görünen son şeyler

339 51 167
                                    

oneus- stand by

Avuç içlerim ve dirseklerim sızlıyordu. Büyük ihtimal son yarım saattir aynı pozisyondaydım ve artık vücudum bunu kaldıramamıştı. Bundan şikayetçi değildim ve kollarımı indirmeyecektim. Masadaki dirseklerimi biraz daha kaydırıp avuçlarımı çeneme biraz daha yasladım. Bu şekilde onu izlemek daha güzeldi.

Geonhak, her öğle ona kitap okuyan bir çocuk, yarı ciddi bir ifadeyle sayfa çevirirken gözlerini saniyelik bana çevirmiş ve hafifçe gülümsemişti. Ona karşılık vermeye vaktim bile olmadı çünkü, ah, çünkü Youngjo o kadar güzeldi ki dikkatimi kolayca koparamıyordu hiçbir şey.

Yaptığımın sapıklığa girdiğini biliyorum ama elimde değildi. Geonhak bizi ufak muhabbetler ederken gelmiş, kitap okuma süreci boyunca sessiz olmamı söylemişti. Ben de dirseklerimi masaya, çenemi avuçlarıma yaslamış ve onları dinlemeye başlamıştım. Sonra bu dinleme, Kim Youngjo'yu izlemeye dönmüştü.

Simsiyah saçları vardı. Gözlerimin önüne düşse tüm dünyayla iletişimimi kesecek kadar siyahtı, göz kapaklarına kadar iniyordu usulca. Biraz büyük ve şekilli bir burnu vardı, tıpkı dudakları gibi. Arada dişlerini bastırdığı için hafifçe kızaran, biraz dolgun, kıvrıldığında gerçekten dengemi bozan dudakları... Bembeyaz teni içeriye vuran öğle güneşiyle daha da güzeldi. Ne kadar hızlı olduğu umurumda değildi, işte, Youngjo'ya kapılmıştım.

Geonhak, Youngjo'nun tam karşısındaki sandalyeye kurulmuştu. İkisi de masanın öbür tarafındaydı, hava biraz kötü olmasa dışarıda okuyacaklarını söylemiştiler. Geonhak güçlü omuzları olduğunu ilk bakışta anlayacağınız bir vücuda sahipti. Minicik dolgun dudaklara sahipti, keskin gözleriyle birlikte hem tatlı hem de çok yakışıklı bir yüze sahip oluyordu. Maviye kaçan bir renkteydi saçları, çok uzun değildi. Derin ve hoş bir sesi vardı, kitap okuma için biçilmiş kaftandı.

" 'Bak Minguinho, böyle yapmana gerek yok. O benim en iyi arkadaşım. Ama sen ağaçların mutlak kralısın, tıpkı Luis'in kardeşlerimin mutlak kralı olduğu gibi. Bilesin ki kalbimiz kocaman olduğu sürece sevdiğimiz her şey içine sığar.'
Sessizlik.
'Biliyor musunc Minguinho? Ben misket oynacağım. Senin tadın kaçmış.'* " Kitabı kapatıp kolunun altına koydu. "Bugünlük bu kadar yeter bence."

Youngjo uzanıp bileğini tuttu ve bunu tek seferde yapması şaşırtımıştı beni. "Biraz daha kalamaz mısın?"

Geonhak kocaman gülümsedi, gözleri kayboldu resmen. "Söz veriyorum yarın ama şimdi gitmem gerek." Youngjo'nun bileğini tutan elini hafifçe sıkıp yerinden kalktı. Bana da el salladığında nihayet kolumu özgürlüğüne kavuşturmuştum. Geonhak salon kapısından çıktığı an mutfak kapısı gürültüyle açılmıştı. Son Dongju, aşçının küçük ve sevimli oğlu, telaşla yanımıza koşup önüme bir hırka atmıştı. "Hwanwoong abi, bunu Youngjo abiye verir misin? Ben hemen geliyorum." Ardından tek kelime etmeme izin vermeden Geonhak'ın peşinden koşmuştu.

Youngjo'ya baktığımda kaşları çatıktı. "Şu çocuğa kendi başıma giyinebildiğimi öğretemedim bir türlü. İnsanlar körün anlamını kolun işlevsiz olması sanıyorlar herhalde." İlk defa onu öfkeliye en yakın şekilde görüyordum. Sinirle ellerini masanın üzerine koydu, sanırım hırkayı arıyordu. Dudaklarımı birbirlerine bastırdım ve çaktırmadan hırkayı ona doğru ittirdim. Nihayet eliyle yakaladığında yüzünde oluşan o gurur ifadesi çok güzeldi.

Yavaşça giyinirken hafifçe kıkırdadı. "Kitap okuma sırasında sürekli beni izliyordun."

İrkildim. Utancın elmacık kemiklerimde gezinmesine odaklanamadım bile. Göremiyordu ama tüm o zaman boyunca onu izlediğimi anlamıştı. İMKANSIZDI BU. Kesinlikle beni deniyordu.

