#3

2.8K 204 7
                                    

Şimdi düşünüyorum da, uzaktan sevmek sevmenin en güzel hali olabilirdi. 2016'nın Ekim ayı başında buz prensi, pratisyen hekim olarak zorunlu hizmetini yapmak üzere Kırklareli'nin Demirköy ilçesine atanmıştı. Bu çocuğun resmen hamurunda bir çekicilik vardı. Doğduğu yerde, memleketinde, mesleğinde, göz renginde, boyunda, posunda, ellerinde bir büyü olduğu yetmiyormuş gibi; bir de göreve başladığı yer kış aylarına eşlik edecek şahane bir yerdi. Bu kadarı çok fazlaydı. Bir erkeğin bu kadar iyisi daha önce rüyalarıma bile girmemişti.

İtiraf etmeliyim ki benim onunla ilgilendiğim kadar, o da benimle ilgileniyordu. Kendi kendime gelin güvey oluyormuşum gibi hissetmiyordum. Mutluydum. Hemen hemen her günümüzü birbirimizle paylaşıyormuşuz gibiydi ve hayatımda hem varmış hem de yokmuş gibi olan yeri bir tek ona aitti. Daha önce benzer hissettiren bir erkekle tanışmamıştım. Hiç kimseyi onun kadar merak etmemiş, hiç kimseyi onun kadar tanımak istememiştim. Hayallerim pembe gözlük takıyorlardı ve ne yalan söyleyeyim buz prensiyle birlikte hayallerimi de kaybedecek olmaktan korkuyordum. Bir gün birden bire sessizleşirsek Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'undan bir alıntı yapacak, yüksek sesle "varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti," diye bağıracakmışım sanıyordum.

Neyse ki her şey fazlaca yolundaydı. İçimde kıpraşan heyecanlı duygular sonunda taşmışlar ve sonbahar mevsimine ait bir Pazar günü beni kilometrelerce sürecek bir yolculuğa çıkarmışlardı. Soluğu Demirköy'de almamın tek sebebi buz prensiyle aramızdaki mesafeleri birazcık olsun azaltabilmekti.

Sakalsız yakışıklılığıyla beni karşıladığında hava sıcaklığı on derecenin altında gibiydi. Küçük bir kasaba gibi görünen ilçe sisle çevrilmişti. İçimde atlıkarıncalar ve renkli dönme dolaplar dönüyor, dışımda dünya adeta renklerini kaybediyordu. Acaba bütün mutlulukları farkında olmadan benim kalbim mi emiyordu?

Orman manzaralı Samakof'un şömine başındaki masasına kahvaltı etmek için karşılıklı oturduğumuzda, içim kıpır kıpırdı. Buz prensi fazlasıyla zayıflamıştı. İş temposundan konuştuğumuzda, sağlık ocağına sık sık yaralı mülteci çocuklarının getirildiğini anlatmıştı. Merhameti dokunaklıydı. Birden gözümde yalnız, yorgun, güçlü bir savaşçıya dönüşmüştü.

Biraz garipti; ama bazen çocukluğumuzdan gelen bazı kimselerin büyüdüğünü kabullenmek zor olabiliyordu. Buz prensine olan hassasiyetim sanırım bununla ilgiliydi. Bir sürü sıradan insanın hayatına olağan bir şekilde dâhil olabilen bir sürü iş yapabilirdi; ama her ne yaparsa yapsın, benim için hep büyüleyici olacaktı. Çünkü benim için her zaman, çocukluğunu bildiğim bir kahramandı. Bunu değiştiremezdim. Gözlerinin içine bakabildiğim dakikalarda anaç ruhumla çocuk ruhum ölümüne kapışıyorlar; adeta ikiye bölünüyordum.

Fatih Dökümhanesi olarak da bilinen Demirköy Dökümhanesi'ni gezip gördüğümüzde buz prensinden biraz daha hoşlanmış, Dupnisa Mağarası'nı gezmeyi bitirdiğimizde duygularıma iyiden iyiye kapılmıştım. Artık onu daha sık görmek isteyeceğimi ve görüşemediğimiz sürelerin arası ne kadar açılırsa, o kadar fazla hırçınlaşacağımı gayet iyi biliyordum. Zor bir serüvenin baş kahramanı olmuştum.

Buz prensini görmek için kilometrelerce yol gelen bendim. Bundan bir anlam çıkarması beni utandırırdı; ama görmezden gelmesini de kabul edemeyebilirdim.

Aramızda inceden inceden bir hikâye örülmeye başlamıştı; görmek istemezse bir gün ben yazardım, o da okurdu. Önemi yoktu. Olumsuz ihtimaller aklımdan geçmiyordu. Bulutların üzerindeki yolculuklar, midede uçuşan kelebekler... Hepsi doğruydu. Hayalimdeki erkek buz prensiydi, küçüklüğümden beridir yanımda taşıdığım o en dokunulmaz hayalimin kahramanı oydu. 

Bana 90'larda çocuk olmayı hatırlatıyor, o zamanlardaki gibi hissettiriyordu. Güzeldi, çünkü 90'larda anneannemle dedem hayattalardı. Tarkan yediden yetmişe herkesi eğlendirebilen yenilikçi ve evrensel danslar yapıyordu. Cem yılmaz şakalarında daha az küfür kullanıyordu. Sezen daha bir âşıktı. Marketlerde bu kadar çok çeşitli şekerlemeler satılmıyordu. Ucuz dondurma vücuda bu kadar zararlı değildi o zamanlar. Bütün arkadaşlar birbirleri için hatıra yazıyorlar ve anket defteri dolduruyorlardı. Patenle kaymak için evden dışarı çıkmak daha güvenliydi. Annemle babam gençti. Daha az paramız vardı ve işin tuhafı bu o zamanlar hiç de umurumda değildi. İkiz kardeşimle odamız ortaktı, geceleri karanlıktan korkmam için bir sebep yoktu. Beni çağırmadan parka giden arkadaşıma pat diye küsüyordum ve hayatımdaki en büyük sorun sadece bu oluyordu.

