- - -
3| O zaman git odana, öcüler yesin seni
"Yoongi..."
Aynı sesi seksen beş bininci duyuşumda yastığı kafasına geçirmekten zerre kadar çekinmemiştim çünkü kelimenin tam anlamıyla derin uykuda olduğumu görmüyor gibi dibime girerek ismimi sayıklamaya devam etmesi, gözlerimi açtığım halde cevapsız bıraktığımda ise gitmemesi gecenin bu saati için çekebileceğim bir olay sınıfında değildi. Cevap vermiyorsam uyuyorumdur ya da ne diyeceği umurumda değildir. Bu durumda da ona kalan tek şey arkasını dönüp gitmekten başka bir şey değil.
Ama o Jimin. Evet, o tam olarak Park Jimin.
"Ne var Jimin?" dedim benim bile beklediğimden daha hırıltılı çıkan sesimle başımı kaldırmaya çalışırken. "Ne var başımın belası? Söyle. Ne? Ne var? Ne?"
Sanki tepkimde büyük bir sorun varmış gibi çöktüğü yerde ellerinden destek alıp geriye çekilirken "Oha," diyerek gözlerime baktı. "Kaba olmasana, öküz müsün? Adam gibi uyandırmaya çalışıyorum seni şurada."
Ve fısıldıyordu.
Uykumdan minik minik sıyrılırken Jimin'e, durduğu yere ve kulağa kaba gelmesi gerekirken oldukça ince ve kibar çıkan sesine baktım. İlk aklıma gelen odada herhangi birinin daha olup olmadığıydı ama bu olasılık bile değildi. Gecenin bu saatinde karanlık odada ikimizden başka kimsenin olmadığına emindim. Kesinlikle emindim.
Jimin bana vurmak için kullandığı yastığı usulca yerden alıp kollarının arasına sardığında gözlerimi tamamen açarak dirseğimden aldığım güçle doğrulabildiğim kadar doğruldum ve gözlerimi kırpıştırırken ona muhtemelen büyük bir şaşkınlıkla baktım. Kaşlarım kendiliğinden çatılırken uyku mahrumu kafamın içindeki düşünceler olayı anlamak için savaş vermeye başladı. "Ne oldu?" dedim sonunda esnediğim için ağzımı kapatırken. "Saat çok geç."
"Evet, üçü biraz geçiyor." diyerek yeniden mırıldandı ve yatağımın hemen yanındaki komodinde duran dijital saatime minik bir bakış attı. "Üzgünüm. Uyandırmak istemezdim ama-"
Durakladığında sorgulayıcı bir tavırla ona doğru eğilmeye çalıştım ve içinde bulunduğumuz garip durumu umursamadan "Kabus mu gördün?" dedim. Uykum şimdi tamamen ortadan kaybolmuş gibiydi. Karanlıktaki görüşüm daha da netleşirken perdeleri açık camdan içeri giren sokak ışıkları biraz daha yardımcı oluyordu. Sonunda yüzü tamamen netleştiğinde ve o gözlerini saatten çekip bana döndüğünde çatılan kaşlarım ters yöne doğru hızla kalktı. "Jimin?" dedim doğrulurken. "Ağlıyor musun? Sorun ne?"
Güldü. Bana sunduğu tabloya rağmen alaycı bir şekilde "Koskoca Park Jimin'in ağladığı nerede görülmüş be?" diyerek tısladı ya da en azından bunun için çabaladı. "İyice iftiracı olmaya başladın sen."
Tam da böyle olayı toparlamaya, alaya almaya ve üzerini kapamaya çalışıyordu ama bir noktada da haklıydı. O Park Jimin'di. Eğer ağlamışsa ortada ciddi bir şeyler var demekti.
Sorgulamama kararı aniden geldi. Sormak istediğim bir milyon soruyu geride bırakarak açıkça ona göz devirdim ve bunu gördüğüne emin olduktan sonra yataktan düşmemeye dikkat ederek uzanıp bileğinden tuttuğum gibi kendime çekmeye çalıştım. Yerde yarım yamalak kurduğu bağdaşla birlikte yastığa sarılmaya devam ediyor, bir yandan da amacımı anlamak ister gibi gözlerimin içine içine yavru köpek bakışlarından atıyordu. Yine de ikiletmedi. Saniyelik şaşkınlığını üzerinden atar atmaz kendini itti ve ayağı kalkarak onu çekmeme karşılık yatağa girmek için hareketlendi. Kenara kayıp ona ve elinde sıkı sıkıya tutmaya devam ettiği yastığa yer açarken "Kabus görmüşsün sen, çok belli." diye mırıldandım. Bu noktada gözlerine bakmak imkansızdı ki Jimin bunu en düşük seviyeye indirmek ister gibi yanıma uzanır uzanmaz bana sırtını döndü. Ben de onun omzuna boş bir bakış atarak "Ne gördün?" deme isteği duydum. "Bana anlatabilirsin."