Mustafa Tenker Yayın Grubu sponsorluğunda Panu Kitap aracılığıyla kitaplaştırılmıştır.
İyi okumalar!^-^
Bölüm 4: Gerçek Bir Kâbusun Dişleri
Gözlerim alıştığı karanlıktan birden bire çıktı. Farklı renkler anlamsız bir şekilde etrafımda dönüyor, kendilerince beden bulmaya çalışıyorlardı. Havada süzülen renkler netleşti ve kendimi sık ağaçlarla kaplı bir ormanda buldum. İstemsizce kaşlarım çatıldı. Kendi çevremde bir tur dönüp ileriyi gözlerimle taramaya başladım. Ayağımın altında hissettiğim çıtırdayan yapraklar ayak tabanıma batıyordu. Kuşku dolu bakışlarımı boş ormandan ayaklarıma çevirdim. Tahmin ettiğim gibi çıplaktı, bu yüzden kurumuş yapraklar ayak tabanlarımı gıdıklıyor ve yer yer ince bir sızıyla batıyordu etime. Üzerime bakışlarımı yönelttiğimde beyaz bir elbiseyle karşılaştım. Kaşlarımı kaldırıp bakışlarımı tekrar ormana yönelttim. ''Pekâlâ,'' diye mırıldandım.
Hafif bir rüzgârın esmesiyle saçlarım rüzgâr yönüne doğru havalandı, esen rüzgârın soğukluğu tüylerimi diken diken etmişti, titredim. Rüzgâr dindiğinde havalanan saçlarım omzumdan aşağıya döküldü. Bu bana ne kadar anlamsız gelse de ''Merhaba!'' diye seslendim, ormanın içinde birilerine ulaşabilirmişim gibi. Etrafımda bir kez daha aheste aheste döndüm. Bakışlarımı tek bir ayrıntıyı kaçırmamak için şahin gibi etrafta dolaştırıyordum. Tek başıma burada ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. En son ne yaptığımı bile hatırlamakta güçlük çekiyordum. Kendimi zorlayıp en son ne yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Evimdeydim ve yemek yiyordum. Daha sonra...
Bu ıssız yerde kulaklarıma dolan ürkünç bir kahkaha tüm ormanda yankılanırken arkamı döndüm. ''Kim var orada?'' Sesim nereden geldiği belirsiz kahkaha gibi yankılanıp bana geri döndü. İçime kor ateş gibi düşen korkuyla derin derin nefesler almaya başladım. Göğsümün altında kalbimin atışının hızlandığını duyabiliyordum. ''Kim var orada?'' diye tekrar seslendim ama bir fayda etmiyordu. Sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım.
Bir kısımdan sonra yerdeki kuru yapraklarla birlikte yapraklı ağaçlar da azalmaya başlamıştı. Yapraklı ağaçlar yerine yapraksız ve kuru ağaçlar, dağınık ve sık bir şekilde ormanı devam ettiriyordu. Gündüz saatleri olmalıydı ama gökyüzünde güneşin kıpırtılarına ait tek bir hareketlilik bile yoktu. Güneş bulutların ardına saklanmıştı. Hava ne kadar aydınlık gibi görünse de gri bulutlar gökyüzünün büyük bir çoğunluğunu kaplıyordu. Ormanın biraz ilerisinde başlayan sis kuru ağaçları ürkütücü gösteriyordu. Ayağıma batan taşları umursamadım. Yeniden bir kahkaha sesi duyduğumda etrafımı korkuyla kolaçan ettim. Bu seferki çok yakından gelmişti. Demek ki yaklaşmıştım.
Neye doğru ilerlediğimi bilmiyordum, içime dolan boğucu his güzel bir şeylere yol alığımı söylemiyordu bana ancak nereye gidersem gideyim yine aynı yere, bu sisli yapraksız sık ağaçların olduğu kısma çıkacağıma inanıyordum. Bir süre daha ilerleyip sisin başladığı yerde duraksamadan yürümeye devam ettim. Ben bacaklarımı saran siste adım attıkça daha da tedirgin bir hâle bürünürken sis ise ben ilerledikçe görüşüme yeni cisimleri sokuyordu. Hatırı sayılır bir yürüyüşten sonra sisin ardında yükselen uzun sütunlar halindeki kayaların bulunduğu bir yerle karşılaştım. Bu sütunların ortasında diğerlerinden daha biçimli ve bakımlı dört taş sütun duruyordu. Sütunların üzerlerinde insan suratına benzetilmiş heykeller vardı ve alınlarında şekiller kazılıydı. Bu tapınak benzeri tuhaf alan için tüm ağaçlar köşelere çekilmiş gibiydi. Geniş, yuvarlak bir alanın ortasında yeşil çimenlerin üzerine oturtulmuş irili ufaklı sütunların merkezinde geniş bir tümsek ve etrafında dört heykelli sütun vardı. Gözlerimi heykellerden ve sütunlardan çekip ortalarındaki siyahlara bürünmüş üç kadına çevirdim. Bir şeyin ya da birinin önünde duruyorlardı ama görmekte zorluk çekiyordum. Biraz daha yaklaşmam gerektiğini düşünüp dikkatli davranarak taş sütunları kendime siper edindim. Siper değiştirerek onları duyabileceğim bir noktaya geldim ve durdum. Siperin ardından ne yapmaya çalıştıklarını anlamak için çaba sarf ediyordum. Arkaları bana dönüktü ve üçü de başlarında dikildikleri her neyse onun önüne bedenleriyle etten duvar örmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Element: Gün Batımı (Kitap Oldu)
FantasyElement Serisi, İlk Hikâye (Adı değişti.) Ahenk Serisi - Kristalize adıyla kitaplaştırıldı. Dünya üzerinde Tanrı'nın verdiğine inanıldığı bazı güçler ya da bazı insanlara göre lanetler vardı. Önceden dünyanın sadece dört elementten oluştuğu düşünüld...