•BÖLÜM 8• İHANETİN HANÇERİ

101 13 1
                                    

Dakikalardır oturduğu dönen sandalyede elinde sıkıca kavradığı gümüş işlemeli silahını süzüyordu. Bu metal yığınını parmakları arasına alalı çok olmamıştı ancak kısa sürede namı her tarafa dağılmıştı. Asıl düşmanı namlunun ucuna dayadıkları insanlar değil, gözlerini bir an olsun ayırmadığı silahıydı ama ne demişler; dostunu yakın, düşmanını daha da yakın tutacaksın. Genç adam ilk düşmanını silahından çıkan kurşun ile öldürmemişti. Onu kendi elleriyle neşterin attığı bir çizik ile öldürmüş, herkesin korktuğu o adama dönüşmüştü. Marifet neşterde değildi aslında. Marifet babasını kendi elleriyle öldürmüş adamdaydı! Herkes adamın gözlerindeki gökyüzünden yağan sağanak yağmurun altında kalmış, sırılsıklam olmuştu. Onur yağmurdan ölesiye korkup dört bir tarafa dillerinden dökülen nefretle dağılan bir dolu insan sürüsü görmüştü etrafında. En başta annesi! Annesinin gözlerinde eşini öldürmüş, hiç doğmaması gereken lanet bir evlattı. Bunu hiç çekinmeden gözlerinde ve sözlerinde belirtmekteydi.

Genç adam tüm bunlara katlanmak zorunda değildi ancak adam için olması gereken buydu. Yanına doğru yaklaşan adım sesleriyle eğik başını ağırca kaldırıp ona korkuyla yürüyen adama baktı. Gözbebekleri dahi korkuyla titrerken yine de içindeki korkuyu belli etmemeye çalışarak ellerini önünde birbirine bağlamıştı.

"Adamın uyandığını haber vermek için geldim, abi." Diyen adamına kafasını aşağı yukarı sallayarak cevap verdi, gözleriyle çıkması için kapıyı işaret etti.

Çıkan adamıyla beraber tekrar gözlerini silahına çevirdi. Her zaman kendi için kullandığı silahını şimdi bir kadın için kullanacaktı. Üstelik sadece birkaç kez gördüğü, tanımadığı bir kadın için! Hep dönüp sordu kendine; neden? Onun için basit bir araştırma yüzünden İstanbul'da tüm işini bırakıp aptal bir adamın peşine düşmüştü. Neden adamlarını bunun için görevlendirmek varken bizzat kendisi peşine düşüyordu ki? Aklındaki diğer tüm sorular gibi bu da cevapsız kalmıştı ancak adam cevap bulamadığı için mutluydu. Peşisıra gelecek cevapların hayatını ne denli etkileyeceğini bilmediğinden korkuyordu. Yavaşça oturduğu sandalyesinden kalkıp elindeki silahla beraber bulunduğu odadan çıkıp büyük, soğuk deponun ortasına doğru yürümeye başladı.

Adım sesleri boş depoda yankılandıkça elleri ve gözleri bağlı şekilde tahta sandalyeye oturtulan İsmail'in alnındaki terler yanağına doğru süzülüyordu. Ecelinin ona doğru yürüdüğünün farkındalığıyla bedeninin titremesine engel olamıyordu. Birkez daha boş depoya doğru bağırıp, sesinin yankıyla ona dönüşünü dinledi.

"Sizde kimsiniz? Ben... Ben sizi tanımıyorum."

Onur adama doğru yaklaşıp önünde duran sandalyeyi ters çevirerek rahatça oturdu. Öne doğru eğilip sandalyeye yaslanırken silahını bilerek göz önüne sermişti. İsmail'in iki yanında duran adamlarına baş hareketiyle gözlerini açmalarını söyleyip gözleri açılan adamın her mimiğini izleyip, korkusuyla zevk almaya baktı.

Gözleri açılan İsmail karanlıktan sıyrılıp birden masmavi bir dünyayla karşılaşınca karanlığın onun için daha iyi bir seçenek olduğuna kanaat germişti.

"Bizi tanımıyorsun ama Kumru'yu tanıyorsun sanırım."

İsmail'in duyduğu isimle kanı çekilmiş, yıllar önceki ismin tekrar karşısına çıkmasının şaşkınlığını yaşıyordu. Karşısındaki korkunç adam kimdi ki ona bunu soruyordu? Aklında o kadar çok soru birikmişti ki göz göze geldiği adamla bunların hepsini unutmuştu. Şu an tek düşündüğü buradan sağsalim çıkabilmekti.

"Kum..Kumru' da kim?" Derken gözleriyle tedirgin bir biçimde tüm depoyu talan etmişti. Bedeninden dışarı süzülen ter onu sırılsıklam etmiş,canının korkusuyla onu bile düşünecek mecali yoktu.

ÇÜNKÜ SENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin