Linç etmek serbesttir diyeceğim ama artık bu hikayenin bekleyeni kalmadığı için susuyorum :')
Sadece, eğer hâlâ bu yıkık fici bekleyen varsa NE OLUR yorum veya nokta koyun :'(
Ve, söz verdiğim gibi bu bölüm sana bebeğim tearftjin ♥
Hatalarım varsa affola, iyi okumalar!
Ağlar mıydı insan sebepsiz yere, canı ruhundan çekiliyormuş gibi ağlayıp güler miydi hemen ardından; dahası acı çeken yüreğine inat parlar mıydı gözbebekleri? Ben gülüyordum, yüzüme taktığım yalan maskelerini kullanmaya o kadar çok alışmıştım ki içim kan ağlarken gülmek artık beni zorlamıyordu. Zira bakışlarım can sızıma değdiğinde yüreğimi burkuyor, kalbimi dağlıyorlardı, buna dayanmak için sadece sahte gülüşlerime tutunuyordum. Dağılıyordum yavaş yavaş, avuçlarım kanamış ve kalbim oluk oluk kanla dolmuştu; attığım her adım bile benim için kazılan çukurlara denk gelirken Jeongguk'un sevgisi uğruna çıktığım bu yol bana işkence değil miydi?
Parmak uçlarım beyaz tişörtümün yumuşak kumaşına sürtündü, ellerim işini bilircesine bir çırpıda askıyı dolaptan alıp yatağıma fırlattığında katlı pantolonların arasıdan da açık kotumu bulup derin bir nefes aldım. Duvarda asılı saatin tik takları beynimde derin yankılar uyandırıyor, zaten ağrıyan başımı daha da beter yapıyordu. Yalpalayan adımlarla yatağıma ilerledim, bir çırpıda hazırlanıp ellerim yumuşak saçlarımı dağıtırken komodinin üzerinde duran küpelere uzandım, lakin şansıma sadece küpeleri değil çallar saati ve yanında birkaç kalemi de düşürmüştüm. İyice gerilen sinirlerim, tutulan boynum ve ağrıyan başım bana hiç yardımcı olmuyordu, yine de sakin bir şekilde yere çömeldim ve düşen eşyaları sabırla topladım parkeden. Son küpemi de alıp kalkacağım sırada yatağımın altında, gün ışıklarının bile çekinerek vurduğu beyaz kutu çarptı gözüme, ince bir sızı çoktan sarmıştı şimdi yüreğimi.
Elimdekileri yatağımın üzerine gelişi güzel bıraktım, hızlı hareketlerle yere çömelip tozlarla kaplı yatak altıma kolumu sokarak karton kutuyu bir çırpıda çıkardım gün yüzüne. Ortaya çıkan tozlar yüzünden hafif bir öksürme gıdıkladı boğazımı, dudaklarımı birbirine bastırıp yavaş hareketlerle yatağıma oturdum tekrardan. Ellerimde tuttuğum bu narin kutunun içine koyduğum anılarım parçalarcasına saplandı kalbime, zira onları buraya koyarken asla unutmayacağıma dair bir söz vermiştim kendime; oysa bir yıldır asla açmadığım kutuyu görmek dünden beri yerine gelmeyen kafama ağır bir balyoz gibi vurmuştu. Bir yıl önce bu kutuyu, Jeongguk ve Minsoo'nun yıldönümlerinde gözlerindeki sevgi ışıklarını gördüğüm için doldurmuştum; çünkü bakışlarındaki aşk yüreğimi köreltmiş, gözyaşlarıma bir bir yol vermişti o gece.
Titreyen ellerle kutunun tozlanmış kapağını sildim, artık eskisi kadar parlak gözükmeyen kirli yüzeyine hasretle bakmak kalbimi kırıyor, titreyen ellerim ve dolan gözlerim ruhumun gerildiği çarmıhı daha da derinlere saplıyordu. Dünden beri üzerimden gitmeyen o hüzün hali şimdi kahıra dönmüştü birden, Jeongguk'un, benim güzel Jeongguk'umun, acılarını tüm gece omzumda sırtlamış ve sabaha kadar uyuyamamıştım. Saçlarını okşamıştım yavaş yavaş, o akıtmadığı gözyaşları içinde güçlü gözükse bile içten içe kırılmış küçük bir oğlandı ve o küçük çocuğu gecenin zifiri karanlığı arasında koynumda avutmuştum. Dökmediği her gözyaşına ağıtlar yakıyordum kendi içimde, ağlasın istiyordum fakat ağlarsa da kendimi kaybedeceğimin bilincinde olmak bana kafayı yedirtiyordu; yine de tüm gece sessizliğimi koruyup anca susmuştum.
Kutunun kapağını bir çırpıda açıp içinde bana göz kırpan fotoğraflara baktım; canımın teli sızladı usulca, gözbebeklerim bile hasretle yanarken ürkek bir şekilde aldım elime birkaç fotoğrafı. İlkinde Jeongguk'un boynuna sarılmış bir halde kameraya bakarak gülümsüyordum; ikincisindeyse Jeongguk'un dizlerinde yatıyordum ve o da parmaklarını saçlarımın arasına gizlemiş bir şekilde gülümsüyordu. Diğerleri de buna benzer şekilde ikimizi konu edinen manzaralardan ibaretti; içlerine gizledikleri onlarca saklı mutluluğa imrenek ve özlemle baktım.