çünkü bazı mektuplar temizdir

3.2K 152 60
                                    

  Büyük mavi bina kapısının önünde duruyordu. Demirden kapının üstünde kareli şekiller vardı, paslı bir kapıydı. Gıcırtı ile beraber etrafta kulak yırtan bir ses duyuldu. Uzun boylu, sarı ipeğimsi saçları, vücudunu meleğimsi gösteren beyaz parlak teni, ışıltılı gözleri olan çocuk elinde az önce aldığı makarna paketlerinin olduğu beyaz market poşetleri ile apartmandan içeri girdi. 

"Ben geldim, sevgilim!" Önce ceketini ve ayakkabılarını bir kenara bıraktı. Sonra mutfağa makarnaları. 

"Umarım yine şu kıvrımlı makarnalardan almamışsındır." Ondan daha genç olan çocuk ellerini yavaşça beline dolayıp başını boynuna gömmeden önce konuştu.

"Aldım." 

"Yah, Jungwoo.."

"Efendim?" Büyük olan hafifçe itti beline sıkı sıkı dolanan çocuğu. Sonra ona doğru döndü tüm bedeni ile. Ellerini tezgaha dayadı. Genç olanda ellerini çocuğun ellerinin yanına. 

"Sabah sana gelen şu mektupta ne yazıyordu?"

"Hangisi?" dedi genç olan bilmiyormuş gibi bir hali vardı ama diğeri pekte inanmış gibi durmuyordu.

"Sabah ekmek aldın ya hayatım."

"Bana hayatım dersen dudaklarından başka bir şey düşünemem."

"Yukhei, konuyu dağıtma."

"Oh.. adım Yukhei mi? Ben Jungwoo'nun kölesini tercih-" Sarışın çocuk gözlerini devirince genç olan sustu. Kısa bir süre iç çeken çocuğu izledi.

"Önemli bir mektup değil. Boşver." 

"Peki, çekil o zaman da yemeğimizi hazırlayayım." Genç olan kısaca kafasını sallayıp çocuğu tezgahla arasına sıkıştırmayı bıraktı. Sarışın kısa bir nefes bıraktı. Her ne kadar birbirleriniçıplak görmüş, defalarca beraber banyo yapmış, sevişmiş olsalar bile Jungwoo hala bu minik hareketlerden fazlasıyla etkileniyordu.

...

Yemek bitip odalarına geldiklerinde Yukhei gergin görünüyordu. Üstünde bir şeyler eziliyor gibi hissettiğinde ya da boğazı düğümlendiğinde, bazenleri ise nefes alamadığında yaptığı gibi Jungwoo'yu öptü. Önce dudaklarını, sonra kıyafetlerinden kurtulup tüm vücudunu. Ta ki İkisi de yıldızların ışıltılarını tüm vücutlarında hissedene ve Jungwoo çok yorulup uyuyana kadar. 

Bir süre yanında açık pencereden vuran ay ışığının aydınlattığı parlak yüzü izledi. Sonra ayağa kalktı. Sabah güneş ışığı her zaman direkt odalarına vururdu. Her seferinde Jungwoo rahatsız olup örtünün altında Yukhei'nin göğüsüne sokulurdu. Bir süre camdan parlayan aya baktı.
Daha fazla devam ederse asla hareket edemezdi. Gözlerini ondan alamazken, vücudundan ayrılamazken asla gidemezdi. Sessizce duşunu aldı. Sonra bir kaç parça kıyafet. Son kez bakmadı, 2 yıl önce hayatını birleştirdiği, 5 yıl önce deliler gibi sevdiğini itiraf ettiği, 7 yıl önce lisede okula gelmiş yeni çocuğa son kez bakmadı. Cesaret edemezdi. Onu tekrar tüm bu sıfatlar içinde görmeye cesaret edemezdi.

Etmedi.

Sessizce çekti kapıyı. Sessizce çekti ve gitti.

...
Günün ışıkları odanın içini aydınlatmıyordu ve bu odaya boğuk bir hava katıyordu. Jungwoo yavaş yavaş gözlerini kırpıştırdı. Her sabah yanında yorganın yarısına sarılmış yarısına dolanmış eşinin boşluğunu hissedince duraksadı. Kısaca gözlerini tavana dikti ve banyodan sesler gelmesini bekledi.

Gelmiyordu. Yatakta doğruldu.

İçini huzursuz eden bir şeyler kaplamıştı. Ayağa kalktı. Üstüne dün sağa sola fırlatılmış kıyafetlerden  kendininkini bulup giyindi.

"Yukhei?" Kısaca bir cevap beklerken mutfağa doğru ilerledi. "Yukhei!"

Mutfakta da yoktu.

Telefonunu eline aldı. Tezgahın yanında duran pembeli sandalyelerden birine oturdu. Bir zamanlar bu pembeli sandalyeler için kavga etmiş, Jungwoo her ne kadar bordo almak istese de Yukhei onu zorlayıp mutfağın küllü beyaz rengi ile pembenin daha güzel duracağını diretmişti. Sonunda Jungwoo kıramamış ve yeni yeni yerleştirdikleri evlerinin mutfağına bu anaokulu sandalyelerine benzeyen sandalyelerden almak zorunda kalmışlardı.

Telefonu biraz kurcaladı ve sonra Yukhei'nin numarasına tıkladı.

Ulaşılamıyordu. Jungwoo baştan aşağı titrediğini hissetti. Ellerini kısaca saçlarına geçirdi. Kısa bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Bu sırada telefondan Yukhei'nin yakın arkadaşı Taeyongun numarasına tıkladı. Yavaş yavaş salona ilerlerken telefonun açılmasını bekliyordu.

"Taeyong Yukhei'ye ulaşamıyorum."

"Evde değil mi?"

"Hayır."

"Bir sorun mu var?"

"Hayır, belki sadece markete gitmiştir. Fazla kuruntu yapıyorum şu sıralar. Seni sonra ararım."

Jungwoo televizyon masasının yanında duran beyaz zarfı görünce Taeyong'u hızlıca geçiştirdi ve mektuba doğru yürüdü. Sessiz ve titrek nefesleri ile birlikte eline aldı ve sürekli sarılarak uyudukları, film izledikleri, Yukhei'nin oynaşmak için bilerek büyük aldığı, beyaz, odanın duvar kısmını kaplayan beyaz koltuğa doğru yürüdü. Üstündeki tişörtü düzeltti. Oturdu ve soluklandı. Hızlıca mektubu yanından yırttı.

Tanıdık eğri büyrü yazıya baktı. Yukhei'nin yazısı hep bozuktu. Nikah memuru isimlerini yazıp imza atmalarını istediğinde Yukhei güzel yazmak için harfleri tek tek çizmeye çalışmış ve nikah defterinin tamamını kaplayan bir isim ve nerdeyse onun kadar çirkin ve büyük bir imza bırakmıştı. Yine aynı yazıyla ama daha özensiz bir şekilde yazılmış bir cümle ve geriye kalan bomboş kağıda baktı.

Tüm vücudunun sarsıldığını hissetti tekrar. Parmaklarının ucu donuyordu ve karnının üstüne bir kaç sert darbe almış gibi bir ağrı hissetti.

"Jungwoo, özür dilerim. Hoşçakal olur mu?"

Luwoo shipliyorum ve kendi içimde shiplerime acı çektirmeyi seviyorum. (Hayır sevmiyorum lütfen hepsi mutlu olsun lütfen lütfen.) Biraz fazla duygusal zamanlarım olduğu için ve Luwoo buna çok uyduğu için bunu yazmak istedim. Teşekkürler kwjdbqkdnad..
Angst olmayacak şimdiden uyarayım da.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Run Back 2 You ✵ LuwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin