•Bölüm 5• ENDİŞE

147 18 2
                                    

Ebru, küçük salonda bir ileri bir geriye yürürken Kumru'nun anlattıklarını idrak etmeye çalışıyordu. Başarılı olduğu halde doktorluğu bırakan Onur bey bir ay önce yarasını sardığı o gizemli adam mıydı? Ve üstüne üstün biricik arkadaşı bugün o adam ile başbaşa kafenin birinde oturmuştu! Genç kadının aklı almıyordu tüm bu olanları. Bu saçma bir tesadüf müydü yoksa kader miydi emin olamıyordu. Parti gecesinde durmadan onların olduğu masaya bakmasının sebebi de şimdi belli oluyordu. Yaralı olduğu gece doktor Onur beyi tanıyamadığına inanamıyordu Ebru! Edindiği namına rağmen bir doktor olarak en büyük hayranlarındandı oysa ki fakat o gece gözlerini görseydi büyük ihtimalle tanıyacağını biliyordu. O gök mavisi gözlerini kim görse tanırdı.

"Ben... ben inanamıyorum tüm bunlara Kumru." Derken aklına yeni yeni akın eden düşüncelerle iyice tedirgin olup kendini arkadaşının olduğu koltuğa attı. Aklındakileri Kumru'ya söylemeli miydi emin değildi ama Onur beyi tanıyan herkes herşeyi bilip ondan kaçarken arkadaşına söylememesi haksızlık olurdu. Onu koruması gerektiğini de biliyordu. Bilmeli ve adamdan uzak durmalıydı!

"Onur beyi görünce ardımda bıraktığım ailemi hatırlıyorum Ebru. Onları ne kadar çok özlediğimi fark ettim. Artık dayanamayacak gibi oluyorum." Diye konuşan arkadaşıyla dilinin ucundaki kelimeleri arkaya doğru itip Kumru'nun ellerini avuçları arasına aldı.

"Artık onları görmenin zamanı gelmedi mi Kumru? Eminim onlarda özlemiştir."

"Özleyen arayıp sormaz mı? Özleyen geçen yedi yılda görmek istemez miydi Ebru?"

Her ne kadar arkadaşının haklı olduğunu bilse de Kumru'nun yanında olması gerektiğini hissediyordu Ebru. Kendisinin en zor zamanların da destekçisi olan bu gözü dolu kadının her daim yanında olmak istiyordu. Belki de bu şekilde kadına hayat borcunu ödeyebilirdi. Kumru ne hayatından ne de hislerinden bahsetmeyi seven bir insan olmamıştı hiç bir zaman. Sırf bu yüzden kızıp trip attığı da olmuştu ama Kumru yine aynı Kumru'uydu. Hiçbir zaman değişmemişti!

Genç adam elindeki bardağı önündeki masanın üzerine bırakıp salonun boydan camına doğru yaklaştı, kollarını göğsünde birbirine dolayıp sağ omzunu cama yaslayarak destek aldı. Ayaklarının altına serilen İstanbul'dan izledi yaşayan cesetleri. Sadece son nefesini beklemek için yaşayan çaresiz insanları... Kendisi de o çaresiz dediği insanların arasındaydı fakat tek fark; Onur yükseklerdeydi ve kimse onu fark edemiyordu. Yalnızdı! Gökyüzüyle sevişir gibi duran gökdelenlerin en tepesinde sessizliğin kolları arasındaydı.

Kadını düşündü genç adam. Gülmeyen o esmer tenli kadını... Öğretmen Kumru'da tıpkı kendisi gibiydi aslında. Belki de bu yüzden sıradan diye nitelendirdiği kadına doğru çekiliyordu. Diğer kadınlar için düşündüğü gibi ya da hissettiği gibi bir duygu içerisinde değildi genç adam. Sadece gözleri gözlerine dalarken saatlerce karşı karşıya oturmak istiyordu. Sessizce... Bir dilsiz edasıyla gözleriyle konuşmak istiyordu. Yıllar sonra ilk defa bir insanın onu hem anlamasını hem anlamamasını istiyordu. Kendisi konuşmadan içindeki deli fırtınaların şiddeti fark edilsin istiyordu. Yorulmuştu artık genç adam! Kendi hayatından feragat edip nefret ettiği hayatı yaşadığı için bitap düşmüştü. Artık o her istediğini yapan genç adam değildi. Henüz otuzlarının başında olmasına rağmen kendisini oldukça yaşlı hissediyordu. Ne uğruna savaş verdiğini hatırlayıp kendine gelmeye çalışsa da yalnızlığı onu kaldırmasına izin vermiyordu. Herkesi kandırıyordu fakat bir yalnızlığını kandıramıyordu.

"Abi?"

Onur duyduğu ses ile pozisyonunu bozmadan ona doğru yürüyen Yüksel'i izledi. Yanına kadar gelip bir iki adım ötesinde durduğunda:

ÇÜNKÜ SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin