1.Belirsiz Bir Gece

618 14 0
                                    

Gözlerimi açtığımda karanlık kocaman bir odadaydım. Nerede olduğuma ve buraya nasıl geldiğime dair en ufak bir fikrim yoktu.

Telaşla yataktan kalktım. Gözüm yavaş yavaş karanlığa alıştığı için etraftaki objeleri seçebilmeye başlamıştım. Odanın çoğunluğunu üzerinde bulunduğum kocaman yatak kaplıyor, karşısındaki dolap ve onun yanındaki lambader dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Yavaşça ayağa kalktım ve başımın dönmesini unutmaya çalışarak yürürken bir şeye çarptım. Eğilip çarptığım şeyi elime aldığımda bunun hiçte yabancı olmadığım bir Chivas Regal şişesinden başka bir şey olmadığını gördüm. Şişe adeta kafamdaki soruların birçoğunu aydınlatacak bir akını başlattı ve gecenin parçaları adeta zihnimde tekrar yaşandı.

Sevgilimi o kızla yakalayışım, bütün o bağırış çağırışlar, kapıyı çarpıp evden çıkışım ve o dangalağın benim peşimden gelmeye bile çabalamaması…

Bütün bunların sonu normalde önünden bile geçmeyeceğim saçma sapan bir barda son bulmuştu. Düşündükçe gözlerime dolan yaşlar yanaklarıma süzülürken daha önemli bir problemim olduğunu fark ettim.

Çift kişilik bir yatakta üzerimde bana büyük gelen bir tişörtle uyanmıştım. Neredeydim? Kıyafetlerim neredeydi? Burası kimin eviydi? Ve tabi ki en önemlisi üzerimde salaş bir tişörtten başka bir şey olmamasını sağlayacak hale nasıl gelmiştim? İçeriden bir ses duydum yavaşça kapıyı aralayıp odadan çıktım. Odanın hemen dışındaki iki kapının karşısında bulunan merdivenlerden inmeye başladığımda çıtırtılar artmış, bunlara su sesiyle harmanlanmış mırıltı şeklinde bir erkek sesi eklenmişti. Bu esnada ayağıma sürtünen bir şeyin etkisiyle güçlü bir çığlık koparıp duvara sindim. Biranda herşey değişti. Mırıltı kesildi, su kapandı ve biri ben “Siktir!” derken kapıyı açtı.

Normalde hep güçlü biri olmuşumdur bu yüzden az önce attığım çığlığa çok fazla kızıyordum. Tanımadığım bir yerdeydim ve en azından ortamı tanıyıp nerde olduğumu anlamadan bu evde olan başka insanların dikkatini üzerime çekmeye hazır değildim. Az önce ağzımdan kaçan o küfürde kendime olan kızgınlığımın dışa vurumundan başka bir şey değildi. Ancak kesinlikle beklediğim şeyde karşımda gördüğüm şaşkınlıkla açılmış yeşil gözleri, yüzünden damlayan bir su damlacığının fazlasıyla dokunulası duran bir karına doğru akışını, o karmakarışık ve ıslak saçları açıklamaktan oldukça uzaktı. Ben karşımda ipsiz sapsız birini beklerken adeta Michelangelo’nun Davut Heykeli karşımda dikilmiş beline sardığı bir havluyla şaşkın şaşkın bana bakıyordu.

Yakın zamanda bir erkek tarafından aldatılmış tarafım olayı devralıp karşımdaki görüntü karşısında akşamdan kalmalığında etkisiyle afallamış yüzü kızarmak üzere olan tarafıma “Kendine gel nerede olduğundan bihabersin” diye bağırdığında bu beni kendime getirdi, duruşum dikleşti ve özgüvenli olmasını umduğum bir sesle “Sende kimsin?” dememe yardım etti.

