Karakterleri eleştirmeden önce, onları iyi anlayın lütfen. Karakterleri analiz ederek okuyun ve neden bunu yaptı, keşke yapmasaydı gibi yorumlar okumak istemiyorum. Sadece empati yapın ve Taehyung gibi taparcasına aşık olduğunuzu düşünün.
Hatalarım varsa affola. İyi okumalar!
İnce bir çizgide ilerlemeye başlayalı çok oluyordu, adımlarımı her daim düşmemek için dikkatli atalı ve her bir hareketin sonuçlarının hesaplarını yapmayı öğreneli de; kısacası hayatta kalmak adına tüm içgüdülerimi devreye sokmuştum, lakin çıktığım yoldan da dönmeye cearetim yoktu. Jeongguk'u sevmek, aşık olmak, mimiklerine kapılmak çok güzel ve özel zamanlardı benim için; bazı zamanlar sadece bana verdiği acıya bile hasret kalıyor olmak aklımın sınırlarını zorlamama sebep olsa da umursamıyordum. Ancak ipin üzerinde bocalamış, ayaklarım boşluğa sallanmıştı bir kere, düşüyordum ve kurtulmanın başka da bir yolu yoktu işte; ben de tutunmadım, zira hareket etmeye bile mecali kalmayan bedenimle yere çakıldığım an tüm sesler susmuş, kuşlar kanatlarını açarak terk etmişlerdi beni.
Hiç sorgulamamıştım, Minsoo'nun dediklerini çok düşünmüş ama araştırmamıştım; acım, diğer yaşantıların ve tecrübelerin açtığı yollara tuz biber olurken sorgulamak yerine inanmak daha kolay ve tasasız gelmişti. Hataydı, her zaman hata olduğunu biliyordum ama Jeongguk'a soracak gücüm de kalmamıştı kalbimde. Kısacası dibi görmüş ve bir daha da çıkamamıştım o kuyudan. Şimdiyse Jeongguk bana doğruları gösteriyor, bir yıldır kendimi kandırıp durduğum aynaları bir bir kırıyordu; nasıl karşı koyabilirdim ki ona, nasıl dur der, nasıl sustururdum güzel dudaklarını?
Yapamazdım. Yorulmuştu artık içimdeki kırık bülbül, daha kaç kez ben Jeongguk'a kavuşayım diye kalbine hançer misali dikeni saplamak zorundaydı? Ruhum çekiliyordu ya yavaş yavaş, ölüyor ve parçalanıyordum pare pare ve ne yazık ki her şeye ilaç olan zaman bana zehir olmuş, yavaş yavaş sonumu işlemişti. Üzülemiyordum bile, ben bu sonu, kendi hazin sonumu, ellerimle yazmış, tırnaklarıma topraklar girse dahi mezarımı kazmıştım yavaş yavaş; zaten en sancılı ölümler de böyle olmaz mıydı?
Fakat artık dursun istiyordum; bu hazin acı dursun ve bir kez mutlu olayım. Ben de güleyim ve etrafa ışık saçayım, sevdiğim adamın ellerini tutayım, bir ömür mutlu olayım istiyordum. Kolay gözüküyordu, ama Jeongguk'un bana uzattığı eli tutmak demek, bir yılı acı acı kabullenmek demekti. Ve, tanrı şahit, en az Jeongguk kadar bencil olduğumun da farkına varmıştım; zira her zaman onu bu özelliğiyle suçlasam bile benim de ondan bir farkım yoktu malasef.
Kirpiklerimi yavaş yavaş arladığım sırada gözlerime keskin bir ağrı saplandı; kapalı perdelerin arasından sızan ışık yüzüme vuruyor, ılık bir serinliği bahşediyordu. Aklıma dolan dün gecenin anıları bana el sallarken huzursuzlukla kıpırdandım, en son hatırladığım şey Jeongguk'un göğsünde iç çekişlerimdi, şimdiyse sıcak yatağımda uzanıyordum. Üzerime örtülmüş yorganda dinlenen ellerimi yanıma attım ancak küçük yatağımda herhangi bir sıcaklığa rastlamıştım. Bu nedensiz bir huzursuzluğun göğsüme çöreklenmesini sağladığında kulağıma dolan bir nefes sesi bakışlarımı kapıda elinde bir tepsiyle duran Jeongguk'a kaydırmış, bakışlarım ne olduğunu anlamak ister gibi üzerinde gezinmişti.
"Günaydın," diye mırıldandı yanıma gelirken, ben de o sırada kendimi kalkamayacak kadar yorgun hissettiğimden dolayı olduğum gibi durmakla yetindim; o ana kadar fark etmediğim, yatağın hemen yanına koyulmuş eski sandalyeye oturdu, elindeki tepsi de çoktan komodinin üzerindeki yerini almıştı. Cevap vermemiş olmama rağmen dudaklarında beni karşılayan güzel bir gülümseme meydana geldi, sıcak elleri sanki korkuyormuşçasına birbirlerine kenetlenmişlerdi. "Ne zaman uyanacağını bilmediğim için kahvaltı hazırlamıştım, ama çoktan uyanmışsın." Konuşurken arada kaçırdığı gözlerinden ve sürekli parmaklarını sıkıştırmasından çekindiğini anladım ve bu, canımı daha da yaktı. Sadece saniyeler içinde sorular kafama doluşurken Jeongguk'un bana karşı eskiden olan sevgisinin bile kalmaması düşüncesi en büyük korkularımı diriltti.