#5

2K 168 5
                                    

İlişkilerde gizemini korumayı başarabilen tarafın, sevilen taraf olduğu doğru olabilirdi. Buz prensi bunu yapmaya bayılıyor ve her canı istediğinde pat diye susuyordu. Bazen öyle çok susuyordu ki, ben onun yerine milyonlarca cümle kurmak zorunda kalıyordum. Aramızda tek taraflı devam etmekte olan ilişkinin çok konuşan değil, çokça zaman tek konuşan tarafı ben oluyordum.

Buz prensi alışık olmadığım; ama dâhil olma fikrinin kalbimi yerinden söküp aldığı çok heyecanlı bir hayaldi. Genelde onun istediği gibi ilerliyor, onun istediği zamanlarda konuşabiliyorduk; ama yine de tanıdığım en sorunsuz erkekti. Defalarca kez küsüp barıştığım, çokça kez kızıp unuttuğum, dönüp dolaşıp sıfırdan başlamak istediğim...

Bu benim için çok sevimliydi; aramızdaki ilişki, kendi yazdığım bir kitap gibiydi. Ve sonunda bu büyülü hissiyatım gerçek olmuştu. Satırlara dökerken beni sarmalayan büyünün bozulmasını istemiyordum; ama bir adım ileriye gidebileceğini de biliyordum.

Buz prensinin tatlı diline, iyi niyetine hayranlık duyuyordum. Kalbinin tam ortasında, kilometrelerce öteden beni kendisine bağlayan bir şeyler vardı. Sabrı, sertliği... Gözlerimi kapatıp kaçamak hayaller kurmayı, içerisine onu koyduğum zaman daha çok seviyordum. İyi ki tanışmıştık. İyi ki tanıştığımız o gün, bir gün öncesi ya da bir gün sonrası değildi. İyi ki her şey tam zamanındaydı. İyi ki bütün duygularım sihirli bir değnek değmiş gibi kıpraşmıştı o gün. Denemek istediğim çok şey vardı. Ama hepsinden önce kalbimi sarıp sarmalayan, tek bir kerecik sarılabilmenin hayaliydi; onun yeri bambaşkaydı. Kitabımı yazdığım dört ay boyunca kurduğum tek hayal buydu. Kapağına mavi gözlü bir buz prensi çizdiğimiz kitabımı okuduğunda beni kesinlikle aramalıydı. Bu adımı atmak benim için kolay olmamıştı; öyle çok gecemi uykusuz geçirmiştim ki!

Ne var ki, işler hiç de beklediğim gibi gitmedi.

Haziran'ın 3'ü geldiğinde, kitabım raflara çoktan dizilmişti. Bundan daha iyi bir doğum günü hediyesi olabilir miydi? Benim bildiğim en iyi yol buydu; yazmaktı. Yazdıklarımı binlerce okuyucuya sunmaksa, deliler gibi cesur davranmış olmaktı. Böyle yapmıştım. Ve buz prensinin doğum günü sabahında isminin yazılı olduğu ithaf sayfasının fotoğrafını instagram sayfamdan paylaşmış, altında bir mesaj yayınlamıştım;

"Kendine güvenen erkeklere bayılmak, biz kızların doğasında var. Bunu haykırmanın daha iyi bir yolu var mıydı bilmiyorum. Benim bildiğim en iyi yol bu bay süper kahraman, nice senelere!"

Ne yalan söyleyeyim, bu bence baya iyi bir hikâyeydi. Bu hayatta açılmanın heyecanı diye muazzam bir heyecan vardı ve o heyecan bir ömre bedeldi. Hayali yılları devirirdi. Lakin bu hayal tek kullanımlıktı işte, ikinci bir şansı yoktu. Ve ben o şansı böylece kullanmış olmuştum.

Haziran'ın 3'ü itibariyle artık bütün duygularım apaçık ortadaydı.

Bundan sonra nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Başka ne söylemem gerektiğini, neyi nasıl anlamam gerektiğini bilmiyordum. Daha önce böyle bir ilişki yaşamamış, hiç kimseye bir kitapla açılmamıştım. Çok heyecanlıydım. Bu heyecanın beni şaşırtmasından biraz korkuyor olsam da, istediğimin ne olduğunu biliyordum. Buz prensinin beni arayacağından emindim. Aramalıydı ve koskocaman sarılmalıydık işte.

Ama maalesef o cesur kitap hakkında konuşmak için hiçbir zaman araşmamıştık.

Bu gerçekle yüzleşmek beni mahvetmişti. Kitabımı çoktan almış, okumuş ve sindirmiş olması gerektiği gerçeğinin farkına vardığım bir Ağustos Pazar'ında gazetede karşıma çıkmış "Ayrılığın Anatomisi" başlıklı bir yazı; kafama sert bir darbe indirmişti. Hislerim çok benzerdi. Biz henüz sevgili olmadan ayrılmayı nasıl başarmıştık ki?

Hani aşkta cesur olan kazanıyordu? Evet, bu çok güçlü ve şahane bir slogandı; ama Cornetto reklamlarına şarkılar yapıp bizi gaza getirmeye çalışan Yalın belli ki halt etmişti. Artık Teoman'ı daha çok seviyordum; çünkü bütün hislerini ifade şekli son derece gerçekçiydi. Aşkta kimsenin kazandığı yoktu.

Umurundaymış gibi düşünmek beni mutlu ediyordu; ama görünen oydu ki duygularım buz prensinin zerrece umurunda değildi. Karşıma geçip "duygularına karşılık veremem," demesi, görmezden gelmesinden daha mı çok üzerdi beni emin değildim; ama yine de araması gerekirdi.

Çok üzgündüm. Geceleri odamda tek başıma oturuyor, komedi dizisi izlerken ağlayabiliyordum. Şikâyet edemiyordum, hayıflanamıyordum; çünkü ayrılmışız gibi hissediyordum ama aslında ayrılık falan yoktu işte... Sadece kuru kuru üzülüyordum. Canım sürekli çikolatalı puding istiyordu ve dudağımı bükmeden dolaşamıyordum.

Sonunda gerçek bir platonik âşık olmuştum. Vazgeçmiş değildim; ama pes ettiğimi söyleyebilirdim. Daha başka ne yapabilirdim ki?

Bana sorarsanız hikâyem çok sıradan ve bu nedenle fazlasıyla evrenseldi. Tanıştığımız günden sonrasında aynen şöyle şekillenmişti;

- Sabah gözlerimi açtığım andan, gece kapadığım ana kadar buz prensini düşünür olmuştum. Teoman'ın Kardelen şarkısında dile getirdiği dizeler gibiydi her şey; aynı cümleyi on kere okuyup bir şey anlayamaz haldeydim, çünkü aklım hep buz prensindeydi.

- Sınavlarımla birlikte hayat gailesi de tam gaz devam ediyordu; ama benim odaklanma kabiliyetim sıfıra inmişti.

- Hiç kimsecikleri sevmiyor, hiç kimselerle yakınlaşmıyordum; fakat ne var ki suratımda sürekli manasız ve ablak bir gülümseme vardı.

- Nasıl bir noktaya gelmiş olursak olalım, ben buz prensiyle daha önce hiç olmadığım kadar iyi bir insan olmuştum. Çünkü onun sayesinde kalbime dolan sevgi, daha önce hiç kimseyle dolmamıştı.

- Artık mantığım tamamen devre dışı kalmıştı. Hislerim adeta bir saplantıya dönüşme yolundalardı.

- En ufak şeylerden, büyük sonuçlar çıkartıyordum; her gün, artık umursamayacağıma dair kendime tonlarca söz veriyordum. Ve yakın çevremden hiç kimsenin bu tatlı mücadelelerimden haberi yoktu.

- Çok sevmeye devam edersem, belki bir gün kavuşuruz sanıyordum. Olası bir karşılaşma için işgüzarlık yapmaktan hiç çekinmiyordum; ama maalesef bir türlü işe yaramıyordu.

- Buz prensini kilometrelerce uzaktan takip ediyor, ondan mesaj geldiğini sandığım zamanlarda nefes alamıyordum; sık sık rüyalarımda görüyor, onunla ilgili mükemmel hayaller kuruyordum. Ama bunlar yalnızca, bir gün fark edilebileceğime dair birer umuttu.

- Hayatımdaki herkesle olduğum gibi konuşabiliyor, onunla konuşma hayalleri kurarken bile mütemadiyen saçmalıyordum. Bütün bunların tek açıklaması, lönk diye platonik bir aşka düştüğümdü; hepsi buydu.

Tam bir senemiz böylece geçip gitmişti işte... Küs gibi. Ama ne yalan söyleyeyim, hiç de fena değildi. Bence içimizden taşan, hiçbir yerlere sığmayan duygularımızı kitap yapmak ve sonra köşemize saklanmak en iyisiydi. Çünkü kendi yazdıklarımızla kendi kalbimizi kıramazdık; ama bir başkası gelip çatır çatır kırabilirdi. Kabul ediyordum, görünen manzara çok iç açıcı değildi; ama ne zaman istersem buz prensini hep bulduğum köşede yeniden bulabileceğim düşüncesi fevkalade güven vericiydi. Sadece anlamakta güçlük çekiyordum; şu gönül işleri hiç mi yolunda gitmezdi?

On iki ayrı ayın birleşiminden oluşan o koskocaman bir sene kalbim için son derece zorlu geçmişti. Sonunda okulumu bitirmeyi başarmış, Kasım ayı sonunda mezuniyetimi kutlamıştım ve kitabım da hiç beklemediğim kadar iyi satış elde etmişti. Aşk için kurduğum hayallerimi askıya almıştık almasına ama hayatın geriye kalanı için kurduğum bütün hayaller tam gaz devam ediyordu. İçimde bütün doğrulara direnen, buz prensinden vazgeçemeyen çok güçlü bir ses vardı ve beni buz prensiyle kesişebileceğimiz yollara çıkmam için devamlı kışkırtıyordu.

Yorulmuyordu.

Pes etmiyordu.

Herkesleştiğim bütün zamanlarda unutmuşumculuk oynuyordum ama buz prensi aklımdan hiç çıkmıyordu. Belki bir gün çarpışırız ümidiyle kendimi vurduğum yollardan biri Tıp Hukuku olmuştu.

Bahanem buydu. Sağlamdı, hiç fena sayılmazdı.

Hasta haklarının bir tık daha ötesinde hekimlerin sorumluluklarıyla ilgilenmek, bu konudaki mahkeme kararlarını incelemek ilgimi çekmişti. Gözümde bütün doktorlar buz prensiydi. Kısır bir alan sanılıyordu ama tıp hukuku bir derya denizdi. Henüz stajyer avukattım ve kariyerime yön vermek için tıp hukuku kesinlikle iyi bir seçenekti.

Çok iyi olabilmek için katıldığım eğitimler ve bu eğitimler için yaptığım şehirlerarası yolculuklar beni değiştirmişti. Bir kitap daha yazmıştım. Hiç farkında değilmişiz gibi davransak da tıp hukukunun hayatımızın tam merkezinde olduğunu anlatmak ve bilinmesi gerekenleri el altında tutmak için hazırladığım mini kitapçığımı da yine bizzat buz prensine ithaf etmiştim.

Artık kendimi daha iyi hissediyordum ve buz prensine iyiden iyiye vurulmuştum.

Bu çocuk uzaktan bakıldığında görünmüyordu. Ama benim için sihirli bir kahraman olmuştu. Nasıl yaptığını kendisi bile bilmiyor olabilirdi; ama sonunda hayatıma yön verir olmuştu işte. Şahane bir çocuktu. Ve kesinlikle çok iyi bir doktordu. Emindim ki işini yüreği ve vicdanı ile yapan nadide insanlardandı.

Acaba kitabım amacına ulaşabilmiş olsaydı da, sadece bir kerecik sarılabilseydik; hikâyemiz yeniden başlar mıydı?

Platonik Bir Aşka Tüpsüz DalışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin