kolay kurtulamayacağımı şaşkınlıkla fark etmiştim. Bu çocuk isteksiz değil miydi yahu! Neden diretiyordu şimdi?
"Sen ne yaptığı-"
"Kes sesini! Tanrım sana katlanmak zorundayım zaten! Birde Baek'in dırdırını çekemem tamam mı? Ne bok anlatacaksan anlat bende çıkayım kimin karşısına çıkacaksam." Öfkeli bir şekilde yüzüme yüzüme bağırırken dayanamayıp bende bağırmaya başladım.
"Sen kimsin ve kolumu tutma hakkına sahip olduğunu sana düşündüren ne, seni gerizekalı? Bırak kolumu ve defolup git. Senin gibi birini hyunguma ayarlayacak kadar insafsız değilim!"
Sinirle gülerken, kolumu kavrayan parmaklarını daha da sıklaştırarak canımı yakmaya devam etti. Sen şimdi görürsün yelloz seni! Kolumu tutan parmaklarına doğru eğilirken ağzını açmış bana laf yetiştirmeye çalışıyordu anca.
"Hah sen bana kurban olman gerekirken boyundan büyük laflar etmeye uta-ah kolum!" Can havliyle kollarımdaki parmaklarını çektiğinde sonunda hapisten kurtulan kolum özgürlüğünden son derece mutlu bir şekilde hafif sızlamaya başlamıştı. Bana şaşkınca bakarken hodri meydan dermiş gibi tek kaşımı kaldırmış, küçümseyerek gözlerinin içine içine bakıyordum. Hala şaşkın bir şekilde bakışlarıma karşılık verirken, daha fazla orada bulunmanın saçma olduğunu düşünerek arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım. Ne yazık ki bu lanet olasıcadan kurtulamamıştım ama. Arkamdan gelen adım sesleri beni takip ettiğini gösterirken sinirle ona dönmeme kalmadan koca bir adım atıp önüme geçti.
"Tamam, tamam. Sen kazandın. Özür dilerim, oldu mu? Hadi şimdi başka bir yere gidelim ve şu plana tam olarak başlamış bulunalım."
Pes etmesi bu seferde beni şaşırtırken bir yandan da böbürlenerek suratına bakasımı getirmişti. Hahayt kimse beni inatta geçemezdi işte. Bu isterse soy ismini unuttuğum Jongin olsun isterse bir başkası...asla inadımdan vazgeçmezdim. Özrünü biraz düşünüp, tartarken başka seçeneğimin olmadığını bildiğimden kafamı salladım ve oflayarak hyungumla sürekli olarak gittiğimiz kafenin yolunu tuttum. Eh, o da tabi ki beni takip etti.
![](https://img.wattpad.com/cover/179127135-288-k978251.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aşkın çabası boşuna/kaisoo
Fanficdünya dönerken biz hep ters koştuk, tersten konuştuk....