o günün sonrasında, günlerce aradı adam kadını. biliyordu yaptığı çok büyük bir korkaklıktı ama yapamıyordu işte... başkalarına yalan söyleyebilmek kolaydı, peki ya kendine yalan söylemek?
o gün, göksel'in evinin olduğu sokakta buldu yine kendini. elini zile bastıracak kadar cesur muydu gerçekten yoksa yine, öylece kadının kapısını izleyip gidecek miydi? bildiği bir şey varsa o da şuyku ki, hangisini seçerse seçsin, bu hikâyede o kaybedecekti.
yumruklarını sıktı ve bu defa kendinden emin adımlarla yürümeye başladı kapıya. bir yandan da kendine sorup duruyordu: güç, onun için ne zamandan beri kendine yalan söylemek olmuştu?
acınası hâldeydi.
yumruk yaptığı elini kaldırdı, eklem yerlerini kapıya doğru uzatırken kalbi kulaklarını sağır etmek istercesine atıyor, aldığı nefes onu ölümün kollarına itiyordu. kaybedeceğini bile bile yaptı, o kadının kapısını çaldı. eğer açmazsa, ömrünün son saniyesine kadar o kapının önünde bile yatardı.
kapının ardından gelen ayak seslerini işittiğinde heyecandan ter içinde kalan alnını sildi elinin tersiyle. yutkunup kapıya baktığı an, kapı gıcırdayarak açıldı.
adamın gözlerinin önüne düşen manzara yüzünün korkuyla donakalmasına neden oldu.
"gök... göksel?"
•
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sevda tanrıçası
Short Story•calling, tamamlandı "seni sevda tanrıçası yapan, şu aptal gönlüm değil mi?"