Çocuktan net bir cevap beklerken çocuk gülümsedi ve kaşlarını kaldırarak “Ah lütfen bana dün gece olanları unuttuğunu söyleme?” dedi. O anda gecenin kalan kısımları da aydınlandı diyebilirim. Barda zil zurna olana kadar içişim, yanıma gelip elini utanmadan belime sararak kulağıma eğilip “Tanışabilir miyiz?” diye soran ve hayır cevabını almasına rağmen elini belimden çekmeyip bana içmeye onun evinde devam edebileceğimizi söyleyen o yavşak.

Ups tabi ki heykel benim sarhoşluğumdan faydalanmakta ısrarcı o herif değildi. Sevgili Davut Heykeli’me, ben önümdeki bardaktaki viskiyi suratına boca ettiğimde böğürüp bana vurmaya kalkan o adama engel olan çocuk diyebiliriz.

Bardan apar topar çıkışımı daha doğrusu çıkmaya çalışışımı hatırlıyordum. Ama maalesef o uçkur düşkünü sevgilimin hep övdüğü bir özelliğim olan çabuk sarhoş olup yaptığım sakarlıklar şimdi başıma dert olmuştu. Ben kim o kadar içmek kim? Tabi ki o anın verdiği adrenalininde etkisiyle bardan çıkmayı başarmıştım ama kapıyı açtığımda yüzüme vuran o rüzgâr ve attığım adımlardaki tutarsızlıklar gerçekten çok ileri bir seviyedeydi. Midem ayağa kalktığımdan beri karman çormandı ve lanet olsun sizce de barın bahçesinden çıkar çıkmaz kusmam şart mıydı?

Hayatım boyunca kusmaktan hep nefret etmiştim. Hatta genelde pek kusabilende bir insan değildim ama şimdi ne zaman bitti galiba desem yeni bir dalga geliyordu ve yere yığılacağım anda bir el belime dolanırken diğer bir el yüzüme dökülen saçlarımı geriye çekti. İşte yine sapığım gelmişti ama bu seferki gelişi beni ilki kadar rahatsız etmemişti adeta bana güç vermişti nedense. Midemde çıkarabileceğim her şeyin gittiğine inandığımda kafamı çevirip beni tutan ellerin sahibine baktım ve beklediğimin aksine birkaç santim ötemdeki o yemyeşil gözlerle karşılaştım. İşte o gözler şuan karşımda duran Davut Heykeli'nin gözlerinden başkası değildi.

Sorusuna geçte olsa cevap vermek yerine heykele dönüp “Buraya nasıl geldim?” dedim. Heykel “Dün çok sarhoştun bardan çıkarken pekte iyi gözükmüyordun merak edip arkandan geldim. O an dışarda gördüğüm halinde içerdeki kanımı destekler nitelikte olunca sağ salim eve vardığına emin olmak isteyen içimdeki kahraman harekete geçti ve seninle beraber taksiye bindik sen semti söyledin ama biz semte varana kadar sızmıştın mecbur bende seni kendi evime getirdim” dedi. Bunu mantıklı bulup kafamı sallamıştım ki bir anda asıl önemli olan gerçekle yüzleştim. Heykele şaşkınlıkla karışık sinirle “Ben neden çıplağım!” diye çıkıştım. Heykel ellerinin kendini savunmak istermişçesine havaya kaldırdı ve “Kusarken kıyafetlerini batırmıştın ve seni böyle yatırmak istemediğim için karanlıkta üzerindekileri çıkarıp sana benim tişörtlerimden birini giydirdim” dedi. Açıkçası o an içim rahatlamıştı ve o an ayağıma sürtünen bir şey nedeniyle yeni bir çığlık daha kopardım.

Yere baktığımda banyodan gelen ışığın aydınlattığı zeminde ayağımın dibinde dolanıp duran sapsarı bir kedi gördüm ve yaşadığım onca geriliminde etkisiyle kahkahalarla gülmeye başladım. Bugün gerçekten şanslı günümdeydim. Çünkü çirkin ve iğrenç karaktere sahip bir adam yerine nazik, mahcup ve kedi sahibi bir Davut Heykeli’nin evinde uyanmıştım.

SIĞINAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin