sizin playlistinizden bir şarkı
Kim Youngjo'yu tanıdığım için gerçekten mutluydum. Anneme her şeye rağmen ısrarlarına devam ettiği için minnettar olduğumu söylemiştim. Youngjo'dan önce günlerim bir şeyleri denemekle geçiyordu ama şimdi bambaşkaydı. İçimdeki müzik kutusu artık daha güzel şarkılar çalıyordu. Hepsi çocukluk arkadaşım Kim Youngjo sayesindeydi. Başka bir şeyin eksikliğini hissetmiyordum.
O ismi duyana kadar da hissetmemiştim.
Parmaklarımla sayıp bugünün Youngjo ile geçirdiğimiz birinci hafta olduğunu fark ettiğimde eve dönüyordum. Üzerimde onun verdiği kot ceketlerden vardı, inanılmaz bir şekilde dolabı kot ceketlerle doluydu. Dokunduğumda verdiği hissiyat çok güzel, demişti güzel bir gülümsemeyle.
"Her renktten var."
"Peki güzel duruyor mu? Annemin bu konularda bana aşırı iyi davrandığından şüpheleniyorum."
Gülmüştüm. "Aksine, çok güzel duruyor. Giysi odan bir harika Youngjo hyung... Beyaz kot ceketlerine bayıldım."
Aniden, "Beyaz sana çok yakışır," demişti. Beyaz zor bir renkti, bana yakışacağını sanmıyordum ama o emindi. Sonra giymiştim işte. Görmediği birine görmediği rengi yakıştıran bir adamı kırmak istememiştim. Garip olanı, bende güzel durmuştu.
Eve dönüş yolunda geçtiğim parkta seke seke yürüyordum resmen. Yere sürüdüğüm ayağım neşe doluydu ve bunun nedenini tekrar etmeme gerek yoktu.
Güneş ışığında parlayan bir cisimle durdum. Gözüm kamaşmıştı. Işığın kaynağını anlamak için ileriye doğru baktığımda biraz uzağımda duran birini gördüm. Sarı kafasının ışığı çekmesi yetmiyormuş gibi, uzun zincirleme küpesiyle tamamen dikkat çekiyordu. Kaşlarımı çatarak ona baktım, elbette tanıyordum. Beni fark ettiğinde arkamı dönüp ilerlemeye başlayacak kadar uzak olmak istiyordum ona.
Lee Seoho, kitapçıdaki özgürlük düşmanı. Kısa bir süre de olsa onu görmemiştim ve bu iyi gibiydi. Peşimden koştuğuna göre diyecekleri vardı ama dinlemek istemiyordum.
"Hwanwoong!" diye seslendi arkamdan. Duymamazlıktan geldim."Lütfen bekle, sizi yeniden kaybetmek istemiyorum." Sesi daha yakınımdan gelir gibi olunca hızlandım ve yarı koşar hale geldim. Duyuyordum ama dinlemiyordum. "Gerçekten önemli bir şey anlatmam gerek, dursana be."
Sesini yükseltti. "Keonhee için dur bari!" Bu ismin benim için anlamı yok sanmıştım. Hint tanrılarının ismine benziyordu. Sonra adımlarım yavaşlamaya başladı, bir şeyleri anımsadım, hayatımdaki en büyük eksikliklerden birini.
"Yengeç evcilleştirmeye çalışan bir çocuk anımsıyorum..."
"Onu unutmam mümkün değil ama ismini hatırlayamıyorum bir türlü. Sürekli tekrar ederdi oysa."
Benim adım Keonhee.
Uzun zaman sonra, yıllar sonra çocukluğuma döndüğümü hissettim. Sahilde oturduğumuzu, üzgün olduğumu hatırlıyorum. Sanırım Youngjo gittikten sonraydı ve o sabah annem eve döneceğimizi söylemişti. Onunla oturuyordum. Sürekli çevremizde dönüp duran, hep konuşan, hep gülen, yengeç delisi çocukla oturuyorduk. Ayaklarına bakıp denize girmek üzere olduğunu görmüş ve benden ne kadar da uzun olduğunu düşünmüştüm. Hatırlıyordum.
Bizi en yakın arkadaşı olarak tanıtan o uzun çocuğu hatırlıyordum. Laf üzerinde değil, gerçekten. Asla dikkat etmemiştim ama kocaman ağzı olduğunu unutamıyordum. Sürekli dalga geçilen bir konuydu çünkü. O ise bundan dolayı üzülmüyordu, daha çok yemek yiyebiliyorum diye kıskanıyorsunuz diye kavga ediyordu onlarla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sevin ağlayabiliyorsan, rawoong🌙
Fanfiction"Benim sırrım bu işte Hwanwoong. Çocukluğumdan beri göremiyorum. Ben de görmek istediklerimi karanlığıma çiziyorum." [mini fic] 🌙 art: starry night over the rhone