Gözlerimi masaya diktim, "Şey... Hayır." diyerek. Saçlarının göz kapaklarına düşüşünü bile ezberlemştim oysa.
"Hwanwoong..." diye mırıldandı. Sandalyesinde biraz kaymış ve masaya iyice yaslamıştı kendini. Bana bakmıyordu, bana bakamazdı zaten. "Örümcek hislerim yalan söylemez."

Güldüm istemsizce. "Senin örümcek hislerin mi var?"

Bilmiş bir gülümseme sergiledi önce. Ellerini dikkatli bir şekilde alnına yaslamış ve yavaşça geriye taramıştı saçlarını. Etrafa dağılan saçlarını, parmaklarını izledim uzunca elimde olmadan. "Biliyorum eve gidince ağlayacaksın ve yaratıcıya isyan edeceksin, 'oh, neden onu mükemmel bir şekilde yarattın?' diye. Biraz çalışırsan senin de örümcek hislerin olabilir."

Yine güldüm çünkü hem bu kırmak istemeyen hem de egolu tavrı hoşuma gitmişti. Sonra elimde konuyu dağıtmak için bir fırsat olduğunu fark ettim ve atıldım hemen. "Hafızam silinmiş gibi hissediyorum ama seni dinlemeyi de seviyorum. Biraz çocukluğumuzdan bahseder misin?"

"Neler hatırlıyorsun?"

"Yengeç evcilleştirmeye çalışan bir çocuk anımsıyorum..."

Dudakları hafifçe kıvrıldı. "Onu unutmam mümkün değil ama ismini hatırlayamıyorum bir türlü. Sürekli tekrar ederdi oysa. Garip bir isimdi." Omuzlarını kaldırdı hafifçe. "Çok hareketliydi, konuşur dururdu, elinde bir çubukla seke seke etrafımızda yürüdüğünü hatırlıyorum hatta."

Eskiden olsa sorduğuma pişman olurdum ama artık bununla ilgili bir sorunu olmadığını biliyordum. Youngjo gördüğü zamanları hatırlayınca kederlenmiyordu, ona unutturmadığımız için seviniyordu.

Ona iyice yakın olma isteğiyle sandalyemi masaya iyice yaklaştırdım. "Onun kadar garip olan bir çocuk daha vardı. Sanırım yengeç evcilleştirmeye çalışan çocuğa bakıcılık yapmakla sorumluydu ama çok büyük biri değildi. Benden küçüktü diye anımsıyorum. Yengeç evcilleştirmeye çalışan çocuğun peşinde dolanır, sessiz olmasını söyler, sahilin ortasında durup 'senden nefret ediyorum' diye ağlardı." Neşeyle gülmeye başladı ve elleriyle bu gülüşü kapattı. Huysuz hissettim.

"Gördüğüm son şeylerden birini anlatayım sana." Bu cümlenin canımı yaktığını hissettim ama Youngjo öyle değildi işte. Onun yanında aniden rahat bi tavra girmem bu yüzdendi. O rahattı, onun için sorun yoksa benim için de yoktu. "Bakıcı çocuk yine sahilde çökmüş ağlıyordu. Biraz geç bir vakitti, ben de bir şeyimi unuttuğum için sahile gitmiştim. Bakıcı çocukla yarı tanıştığımız gündü, hatırlıyor musun?"

Gözlerine baktım. Odaksız, iri ve güzel gözlerine. "Yengeç delisi bizi en yakın arkadaşları olarak tanışmıştı." Yutkundum. "Sonra seni hiç görmedim."

"O gece gözlerim rahatsızlandı işte. O gece baktığım yıldızlar son yıldızlardı, ağlayan annem son gördüğüm insandı, beyaz ise son renk." Dudaklarını büzdü. "Kırmızıyı daha çok severim, mutlu değilim o noktada bu yüzden."

Gözlerim doldu. Ciddiyim hayatımda daha önce böyle biriyle tanışmış mıydım hatırlamıyordum. "Neyse. Sonra ne oldu inanamazsın! Yengeç delisi dediğin çocuk geldi ve bakıcıya sarıldı. Öylece kumsalda ağladılar. Onları rahatsız etmemeye çalıştım ve ne unuttuysam gittim aldım. O zamana kadar onları düşman gibi bir şey sanıyordum. Bakıcının kalbi kırılmıştı çünkü en yakın arkadaş sıfatıyla tanıtılan bizdik, o değildi. Sadece iki üç kelimenin bu kadar güçlü olması çok tuhaf."

Sonra ben gözlerimi sildim, birlikte oyunlar oynadık ve görüp görmemesi sorun olmadı. Yemek yedik ve eve gittim. Yengeçleri evcilleştiemeye çalışan o tuhaf çocukla bakıcısını düşündüm gece uyumadan önce. Çok yakınımdaki insanları düşündüğümü bilmiyordum. Ama öğrenecektim.

* Şeker Portakalı

sevin ağlayabiliyorsan, rawoong🌙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin