- - -
19 | Biz ikimiz bir aileyiz
"Bazen bağırıp çağırmanı beklediğim şeylere karşı o kadar tepkisiz kalıyorsun ki böyle küçük şeylere küfür edip sinirlenmen çok tatlı." Jimin odasına ilerlemek için arkasını dönmek yerine aynadan bakışlarımızı birleştirerek bana doğru ilerlerken gülümsüyordu. Sonunda önümde durduğunda "Bana bırak." diyerek dakikalardır cebelleştiğim kravatı parmaklarımdan sıyırdı.
Onu ve giydiklerini kısa bir an inceledim. Kendi kravatı da harika bağlanmamıştı ama şimdi burada durmuş sanki tüm hayatını kravat bağlamaya adamış gibi çok odaklanmış görünüyordu. Bu da onda tatlı görünen şeydi işte.
"Sorun ben de değil, onda." dedim gülmemeye çalışırken ve o gömleğimin yaklarını indirirken ben kravatından tutup uzaklaşmasını önledim. Sanki az önce cebelleşen ben değilmişim gibi çok rahat bir şekilde kravatını açıp yeniden bağlarken yarım ağız sırıtarak bana bakıyordu. Eh, kendiminkini iyi bağlayamıyor oluşum bir başkasınınkini bağlayamayacağım anlamına gelmiyordu.
"Geciktik." diye mırıldandı bundan keyif alır gibi görünen bir tavırla.
"Sana söyledim." dedim ben de. Çünkü milyon defa tekrarlamıştım. O bizi oyalamaya devam ederken ben kurulu saat gibi sürekli işe gecikeceğimizi söylüyordum.
"Biliyorum ama tüm suçu bana atma." Kravatını bıraktığımda benden bir adım kadar uzaklaştı. "Geç kalmamak için birlikte yıkanmayı kabul etmedikten on dakika sonra saçlarımı köpüklüyordun."
Bunu yalanlayabilir miydim? Hayır. Peki zeytin yağı gibi üste çıkabilir miydim? Tabii ki de evet.
"Seninle yıkanmazsam gece uyurken beni bıçaklamakla tehdit ettin Park!" Gözlerimi abartı bir şekilde büyüttüm. Sonuç olarak gecenin bi' yarısı kalkıp beni bıçaklamayacağını ikimiz de biliyorduk. Ama söylemiş miydi? Söylemişti. Bu da onun sorunuydu.
"Shh!" Oyuncu tavrımdan etkilenmeden etrafına bakındı ve bir anda gerçekten de şirketin orta yerinde, dekor için konulmuş devasa bir aynanın önünde birbirimizin kravatlarıyla uğraşırken gereğinden fazla sesli didiştiğimizin farkına vardım. Sanki hala evde gibi rahat olmamızın kaynağın neydi bilmiyorum ama Park Jimin bir şekilde bana bile etraftaki insanları unutturmayı başarmıştı. Şimdi durup bakınca çoğu çalışanın işini bırakıp bizi izlediğini fark etmek sinir bozucuydu. "Baban saat dokuz yönünde öldürücü bakışlar atıyor."
Gözlerimi kapatıp yüzümü buruştururken Jimin bundan yararlandı ve dudaklarıma bir öpücük kondurup sırtımı pat patladı. Ben "Acaba ne zaman normal bir yaşantım olacak?" derken o kıkırdayarak beni sürüklemeye çalışıyordu.
Gözlerimi açmadan sızlanarak onun çekiştirmelerine tepki verdiğimde "Normaller sıradanlar içindir Yoongi-ssi." dedi. "Ben senin hayatını mükemmelleştirmek için buradayım."
- - -
"Gel Yoongi, otur."
Babama ait odanın girişinde, bir elimle cam kapıdan tutarak beklediğimde o bana acilen ilgilenmem gereken bir iş söylemek yerine masasının önündeki koltukları işaret ediyordu. Pek inandırıcı bir sahne değildi bu yüzden kapıyı bırakıp içeri adımlamam için önce olayı yeniden gözden geçirip algılamam gerekmişti.
"Ne oldu?" dedim sesimin ters çıkmasına engel olamayarak. Kutuyu bana verdiği günden bu yana onunla olabildiğince az iletişim kurmaya özen gösteriyordum. Bu içimden gelen en geri çevrilmez istekti. Elimde olsa onu tamamen hayatımdan çıkartmak da isterdim gerçi. "Önemli işlerim var."