Bütün bu olanlardan sonra bir erkeğe daha nasıl olup da güvenebilecektim bilmiyordum.
En tatlı yaşlarımı kendi renkleriyle aydınlatmış buz prensiyle vedalaşmadan yollarımızı ayırmış oluşumuza da bir türlü inanamıyordum.
Çok üzgündüm.
Çünkü beni sevmemesinden çok daha kötüsü, elbette bir başkasını sevmesiydi. Bunda şaşılacak ne vardı ki? Bu, platonik bir âşık için kaçınılmaz bir sondu.
Bana sevgili olmayı hiç teklif etmemiş, beni istediğini hiç söylememişti evet. Ama o erkekti. Onu gördüğüm bütün zamanlarda kalbimin hızlandığını biliyordu. Bana dokunduğunda heyecandan bacaklarımın titrediğine şahit de olmuştu. Onu yazmaktan hiç bıkmadığımı görmüş, her dakika onu düşündüğümü defalarca kez okumuştu. Onu çok seviyordum ve o da bunun bal gibi farkındaydı.
Bir gün bir prensese gönlünü kaptırabileceği ihtimali görmezden geldiğim bir ihtimal değildi ama her ne olursa olsun beni kırmadan gitmenin bir yolunu bulur gibi gelmişti. Naifti çünkü, tatlı dilli olmayı ve yumuşak yumuşak idare etmeyi bilirdi. Otuz dört aya sığdırdığım çırpınışlarımın üzerine, sırf canı öyle istedi diye, tam bir hödük gibi bana sırtını dönmez; koluna takıp ailesinin yanına götürdüğü kız arkadaşını gözüme sokmazdı. Bu erkeklerin nesi vardı böyle?
Kalbim gerçekten çok kırılmıştı. Bu kötüydü; çünkü kırık sarılsa da, iyileşmek için hep zamana ihtiyaç duyardı. Hayır madem karşıma geçip olanı biteni konuşamamıştı, keşke beni her yerden o engellemiş olsaydı.
Keşke bir fotoğrafın başında saatlerce hıçkıra hıçkıra ağlamak ve sonra sümüklerimle annemin yanına koşmak zorunda kalmamış olsaydım. Bazı anlar gerçekten çok acımasızcaydı, çok!
*
Ne olursa olsun, yaşadığım hikâyeyi sevmiştim. Bir yerlerde birilerinin çıkıp bana "âşıksın ve saçmalıyorsun, hemen çık oradan!" diyebilmiş olmasını çok isterdim ama yine de kendimi buz prensine kaptırdığım için hiç pişman değildim. Tıpkı Atticus Poetry'nin dizelerindeki gibi, onu gördüğüm ilk andan beri, bu seferkinin kalp kırıklığına değeceğini biliyordum.
Sadece; keşke kendi kendime koskocaman sarılıp, "her şey çok güzel olacak," diyebilseydim.
Sonunda, şu karavanlarda yaşayan yalnız insanlara çok özenmeye başlamıştım. Evet börtüden, böcekten, yalnız kalmaktan ve küçük yerlerde uyumaktan çok korkuyordum ama hunharca kalp kıran insanların arasında hiç farkına varmadan sekip duracağıma; paşalar gibi paramı biriktirip, uzak diyarlarda yaşayan bazı börtü böceklerle tanışmayı tercih ederdim.
Ben hep böyleydim işte; her şeyi çok içselleştiriyordum. Çok büyütüyordum. Kimse benim kadar dramatik yaşamıyordu bu hayatı. Buz prensi gibi bazı kimseler, canları nasıl isterse öyle davranıyorlardı. Ve belli ki bu kimseler kötü çocuk olmaktan hiç çekinmiyorlardı.
Sonunda o da olmuştu.
11 Mayıs gecesi gördüğüm ve bütün hikâyeye en başından başlamışız gibi hissettiğim büyülü rüyamın sabahına uyanana dek, hiçbir güç beni buz prensi hakkında kötü konuşturamazdı ama o da olmuştu işte maalesef. Bir sürü soru işareti, o sabah cevabını aniden buluvermişti.
Buz prensinin beni arkadaş olarak görmediği açıktı. Benim için sadece her 5 Nisan'da avukatlar günümü ve her 5 Eylül'de doğum günümü kutlayacak tatlı bir arkadaş olmak isteseydi eğer; beni âşık olduğu bir kız için böyle aptalca hayatından çıkarmazdı.
Bu sefer yaşadığım acıyı, çok önceleri yaşadığım ayrılık acımla kapıştıramıyordum; başkalardı. Bu sefer adı hiç konmamış, üstü hep kapalı yaşanmıştı her şey. Yaşananlara kapris karışmamıştı. Sitem yoktu. Affedilememiş küslükler yoktu. Trip yoktu, mızmızlık yoktu. Sadece tek taraflı bir sevgi büyümüştü bunca zaman, içimdeki sevginin çok güçlü olduğu doğruydu. Ama yine kalbimi kavuran bir acı çekiyordum işte ve adı ayrılık bile olamamıştı. Şu platonik aşka isim koyanın canı cehennemeydi.
Bu ne biçim bir işti böyle?
Hislerim körleşmişti; tatlı bir parçamı usulca bir köşeye saklamışım gibi hissediyordum. Olmasını hiç istemediğim bir şey olmuştu ama sanki zaten başka bir şey olamazmış gibi geliyordu, kafam hem bulanık hem daha önce hiç olmadığı kadar berraktı.
Buz prensi kadar büyülü bir erkeğin bu kadar kalpsiz çıkmış olması beni kızdırmış mıydı, yoksa incitmiş miydi?
Karar verebilmem çok zordu. Hâlbuki "sevmek mübalağa sanatıdır. Abartın," diyen İsmet Özel gibi koşmuştum peşinden yıllarca, düpedüz... Bu çocuk beni nasıl da hiç anlamadı?
Aman ne bileyim işte; bir gün doğumunda koyun koyuna sokulmuşken, "öpüşsek her şey geçmez mi?" derim ve o da bana âşık olur sandım; ama o gün hiç doğmadı.
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Platonik Bir Aşka Tüpsüz Dalış
RomanceBenim kendi dünyamdaki kurallar listesine göre bir erkekle tanışıklığım masallara konu olabilecek sihirli bir serüvene rastlarsa eğer; o erkek ömrüm boyunca âşık olacağım tek erkek olacak demekti. Ve ben o erkeği bulmuştum.