kendi yolum neresi bilmiyorum

408 62 121
                                    

nf - dreams


Endişeli hissediyordum. Ve endişeli. Ve yeniden, endişeli.

Uyanır uyanmaz aklıma aniden kör adam düşmüş, annemin arabasına tok ve hazırlanmış bir şekilde binene kadar aklımda kalmaya devam etmişti. 40 dakikalık araba yolculuğumuz başladığında ise tek hissedebildiğim endişeydi. Ve gerginlik. Ellerimin terliyor oluşundan nefret etmiştim. Sadece yanında otursam intihar saçmalıklarından vazgeçer miydi?

Umarım geçerdi çünkü amacım yanında oturmaktan fazlası olamıyordu.

Tek katlı, güzel bir eve yaklaşınca ürperdim. Şehir merkezinden biraz uzakta, sakin bir yerdi. Elbette aile bireylerinden birisi körken bir apartmanda oturup, trafiğin yoğun olduğu bir merkezde yaşayacaklarını beklemezdim.
"Anne, geri mi dönsek?"

Annem arabayı durdururken bana dehşet dolu bir bakış attı. "Ne diyorsun Hwanwoong? Çoktan haber verdim bile. Seni bekliyorlar. Youngjo bile seni bekliyor."

"Hatırlamış mı yani?"

"Evet, harika değil mi?"

Usulca başımı sallayıp ayak ucuma gözlerimi diktim. Bunun iyi olmasını nasıl bekliyordu? Şimdi Youngjo kendi kendine 'gördüğüm zamanlardan birisi buraya gelecek ve hep eskilerden bahsedecek. İntihar etmek için iyi bahane' diye düşünüyor olmalıydı.

"Anne..."

"Tatlım, lütfen." Diyerek sözümü kesti. "Bundan neden bu kadar nefret ediyorsun bilmiyorum. Konuşacağınız çok ortak nokta olmalı. Siz eskiden arkadaştınız. Bunu bu kadar dert etme."

Derin bir nefes aldım. Bu durumu kafama o kadar takmıştım ki gözlerim doluvermişti. Annem başlı başına yanılıyordu. Biz eskiden zorunlu arkadaştık. Bizim konuşacak ortak bir noktamız falan yoktu. Bundan nefret etmiyordum. Çaresiz hissediyordum, o kadar.

Yine de anneme daha fazla sorun yaratmak istemedim. Şimdi o işine gidecekti ve beni kafasına taksın istemiyordum. Benim kendi içimde çatışmalarım varsa, onun da vardı. Onu üzemezdim.

"Peki, tamam, tamam..." diye sızlandım. "Özür dilerim. Elimden geleni yapacağım."

Uzanıp elimi tuttu. "Teşekkür ederim. Seni akşam altıda alırım."

¥

Annemin beni altıda değil, şu an, tam şu an almasını istiyordum.

Kendimi bu kadar kötü hissederken kaç yaşında olduğum umurumda değildi. Kendimi bir bebek gibi hissediyordum. Bayan Kim bana bininci kez teşekkür ederken kendimi bunalmış bir bebek gibi hissediyordum. Ve bu bebek annesini istiyordu, Youngjo'yla tanışmayı değil.

"İçeride aşçının oğlu da var. Rahatsız olmazsın umarım." Bayan Kim'in derdi neydi bilmiyordum. Benim bir şeyden rahatsız olacağım falan yoktu. Ben her şeyden rahatsızdım şu an. Üzgünüm ama kendimi gerçekten iyi hissetmiyordum.

Ferah ve hiçbir vazonun ya da aynanın, daha zalim tabiriyle 'Youngjo'nun gün gelip kendisini kesebileceği hiçbir şeyin bulunmadığı' bir salondaydık ve Bayan Kim elini omzuma koymuştu. Omzumdaki el tüm vücuduma ağırlık yapıyordu sanki. Ne umursamaz davranabiliyordum ne de tüm ilgimi verebiliyordum. Hislerim karman çormandı.

Bayan Kim benim bir adım önüme geçip oturma odasının kapısını açtı. İlk birkaç saniye beklentilerimle nefesimi tutmuştum. Manzarayı görünce de farkındalıkla... Neden Kim Youngjo'yu aciz, yardıma muhtaç ve bir sandalyeye mahkum hayal etmiştim onca zaman?

İçeride iki kişi vardı. İkisi de pencere kenarına oturmuştu. Kahverengi saçları parlayan bir çocuk, karşısındaki siyah saçlı genç adama bir şeyler anlatıyordu. Kapının açılmasıyla hafif kıvrılmış dudakları daha da büyük bir tebessüme ev sahipliği yapmış ve bize dönmüştü. O bir şey demezken, gözlerimi ondan çekip siyah saçlıya çevirdim. Bize dönmemiş, ilgi çekici bir şey varmış gibi kahverengilinin dizlerine bakmaya devam etmişti.

O zaman onun Kör Adam olduğunu anlamıştım.

Ama onu o kadar aciz bekliyordum ki, nefes alamıyordum. Normal biri gibi görünüşüyle afallamıştım. Bu kadar aptal oluşuma inanamıyordum.

Bayan Kim tekrar elini omzuma koyup beni içeriye çekerken nefesimi bıraktım ve dikkatle Youngjo'ya bakmaya devam ettim. Topuk seslerini duyar duymaz, "Anne?" Diye seslenmişti. Yüzündeki ifade sorunun öylesine olduğunu, gelenin annesi olduğunu zaten bildiğini gösteriyordu.

"Şu an oturma odamızda çocukluk arkadaşın Yeo Hwanwoong bulunuyor. Onu hatırladığını söylemiştin değil mi?"

Gözlerini bana çevirememişti, doğal olarak. Yalnızca oturduğu sandalyede yana dönerek elini uzatmıştı fakat uzattığı tarafta ben yoktum bile. Kahverengili çocuk uzanıp onun elini tuttu ve bana çevirdi. Takılmamaya çalıştım. Uzun parmaklarına, teninin güzelliğine takılmamaya çalıştım. Elini sıktım ve normal bir tanışmaymış gibi gözlerine baktım.
"Merhaba." Dedim. Aynı şekilde karşılık verdi. Gözleri işe yaramasa bile bu kadar güzel olan başka bir şey görmüş müydüm, hatırlamıyordum.

Bayan Kim sanki dünya kurtulmuş gibi neşeli bir sesle iyi anlaşmamızı söyledi ve saçlarımı okşayıp üçümüzü yalnız bıraktı. Boşluktaydım. 19. yüzyıl İngiltere evlerine benzeyen bu koca evin salonunda, uzun penceresinin önünde tamamen boşluktaydım.

Kahverengili kocaman gülümseyerek, "Ben Dongju." Dedi. "Aşçının oğluyum ve günümü Youngjo hyungun yanında geçiriyorum. Ah, tabii okullar nedeniyle artık yanında olamayacağım."

"Bu çok güzel." Dedim ama güzel falan değildi. Bencilce gelebilirdi ama ben burada çaresizce kör birisiyle vakit geçirirken o benim yapamadığımı yapıp okuyacaktı. İstemsizce sinirlenmiştim.

Kahverengili içecek için mutfağa giderken yanımdaki masadan bir sandalye çekip pencerenin tam karşısına çektim. Ondan dışarıdan anlaşılmayacak bir şekilde uzak duruyordum.

Kısa bir sessizlik ardından konuşuverdi. "Hakkında ses analizi yapmama izin ver." Youngjo'ya gözlerimi dikip kaşlarımı hafifçe çattım. Hayal edince siz de rahatsız oldunuz biliyorum, ben asla sevimli biri olduğumu söylemedim zaten.

"Ses analizi mi?"

"Ah, evet. Sesini duyalı çok olmadı ama bir alıştırma gibi düşün. Eğer uzun süre yanımda kalırsan ileride de yapacağım." Acımasızca ama görmüyor oluşundan cesaret alıp yüzümü buruşturmuştum. Cevabımı beklediğini, olumlu cevap beklediğini biliyordum. Ben de ona istediğini verecektim. "Peki."

"Sesine bakarsam, oldukça sevimli bir yüzün var." İltifatından dolayı dudağım hafifçe kıvrılırken devam etti. "En sevdiğin içecek limonata olabilir mi? Özellikle yaz zamanları? Eminim bileğinde uzun bir çizgi vardır. Küçükken kolunu bir yere çarpmış olabilir misin?"

"Küçükken mi?" Diye güldüm bileğimdeki çiziğe bakarken. "Anlattıklarının hepsi küçüklüğümle ilgili zaten. Beni eskiden tanıyor olmanı kullanıyorsun şu an."

Dişleri görünecek kadar gülümsedi. Bir şekilde, dikkatimi ondan çekemiyordum. "Çizik için özür dilerim."

Bu çiziğin onun hatırası olduğunu bile unutmuştum oysa. Yine de hatırlamış gibi yaptım. "Sorun değil. Bu sayede yıllar sonra usta bir ses analizcisi oldun."

Gülümsemesi kahkahaya dönüşürken elleriyle gözlerinin önüne gelen saçlarını karıştırdı. Bunu hep yapıyor olmalıydı ki yerini hemen bulmuştu. Ben de hafifçe kıkırdadım ve annemin arabasındayken hissettiklerimden geriye bir şey kalmadığını fark ettim.

Yine de elbette ona çocukluğumuzdan bahsedemezdim. Böyle yaparsam oynadığımız oyunları, görmeyi özleyebilirdi. Bakın size intihar etmesi için bir sebep daha. Amacımdan sapmayacaktım elbette.

sevin ağlayabiliyorsan, rawoong🌙Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin