İçinde olduğunu bildiğim bir kafesin özgürlüğün tadını unutmuş bir tutsağıydım. Kaçmak aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Elimde taşıdığım siyah masa örtüsünü atik bir hareketle yemek masasına örtüp geri kalan işlerimi halletmek için alt kattaki mutfağa döndüm. Rivoluzione'den ayrıldıktan hemen sonra yüksek güvenlik önlemleriyle korunan bir mâlikanenin mutfak çalışanlarından biri olmuştum. İşim yalnızca bulaşık yıkamak, gerektiğinde de servis yapmak ve masa toplamaktan ibaretti. Ancak işe alınmadan önce muhatap olduğum insanlar devlet dairesinde önemli bir statüye donanımlı bir işçi arıyorlarmış gibi davranarak beni sıkı bir mülakattan geçirmişlerdi. Bu mülakatı Devrim Yalman'ın adamları tarafından bana ezberletilen cümleler, sahte bir kimlik ve yalanlarla dolu bir öz geçmiş sayesinde geçerek mutfakta bulaşıkçılık yapmaya hak kazanmıştım. Daha önce isimlerini hiç duymadığım onlarca insanın bana referans olmasıyla başvurduğum ilk dakika işi kapmıştım, hatta malikânedeki odam bile ayarlanmıştı. Dört gündür henüz sahibinin yüzünü göremediğim bu evde yatıp kalkıyordum. Ancak bunu neden yapmak zorunda olduğumu sorgulamıyordum. Başıma gelen hiçbir şeye mantıklı bir cevap bulamayan aklımın sağlığından şüphe duyduğum için artık gerçeklik algımı yitirdiğimi, yaşanılan her şeyin hayal gücümün bir ürünü olduğunu bile düşünüyordum.
"Sen dur."
Mutfakta eski olan çalışanlardan bir tanesi elimdeki tabakları alıp dikkatli bir şekilde tezgahın üzerine bıraktı. "Her şeyle ben ilgilenirim. Sen yenisin, bir sorun çıkmasın şimdi." Benimkinden çok kendi işini düşündüğü için gözü sürekli benim üstümdeydi. İş verenleri bir şekilde aldatmış olsam da mutfaktaki bütün çalışanların sorumluluğunu üstlenmiş olan bu kadına daha önce iş deneyimi olmayan bir acemi olduğumu beni daha ilk görüşünde belli etmiştim. Bir şey kırıp dökerek sakarlık yaptığımdan değildi, mutfağı ve mutfakta kullanılan terimleri bilmiyor oluşum fazla göze batıyordu.
Ev sahiplerinin dışındaki insanlar tarafından asansörün kullanılması yasaktı. İki üst katta yer alan salona çıkıp çıkıp inmektense mutfakta oturarak mesai saatimin bitmesini beklemek işime gelirdi. Bir an önce odaya kapanmak ve neden burada olduğumu düşünmeye devam etmek istiyordum.
Yaklaşık yarım saat sonra bahçede bir hareketlilik oldu. Ziyaretçisi bitmek bilmeyen evin yeni misafiri sonunda teşrif etmiş olmalıydı. Bir saat kadar önce yemeklerin çoktan servis edilmesi gerekiyordu çünkü mutfakta buna göre bir hazırlık yapılmıştı. Ama misafir henüz yeni gelmişti ve yemekler yeniden ısıtılıyordu. Hatta aşçıbaşı ana yemeğin yeniden hazırlanmasını istemişti. Bulaşık ve servis bölümünde çalışan diğer iki kişi de benim aksime diken üstündeki bir gerginlikle mutfaktaki eksiklere koşuyorlardı.
"Nilay!"
Dirseğimi çalışanların kullandığı minik masanın üzerine yaslamış, başımı da avcuma yerleştirmiş bir pozisyonda otururken kalın bir erkek sesi mutfağı sarstı. "Nilay! Sana diyorum şapşal sana!"
Sahte kimliğimdeki ismime alışma gereği bile duymadığım için aşçıbaşının bana seslenmesini üzerime alınmamıştım. Geriye dönüp kafamı 'Ne var?' anlamında salladığımda o da elindeki kepçeyi sallayarak konuşmaya başladı.
"Sen bizimle dalga geçmek için mi geldin? Mutfak çok sakin, gideyim de insanları çığırından çıkartıp delirteyim mi dedin?"
Benden bir cevap bekler şekilde ellerini belinde birleştirdiğinde yüzüne bomboş bir bakış atmakla yetindim. Geldiğimden beri bana en samimi davranan adamı bir anda bu kadar sevimsizleştirmeyi nasıl başarmıştım bilmiyorum. Bir köşede sessizce oturuyordum sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEVR-İ AZAZEL
Fantasy"Emrime uymayarak, Adem'in önünde eğilmekten seni alıkoyan nedir?" "Ben ateşten yaratılmış, diğer yarattıklarının içinde en üstünü olan Azazel!," dedi kibirle gülerek. "Bir balçığın önünde mi eğileceğim?!" "İnsan yaratılmışların en üstünüdür." diye...