•Bölüm 10• AŞK GİBİ

99 11 0
                                    

Büyümek için tatlı bir heyecanla koştuğu o çakıl taşlarının kanattığı dizlerinden anlamıştı büyümek; aslında özgürlük demek değildi. Büyümek; bileklerine dolanan prangaların esareti altında yaşama tutunma çabası ya da tekrar çocuk olamayacağının bilinciyle sancıyan kalbinin bir an önce durmasını dilemek demekti. Aslında kadın için büyümek, yaşarken ölmek tabiriyle eş değerdi. Acıların, hasretin sevdanın prangası altında mutlu olmayı bekletecek kadar saçma bir olguydu. Henüz on altı yaşındayken büyümenin ne demek olduğunun farkına varmış, vardığı günde büyüdüğünün gerçekliğiyle sarsılmıştı. Ailesi kadının ayaklarına prangalar bağlayarak hayallerinden, çocukluğundan ve mutluluğundan söküp koparmış, ona karanlık odadan bir hayat biçmeye çalışmışlardı. Ayağındaki prangalardan memleketini terk ederek küçükken büyümenin özgürlük olduğu umuduyla kurtulduğunu sanırken sekiz yıl sonra bugün aslında bileğindeki prangaların arttığını görmüştü. Hasretin, ihanetin, sevginin ve aldatılmışlığının paslı zincirleri tüm bedenine sarılarak bir bütün haline gelmişti. Büyümek; özgür olmak, dilediğini yapmak demek değildi. Büyümek; körelmiş bir kalp, saflığını yitirmiş bir ruh, göz yaşından dikilmiş bir gömlekti.

Yüreğinin karanlığına ayna tutmuş gözlerini mavi denize çevirip rüzgarın saçlarını geriye doğru savurarak yüzünü yalamasına izin verdi. Okuldaki mesaisi biter bitmez soluğu onu en iyi anlayacak masmavi gökyüzünün yansıyan rengiyle yeryüzünde salınan denizde almış, saatlerce kendisiyle konuşup onun sükunetini dinlemişti. İçinde bir yerlerde saklandığını düşündüğü o küçük kız çocuğunu aramış, bulamamanın vermiş olduğu hissiyatla kendini sahilin buram buram yalnızlık kokan kollarına atmıştı. Bir önceki gün yirmi küsür yıllık hayatının ihanetiyle sarsılmış, hala gerçekliğini idrak etmekte güçlük çekiyordu. Titreyen bedenini kolları arasına alıp acısını yok etmek istercesine kendine saran adam ile birilerinin artık içinde sakladığı acıları gördüğünü anlamış, yalnızlığın hırkasını bir anda olsa koltuğun kenarına bırakmıştı.

Onur denen adamda anlamlandıramadığı bir şeyler olduğunu hissediyordu. Bakışlarındaki o uzaklık her ne kadar insanları üşütüp, arkadaşlarının dediği katil sıfatı gibi görünse de bir tarafı o ıssız toprakları görüyordu. En ihtiyacı olduğu anda onu geri çevirmeyen bu iri yarı adama içten içe inanıyor, adının yanına cani kelimesini yakıştıramıyordu. Bir kadının göz yaşlarını silen eller nasıl olur da başka bir insanın canını alabilirdi ki?

Gözlerini denizden alıp kolundaki saate bakarken uzun zamandır sahilde olduğunu fark edip biraz ileriye park ettiği arabasına doğru yürümek için bir adım atmıştı ki çantasından gelen telefon sesiyle durdu, çantasını karıştırmaya başladı. Telefonu bulur bulmaz arama kapanmadan hemen onaylayıp kulağına dayadı.

"Alo, Kumru? Çıktın mı okuldan?"

"Evet, çıktım. Şimdi eve gidiyordum."

"Anladım. Şey diyecektim ben. Akşam müsaitsen beraber dışarıda yemek yiyelim mi?" diyen Yusuf ile gözlerini tekrar denize çevirdi. Yusuf'un ne yapmaya çalıştığını anlıyor yapmaması için içten içe yalvarıyordu ancak onu kırmamak için bu yakarışı dile getiremiyordu. Dün gece evine sarhoş gelip az da olsa hissettiği acıyı dile getirirken o an Yusuf'u kaybetmekten korktuğu bir arkadaştan öte görmediğini söylemek istemiş ama koltukta sızan adam ile kelimeleri boğazına dizilmişti. Zaten sarhoş bir insana bir şeyler anlatmaya çalışmak ne kadar mantıklıydı onu bile bilmiyordu.

"Tabi, müsaitim." derken her şeyin kaybetmek istemediği arkadaşı için olduğunu söyleyerek kendini teskin etti.

"Tamam, o zaman akşam yedide alırım seni. Görüşürüz." Genç kadın kapanan telefonu çantasına atıp boğulduğu düşüncelerin arasına yenilerini ekleyerek arabasına doğru yürüdü.

ÇÜNKÜ SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin