" Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi, öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an...Bozmadım "
-Özdemir Asaf
İyi okumalar.
~●~●~●~●~
"06-13 olay yerinde kamera bulunamadı."
Oturduğum yerden tam karşımdaki boşluğu izliyor ve birçok farklı noktadan gelen telsiz seslerinin fonu eşliğinde, hiçbir şey düşünmüyordum. Evet yaptığım tek şey bu: Hiçbir şey düşünmemek.
Umarım boşluk olduğunu sandığım yere bakarken birilerini rahatsız etmiyorumdur.
Bu önemli görevimdeki sponsorum ise Emniyet Genel Müdürlüğüydü. Kısaca, karakoldayım ve komiser masasında oturmuş babamın gelmesini bekliyordum. Adam kaçtıktan sonra elimde kanlı bir bıçak, bir adet -muhtemelen- ölü ve yerde inleyen bir Bartu ile baş başa kalmıştım. O an muhtemelen benim yerimde olacak birçok insan gibi panikleyip kaçabilir veya bayılarak yerde yatanlar kervanına katılabilirdim.
Ancak küçük bir detay vardı. Biri. Benim için suratını dağıttıracak türde biri ve muhtemelen o olmasaydı şu anda burada güvenle oturuyor olamazdım. Hatta oturabileceğim bile şüpheliydi.
Ben de tüm bunları yapmak yerine Bartu'nun yardımına koştum ve bir elimden gelen ilk yardımı yapmaya çalışırken diğer yandan ambulans çağırdım. İkisine de. Bunu polisi bile aramadan önce yaptım. Aslında birkaç morluk ve kaşındaki yarık dışında pek bir şey yoktu ama o an benim için çok hassas bir konuydu ayrıca kafasına bir sürü darbe almıştı.
Ambulansı önce aramama rağmen polis birkaç dakika öncesinde 'olay yerine' ulaşmıştı. Hemen ardından gelen ambulanstan inen görevliler yaralılara koşarken bir polis de başımda sorular sormaya başlamıştı bile.
Cevaplamadım. Babamın tembihiydi: Eğer başım belaya girerse o gelene kadar susma hakkımı kullanmam gerekiyormuş. Ve bundan kesinlikle şikayetçi değildim. Zaten reşit olmadığım için de üsteleyemediler ki bu benim için başka sorunlar doğuracaktı.
Orada bana yapabilecekleri tek şey, boynumdan göğsüme doğru süzülen -aslında fazla hızlı akmıyordu ama ben Bartu'yla ilgilenmekten bıçaktaki kanın kaynağını unutunca o hale gelmişti- kanı durdurmaktı. Şimdi Bartu hastanede, ben ise karakoldaydım.
Saat gece üçü geçiyordu. Açık ofislerin bulunduğu bir alandaydım ve komiser yaklaşık on beş dakikadır ortalarda yoktu. Hiçbir şey düşünmediğimi sanarken daldığım gerçeği ürpermeme sebep olurken gündemime sokmaktan kaçındığım bir takım olaylar vardı.
Saldırıya uğramış olmam ve birini galiba öldürmüş olmam gibi. Bedenimi karıncalar istila ederken babam gelene kadar düşünmeme hakkımı da kullanmaya karar verdim. Zaten pek sürmedi. Önce arkada yakınımdan ayak sesleri geldi. Komiser olan ve bence acilen Ayvalık'taki yazlık meselesini düşünmesi gereken yaşlıca bir adam yerine oturdu. Hemen ardından da bir çift el omuzlarımı sıktı. Bakmama gerek yoktu; bakmadım da. Babam gelince olaylar başıma sanki şu an geliyormuş gibi ayıkmaya başladım. Gergindim. Çok gergin. Başıma ufak bir öpücük kondurduktan sonra yanımdan geçip karşıma oturdu. Oldukça rahat görünüyordu, onun bu halini görünce az da olsa gevşedim. Küçüklüğümden beri hep böyle olurdu. Eğer şu an endişeli olsaydı muhtemelen ben kalp krizi falan geçiriyor olurdum.
Bir dakika kadar ben de babam da konuşmadan öyle bakışınca komiser bize hayretler içinde bakarak boğazını temizledi.
Doğru ya, ortada bir suç vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En Karanlık Gece
Teen Fiction"Bu bir gün olacaktı." Dönmesini bekledi. Doğrulup dönünce, "Bunu sen de biliyordun." dedi. Ya o, ya ben, diye düşündü. İki kişi olmaz. Adam sadece kendisine doğrultulmuş silahlara baktı. Oyalanamazdı, "Üzgünüm." dedi genç adam horozu indirirken. ...