- - -
20| Gitmemi istemezsen gitmem
Eğer bakışlarımla adam öldürebilmek gibi bir yeteneğim olsaydı muhtemelen Jimin tam şu an yok olurdu ve biz onun mezarının başında bekliyor olurduk.
Geri zekalının tekiydi çünkü. Amacı beni sinirlendirmek miydi yoksa onun gerçek, doğal davranışları mı böyleydi emin olmak zordu ama ne olursa olsun tam şu an çatık kaşlarımı fark etmemesi imkansız bir ihtimaldi. Üstelik kucağımdaki Holly'e bile gergin değildim. Sinirlenmeden bize dahil olan her şeyle bir uyum yakalayıp ayak uyduruyordum. Bu tüylü yaratıkla bile o kadar harika bir uyum yakalamıştım ki şimdi kollarımda uyumak üzereydi.
Ve ben ne yaparsam yapayım dikkatimi dağıtamıyordum.
Sonunda, canıma tak etmiş gibi "Hayatım." dedim. Sadece onun anlayabileceği bir yapmacıklık vardı kullandığım tonda ama o anlamak ister mi emin de olamıyordum çünkü Park Jimin sadece işine geleni anlamaya bayılıyordu. "Çok üşüdüm ben, yatak odamızdan ceketimi getirebilir misin?"
Bakışları yanında oturmuş durmaksızın konuşmaya devam eden biricik arkadaşından bana doğru kaydığında kaşlarını büyük bir şaşkınlıkla kaldırmış baştan aşağı çekinmeden beni süzdükten sonra tam gözlerimde son vermişti macerasına. Bu sırada da sanki derdimin zerre farkında değilmiş gibi "Yoongi," diyordu. "Havanın kaç derece olduğunun farkında mısın?"
Tamam, bu havada ceket istemek belki de aklıma gelecek en saçma bahanelerden birisiydi ve ben bunu inkar edemezdim çünkü her ne kadar tam anlamıyla yaz gelmemiş olsa da hava en azından evin içinde tişörtle gezmemize neden olacak kadar bunaltıcıydı ama aklıma başka bir şey gelmediyse ve ben iki saat mantıklı bir bahane bulmak için uğraşmak istemediysem de bunu yargılamaya hakkı falan yoktu. Aksine beni bu kadar saçma bahanelere sürüklediği için suçlu hissetmesi gerekirdi.
Gözlerine bakıp derin bir nefes alırken "Üşüdüm." dedim. "Ne yapayım vücuduma bu havada üşüyemezsin falan mı diyeyim Jimin? Üşüdüm işte."
Dudaklarını tatlı bulacağım bir şekilde büküp benim aklımla oynamayı seçerken yerinden kalkmak için hareketlendi ve sözlerine ara verip bizi dinleyen arkadaşına dönmeden önce "Peki madem," dedi. "Ben gidip getireyim. Sen kalkma tabii, Holly uyanmasın." Gözlerime o imalı, hesap soran bakışlarından attı. "Çok güzel uyutmuşsun bebeğini."
Gülümsedim ve başımı tatlı tatlı sallarken ona itiraz etmedim.
O arkasını dönüp merdivenlere ilerlediği anda da bakışlarımı salonumuzun ortasındaki masaya ayaklarını rahatça uzatmış, kendi eviymişçesine rahat rahat takılan çocuğa çevirdim. Zamanında kendi evimde kendi arkadaşlarımı ağırlarken hepsinin böyle rahat takıldıklarının da farkındaydım ama biz bir noktada evlenmiştik. Burası bizim evimizdi, artık bu evin bir 'evli' ağırlığı falan vardı. Belki abartıyordum ama ne olursa olsun haklı olduğum yanlar olduğu gibi bir de çocuğa uyuz oluşum ekleniyordu üzerine.
O da bana aynı şekilde baktığında görebiliyordum. Sağlam pabuç olmadığını bir şekilde biliyordum. Kaldı ki daha öncesinde Jimin ile ikisini takılırken sık sık görmüştüm. Şimdi gözüme daha bir itici geliyordu.
"İkiniz-"
Ağzını açtığı gibi cümleyi geçtim ilk kelimesini bile kuramadan ayaklandığımda o ne olduğunu şaşırmış bir şekilde ağzı açık n'aptığıma bakakalırken ben de ona aynı uyuzlukta bir bakış sergilemeye çalışarak "Jimin ceketi bulamadı herhalde." dedim. O an için yalandan uydurduğum her şeyi anlamamış ihtimali yoktu ama ben yine de daha da belli olmasını istedim. "Gidip bir bakayım."