Trene bindiğimizde şık görümünü göz ardı edebilmek imkansızdı. Gereksiz büyüklükte avizeler, üçüncü mıntıkada yapılmıştı. Kırmızı uzun koltuk ve önlerinde bulunan altın renkli büyük tekli koltuklar muhtelemen 1. Mıntıkada yapılmıştı.
Kırmızı koltuğun hemen yanında ki içkiler, önünde de büyük sehpa cidden şık ve klas duruyordu.
Bir kadın diğer vagondan bizi alkışlayarak çıktı. "Ben almira roberts. Siz de lightwood kardeşler. Siz arenada oyunu oynayana kadar size göz kulak olacağım. Özellikle röportaj için sizi hazırlamak zorundayım. Açsınızdır umarım, sizin için çok güzel yemekler hazırlattım." dedi almira.
Ardından bize büyük, abartmıyorum 15 kişinin sığabileceği masayı işaret etti.Almira ellerini çırpınca üç kadın servis yapmak için yemekleri koymaya başladı.
Masanın ortasında büyük bir hindi, yanlarında özenle yapılmış iki büyük salata, Salataların yanlarına konulmuş sekiz çeşit sos, - Limon suyu, sirke ve yağ'dan başka sos bilmiyordum. - masanın ucunda krema ve çikolata sosu ile süslenmiş tatlılar vardı.
Tabaklar da ise bilmediğim bir yemek duruyordu. Masanın en ucunda ise bir sürü baharat ve içki, üzüm ve çeşit, çeşit peynir vardı."Biliyorum biraz az fakat baş kente geldiğimizde karnınızı daha önce yemediğiniz kadar doyuracaksınız." dedi almira.
Biz ise masaya afallamışçasına bakıyorduk. İsabelle gülmeye başladı. "Dalga geçiyorsun değil mi? Yoksa bizi salak falan mı zannediyorsun?" dedi isabelle. Almira bize ciddiyetle baktı.
"Anlayamadım?" dedi. Onun bu tepkisine bende gülmeye başladım. İsabelle hızlı adımlara yaklaştı ve eline gelen ilk bıçağı aldığı gibi kadının tam peruğunun ortasına attı.
Bıçak peruğun tam ortasına saplanmış öylece duruyordu. Almira öylece kala kalmıştı.
Elimle ağzımı kapatarak kıkırdamaya başladım. Kadın kaşlarını çattı. Muhtemelen şuan o arenada ölmemizi istiyordu.
Birden almira başını eğerek gülmeye başladı, derin bir nefes aldıktan sonra izzy'e yaklaşırken bende istemsizce izzy'e bir şey yapacağından korktuğumdan onlara yaklaştım. Fakat almira ilginç bir şekilde isabelle'in yanaklarını sıktı.
İsabelle de böyle bir tepki beklemiyor olacak ki o da benim gibi afallayarak almiraya bakıyordu. "İşte tatlım, bunu arenada birinin kafasına atarsan sona kalma şansın olur.Ben hodge'ı çağırıyorum." dedi ve diğer vogona geçti.
Hodge starkweather, Bir keresinde babam bu oyuna dahil olacakken bu adam onun yerine gönüllü olmuş ve kazanmıştı.
Bundan dolayı babam ona borçlansada arkadaş olmuşlardı. Tabii babam borcunu ödeyememişti çünkü babamı kaybetmiştik.
O günden beri hodge bize yardımcı oluyordu. "Hani yemekleri atacaktın?" diye sordum gülerek. İsabelle omuz silkti.
"Hindi biraz büyük ve ağır. Ben de çağreyi bıçacakta buldum." dedi. Ağzımı açıp ona cevap verecekken hodge içeri kahkahalar içinde girdi.
Üstü başı her zaman olduğu gibi soluk yara izleri ile kaplanmıştı. "Dur, dur tahmin edeyim...bıçağı izzy fırlattı değil mi?" dedi hodge.
İsabelle kocaman gülümseyerek hodge'a sarıldı. Ben ise onları uzaktan izkedim.
Hodge iyi biriydi fakat ikimizin arasında her zaman soğuk bir şey vardı. Hodge isabelle'in arkasından bana doğru iç ısıtıcı bir bakış attıktan sonra izzy'den ayrıldı.
"İçmek ister misiniz?" diye sordu hodge. Babam içkiye kesinlikle karşıydı ve bende karşıydım.
Fakat hodge buna izin verirdi. Ayrıca şuan içkiye hayır diyecek durumda değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tribute
Fanfiction24 haraç ve bir birine aşık olmuş iki ayrı mıntıkadan Alec ve magnus.