İşte hislerim tam olarak o zamanlardaki gibiydi. Buz prensine karşı kayıtsız, şartsız, sınırsız, şuursuz, sorunsuz, zarif ve yumuşacık bir sevgiydi yüreğimdeki. Daima gülümseten, sihirli rüyalar gördüren, şairane bir aşktı. Demirköy çıkarmamız, daha bu ilişkinin ilk adımlarındandı. O günden sonra aylar yılları kovalayacak ve akıp giden zamanda her ne yaşanırsa yaşansın, hiçbir güç beni buz prensli hayallerimden caydıramayacaktı.

Uzaktan bakanlar buna tutulmak, abayı yakmak, sevdalanmak ve hatta kafayı takmak bile diyebilirlerdi; her türlü haklılardı. Telefonumda kendi fotoğrafımdan daha çok buz prensinin fotoğrafı vardı, başka ne diyebilirlerdi ki? Yalnızca yirmi dört saat sonra puf diye yok olma özelliğine sahip story'lerini kaydetmek her sabah gözümü açar açmaz ifa etmem gereken öncelikli vazifemdi. İşler ne kadar ters giderse gitsin benden hiç vazgeçmeyecek süper kahraman o olsa ne olurdu sanki? Hepimiz bata çıka yaşamıyor muyduk bu hayatı? Devamlı olarak çıkışta olan birileri var mıydı gerçekten?

Sanmıyordum. Bütün yolculuklar bir noktada bitiyordu ki, devamında yeni yolculuklar başlayabilsindi. George Clooney'in Up İn The Air filminde dediği gibi hepimizin bu hayatta bir yardımcı pilota ihtiyacı vardı. Her biten yolculukta elimizi tutacak, her yeni yolculukta şans öpücüğü verebilecek bir yardımcı pilot bence de fena fikir değildi. Ve bu yol arkadaşlığını bir ömür çekilir kılacak en değerli püf noktası elbette sevgiydi. Bonuslu püf noktası ise deli bir aşktı. Şu gözleri kör eden cinsinden olanı bence her türlü ilişkiyi ayakta tutardı. Peki, bir karşılık görmesem de böyle olmaz mıydı?

Çok merak ediyordum.

Olmak istediğim yeri, aslında olduğum yeri, asla olamayacağım yeri gerçekten çok merak ediyordum. Bunu çok fazla düşündüğümden emindim. Belki de akışına bırakarak yaşamayı ne kadar öğretmeye çalışsam kendime, o kadar plancı ve evhamlı ve çekilmez birine dönüşüyordum. Belki de ne kadar çabalarsam çabalayayım, burcumun bazı özelliklerini asla değiştiremeyecektim. Nasılsa ben hiçbir zaman çok sevip belli etmeyenlerden, özleyip söyleyemeyenlerden olamamıştım. Kızınca küser, kırılınca surat asardım. Canım ağlamak istediğinde hiç çekinmeden ağlardım. Huysuzdum ben, çokça zaman kapris yapardım. Bazen gücenirdim, bazen darılırdım. Ama sevince çok güzel seviyordum sanırım. Üstüne üstlük bunu bir de çok güzel abartırdım.

Kendime kahve alıp şehirlerarası yolculuğa çıktığım bir gün, çantamdan çıkan mor asetat kalemimle, elimde kalan boş Sturbucks bardağına "özleştik:)" mesajı yazmış, fotoğrafını buz prensine yollamıştım. Ve karşılığında bana "sen çok tatlısın," yazıp kırmızı bir kalp emojisi gönderdi diye de; mesajlarımı kahve bardağıma yazabilmek için her gün kahve içmeye başlamıştım.

Yine "kaçan kovalanır," klişesinde kaçan olmayı başaramayacak; yine suyunu çıkarana dek her yerden, ne kadar aşık olduğumu haykıracaktım.

Çok farkında değildim ama galiba adım adım platonik âşık olma yolunda ilerliyordum. Bakışını, gülüşünü çok fazla görmediğim, onunla kalabalık ortamlarda vakit geçirme fırsatı bulamadığım için buz prensinin mesajlarında kullandığı cümlelerden ve kelimelerden koskocaman anlamlar çıkarıyordum.

Bir keresinde, bana mesaj yazdığı akşamlardan birinde bir film izliyordum. Hangi filmi izlediğimi de söyleyivermiştim. Ve yalnızca bir kaç gün sonra laf arasında bana;

"Filmini beğendim bu arada," demişti. 'Love, Rosie' filmi...

Demek ilk bulduğu fırsatta o da izlemişti.

Bu sizce de inanılmaz karizmatik bir hareket değil mi?

Bana değer verdiğini daha naif başka nasıl ifade edebilirdi ki?

Şimdi düşünüyorum da, o zaman öyle sağlam gerekçelerim vardı ki; o günlerde karşıma geçip yarım ağız "nedir bu olup bitenler?" diye sorsanız, buz prensinin de bana karşı derin duygular beslediğini rahatlıkla söyleyebilirdim. Gerçeklerin aslında hiç de öyle olmadığını ise, maalesef çok sonradan öğrenecektim.

Platonik Bir Aşka Tüpsüz DalışHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin