Bölüm3 -Melanie-

647 37 4
                                    

Okuldan geldiğimden beri beş saattir aralıksız ders çalışıyordum. Herkes partide eğlenirken benim eğlencemde ders çalışmaktı. Okulun silik kızıydım. Cidden çok siliktim. Topu topu bir tane arkadaşım vardı ve onun da ağabeyi hep benimle uğraşıyordu. O yüzden onlara gitmeyi sevmezdim. Bu yüzden oturmuş ders çalışıyordum. Genellikle kafamı dağıtmak için ders çalışırım ve sıkılmam ama bu gün nedensizce içime bir sıkıntı çöktü. Sanırım herkes partide eğlenirken benim burada oturmamdı sorun. Tam bir soruya yoğunlaşırken annemin mutfaktan gelen sesini duydum. Kalemimi test kitabımın arasına koydum ve kapağı kapatıp annemin yanına, mutfağa gittim. Annemin yanına gittiğimde annem patatesleri soyuyordu. Bana bakmadan konuşmaya başladı, "Ekmek almaya gider misin, tatlım?" Gözlerimi devirip bıkkınca bir nefes verdim.

"Hayır desem de yine de gideceğim, değil mi?"

"Evet," dedi melodik bir biçimde.

"Para verir misin?"

"Babanın cebinden al."

"Abur cuburda alabilir miyim?" dedim yavru kedi bakışları atarken. Kafasını olumlu anlamda salladı ve ben yatak odasına gidip babamın pantalonunun cebinden parayı aldım. Sonra da bakkala gitmek üzere dışarı çıktım. Apartmandan çıkınca soğuk hava bütün bedenimi esir aldı. Tanrım! Hava çok soğuktu. Apartmanın henüz kapanmamış kapısından içeri girip eve çıktım ve zili çaldım. Annem kapıyı açtı ve kalın hırkamı bana uzattı. Akıllı kadın. Hırkayı alıp hızlıca üzerime geçirdim ve az önce çıktığım merdivenlerden geri inerek apartmandan çıktım. Üzerimde hırka olmasına rağmen hava hala soğuktu ama yavaş yavaş ısınmaya başlamıştım. Sakince yürümeye başladım. Yol boyunca beş metre aralıklarla kaldırıma koyulan banklardan birinde uzun sarı saçlı bir kızın oturduğunu gördüm. Havanın soğukluğuna rağmen çok ince giyinmişti. Üzerinde zombilerle ilgili bir tunik vardı ve altında sadece siyah bir jartiyer çorabı vardı. Siyah botlar giymişti ve yine siyah olan bir ceket önünde parçalanmış olarak duruyordu. Suratı ifadesizdi. Çok ifadesizdi. Önünden geçerken gözlerimi ondan alamadım. Onda bir tuhaflık olduğu hissine kapılmıştım. Bu soğuk havada neredeyse sadece bir tunikle nasıl üşümüyordu? Önünden geçen diğer insanlarda ona benim gibi tuhaf bakıyordu. Yanına gidip ne olduğunu sormalı mıydım acaba? Sormadım ve önünden öylece yürüyüp gittim. 

Aldığım çikolatayı yerken -annem yemekten önce yememe izin vermediği için dışarıda yiyordum- yeniden az önce önünden geçtiğim kızı gördüm. Bıraktığım gibi duruyordu. Bir milim bile kıpırdamamıştı. Belalı bir tipe benziyordu ama yine de çok meraklıydım ve kızın önünden geçerken yanına oturdum. 

"Hey, sen iyi misin?" diye sordum endişeli bir ses tonuyla. Cevap vermedi. 
"Bir şeye ihtiyacın var mı?" Cevap yok.
"Konuş benimle." Cevap yok.
"Belki yardım edebilirim?"

"Ah, inan bana, edemezsin," sesi sertti. Sanki başından defolup gitmemi istiyormuş gibi.

"Adın ne?" Bana bakmıyordu ve yine cevap vermemişti. "Üşüyor olmalısın. Hava çok soğuk."

"Üşümüyorum. Yanıyorum. Anlıyor musun, yanıyorum." Uzanıp elini tuttum. Buz gibiydi. Hemen hırkamı çıkartıp omuzlarına koydum. "Üşüyorsun işte."

"Neden defolup gitmiyorsun? Yalnız kalmak istiyorum." 

"Kötü görünüyorsun, seni nasıl bırakıp gidebilirim?"

"İyiyim ben, gider misin artık?"

"Pekala!" dedim pes ederek. Sonra da arkamı dönüp evime doğru yol almaya başladım.

~

"Yemek çok güzel olmuş, anne. Eline sağlık," dedim son lokmamı da yutup. Tabağımı ve bardağımı alıp bulaşık makinasina koydum ve tekrardan odama çıktım. Yarınki derslere küçük bir hazırlık yapmak için dersimin olduğu kitapları çıkardım ve konuyu okudum. Konuyu okumayı bitirdikten sonra anladığım kadarıyla da test çözdüm. Tiffany çok inek olduğumu söylüyor. Durmadan ders çalışıyormuşum, eğlenmeyi bilmiyormuşum. Ders çalıştığım zaman yüksek notlar alıyorum ve bu geleceğim için güzel bir şey. Tiffany en iyi arkadaşım ama beni böyle yargılamasından nefret ediyorum. Alison, Jess, Anna, Ashley ve diğerleri gibi popüler olmayabilirim, böyle bir şeyde istemiyorum ama ilerleyen zamanlarda, mezun olduktan sonra, aile parası bitince hepsi ne kadar güzel ve havalı olursa olsun, dalga geçtikleri 'ineklerden' birinin emrinde çalışacaklar. Ben kimsenin emrinde çalışmak istemiyorum. Kendi başarımla, kendi ilerlediğim yolda en iyisi olmak istiyorum. Belki biraz utangaçım, tamam çok utanaçım ama bu, benim iyi bir yerlere gelemeyeceğim anlamına gelmez. Ben özgür olmak istiyorum. Kimse bana emir versin istemiyorum. Bu ineklik değil, bu hayal. Uzunca bir süre çalıştıktan sonra bastıran uykum sayesinde kitaplarımı yerine yerleştirdim. Işığı kapattım ve yatağıma girip yattım. 

Sabah çalan alarmımla uyandım ve gerindim. Alarmı susturdum ve kendime gelebilmek için biraz yatakta durdum. Sonra kalkıp banyoya girdim ve rutin işlerimi hallettim. Dolabımdan numaralandırıp kombinlediğim kıyafetlerimden birini çıkarttım ve giydim. Aşağı indiğimde annem ve babam kahvaltı ediyordu. Sabahları okula gittiğim için kahvaltı etmezdim. O yüzden ağzıma bir salam tıktım ve ikisini de öpüp evden çıkarak okula doğru yol almaya başladım. Birden susadığımı hissettim ve çantamdan su almak için çantamı omzumdan çıkardım ve yere koydum. Eğilip çantamı açtım ve suyumu aradım. Sanırım su almam gerekiyordu. Çantamın fermuarını çekip tekrar omzuma taktım ve yönümü değiştirerek bakkala yürümeye başladım. Bakkala giderken dün gördüğüm kızın hala bankta benim onu en son gördüğüm halde oturduğunu gördüm. Hemen yanına koştum.

"Ciddi olamazsın, bütün gece burada mı kaldın?" Hırkamı çıkarmış ve ceketini parçaladığı gibi parçalamıştı. O hırkayı seviyordum. Donuk gözlerini baktığı yerden çekmedi. Bakışlarını takip ettim ve karşı kaldırıma baktığını gördüm. Orada kimse yoktu. Bu kız neye bakıyordu böyle? "Evine gitmelisin, ailen merak ediyor olmalı," dediğim an pişman oldum. Belki de ailesi ölmüştü? "Okulun yok mu senin?" Neden burada olduğunu, ne yaşadığını çok merak ediyordum ama benimle konuşmayı kesinlikle reddediyordu. "Lütfen konuş benimle," diye yalvardım en sonunda. Bu çok sinir bozucuydu. Bir şeyi çok merak ediyorsun, aradığın bütün yanıtlar karşında oluyor ama bir türlü söylemiyor. Bu kesinlikle haksızlık. Yanına oturdum ve elini avcuma aldım, "Sana ne oldu?" diye en ciddi ses tonumla sordum. İçimden de 'Lütfen cevap versin, lütfen benimle konuşsun' diye yalvarıyordum. Kafasını yavaşça bana çevirdi ve tam gözlerimin içine baktı. Bende haliyle onun gözlerinin içine baktım. Masmaviydi. Hep mavi gözlerim olmasını isterdim. Mavi bana ulaşılmaz bir renk gibi gelirdi çünkü etrafımdaki kimsenin gözü mavi değildi. Mavi gözleri resmen içime işlemişti. Çok tuhaf bakıyorlardı. Sanki yardım çığlıkları atıyor ama sesini kimse duymuyor gibi. Birden, onun ne kadar çok şey yaşamış olabileceğini düşündüm. Sonuçta tüm gece burada kalmış ve tek bir yere odaklanmıştı. Konuşmuyordu, yemiyordu, içmiyordu. Üşümediğini söylüyordu ama elleri buz gibiydi. Onun için üzülmüştüm. Ne olduğunu bilmeden. Avcumdaki elini geri çekti ve o sert sesiyle konuştu: "Biliyor musun? Bana ne olduğunu bilmiyorum."

"Ne demek istiyorsun?"

"Bunu asla anlatamayacağım. Ve sende asla anlamayacaksın." Gizemli konuşması beni daha çok meraklandırıyordu. Neden şiirvari konuşuyordu ki? Söyle gitsin işte. Son bir umutla derin bir nefes aldım, "Sana yardım etmek istiyorum."

"Edemezsin!" diye cırladı. Korkmuştum. Geri çekildim. "Git. Yalnız kalmak istiyorum." Onu daha fazla sıkmak istemedim ve oturduğum banktan kalktım ve onu bakıştığı kaldırımla tek başına bıraktım. Bu fazla tuhaftı.

Yeni bir bölümle tekrardan merhaba!! Hatırlatmak amaçlı tekrardan söylüyorum, bu hikayeyi iki kişi birlikte yazıyoruz ^^ (MissPerfect00 [Beyza] - Exputuneks [Tuğçe]) Yeni bölüm +5 vote olduktan sonra gelecek. Okuyan herkese teşekkür ederiz ve yorum yaparsanız çok seviniriz :DD

SİHİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin