defalarca kez yumruklanması gereken hatalar

1.1K 104 38
                                    

 Aradan bir hafta geçmişti. Doyoung ve Jungwoo işi almışlardı. Yani Jungwoo kendi şirketi ile bağlı olarak Yukhei'nin şirketinin muhasebe işleriyle ilgilenecekti. Doyoung onu eve bırakırken kısaca olanlardan bahsetmiş, Doyoung bunu hemen iptal etmeleri gerektiğini düşünse de Jungwoo izin vermemişti. Yukhei'yi görmeyecekti bile. Sadece bir kaç dosya işi ile uğraşacaktı o kadar.

Doyoung'un o kadar muhasebeci içinden bu büyük iş için patronlarına zorla Jungwoo'yu önerdiğini biliyordu. Eğer işi almasalardı bu Jungwoo için değil Doyoung için çok büyük bir sorun olabilirdi. 

Şimdi ise Cuma gecesiydi. Sonunda yine bir haftayı atlatmışlardı ve çalışan bu ikili için en güzel içme gününe gelmişlerdi. Evdelerdi. Chenle çoktan odasına çıkmış uyuyordu. Bayan Lee bu gün oğlu Jisung'la Chenle'yu lunaparka götürmüş bol bol eğlenmişlerdi ve lunapark gezisinden sonra yorgun olan çocuk odasında mışıl mışıl uyuyordu.

Chittaphon önündeki karmaşadan bira şişesini bulup dudaklarına götürdü. Masada etrafa saçılmış yer fıstıkları, cips paketleri, kare kare kesilmeye çalışılmış ama çarpık çurpuk duran üstüne küçük şişler batırılmış kavunlar, masanın altında bir kasa alınmış bira şişeleri ve Jungwoo için yumuşak, nane kokulu mendiller.

İkili çoktan çakırkeyfi olmuştu ama henüz saat 10 bile geçmiyordu. Jungwoo'nun eski külüstür radyosu mutfaktaydı ve 'Let me down slowly' çalıyordu. Chittaphon küçük yudumlar alıyordu. Jungwoo ise alabildiğince içiyordu. 

"Biliyor musun, artık sadece onun mutluluğunu isteyeceğim." 

"Ve sen de mutlu olacaksın." Jungwoo güldü. Biten şişeyi koltuğunu kenarına doğru bıraktı ve yeni bir şişe için eğildi. Bu sırada kapı çaldı. 

"Ben bakarım." Jungwoo başını salladı ve şişe açacağı ile beraber koltukta tekrar doğruldu. Chittaphon'un bakması daha yerinde olurdu çünkü ne olursa olsun kendisinden daha ayık olduğu açık ara belliydi.

Chittaphon kapıya doğru ilerledi, altında pembe kedili pijamaları üstünde siyah bir hırka vardı. Neden bu pijamaları giydiğini bilmiyordu sadece Jungwoo'nun dolabında ona tam olan bir tek bu vardı. Jungwoo'nun kız kardeşi için olsa gerek diye düşünüp giymişti. Bu şekilde eve gidemeyeceği için her içki geceleri olduğu gibi bu gece de Jungwoo ile kalacaktı. Hırkasının kendine uzun gelen kollarını sıyırdı ve kapının kulpunu çekti.

Karşısında uzun boylu, esmer tenli, kepçe kulaklı ve Jungwoo'nun eski kocasına benzeyen birini bulmayı beklemiyordu. Belki alt komşudur belki üst komşu diye düşünmüştü.

"Kime bakmıştınız?" Chittaphon omzuyla beraber kapıya yaslandı. 

"Kim Jungwoo, burada mı oturuyor?"

"Hayır." Chittaphon geri çekilip kapıyı kapatmak üzereydi ama Yukhei onu engelledi.

"Seni biliyorum, geçen de Jungwoo ile beraberdin. Burada ise söyle, konuşmamız gerekiyor."

"Öyle mi? Beni biliyorsan.." Chittaphon ona doğru yaklaştı ve yüzüne yetişmek için parmak uçlarında biraz doğruldu. Yukhei şimdi gelen içki kokusunu burnunda hissediyordu ve bu yüzden yüzü buruşturmuştu. "...Buradan siktir olup gitsen iyi edersin." 

"Çekil." Yukhei yavaşça Chittaphon'u omzundan itti ve içeri girdi. 

Jungwoo başını geriye atmış içkisini yudumlayıp göz yaşları dökmekle meşguldü fakat gelen patırtı sesleri ile başını kaldırdı. Biranın birazı tişörtüne dökülmüştü. Bu yüzden ayağa kalkıp tişörtünü çıkardı. 

"Chittaphon, her şey yolunda mı?" Yukhei içeri girdi. Önce Jungwoo'ya, siyah eşofmanına, biralara, kenara atılmış beyaz tişörtüne ve dağınık saçlarına baktı. Sonra uzun uzun çıplak, beyaz, hafif kaslı, karnının altına doğru minik bir çizgi bulunan vücuduna. 

"Sevişiyor muydunuz?"

"Ne işin var burada?" Jungwoo kenarda az önce çıkardığı tişörtü tekrar üstüne geçirdi hızlıca. Yukhei bir süre arsız bakışlar ardında onu izlemişti. 

"Konuşmak için geldim."

"Konuşulacak bir şeyimiz kalmadı."

"Sen, ben ve oğlumuz hakkında." Chittaphon sadece kenarda durmuş olanları izliyordu. Bir yetişkin olarak sessiz kalmayı seçmişti. Sorunlarını kendileri halledebilirlerdi.

"Oğlumuz mu?" Jungwoo yüzünü buruşturdu. Küçükçe gülüyor gibi bir halı vardı ama onun karşısında bunu yapmak, ağlamak istemiyordu. "Oğlumuz mu!" Ağlayamıyordu da, onun yüzünden yaşayamıyordu, nefes alamıyordu, gülemiyordu çünkü o bunların hepsini bir gece yarısı ondan alıp gitmişti. Şimdi ne diye buradaydı. Oğlunu mu alacaktı, o gece bunca şeyi alıp gitmiş ve ona yaşamak için tek bir sebep bırakmıştı. Şimdi onu almaya mı gelmişti?

"Jungwoo.."

"Git buradan!" Jungwoo üstüne doğru yürüdü. Ağlamıyordu ve bağırıyordu. Avazı çıktığı kadar, tüm acısıyla bağırıyordu. "Git, onu benden alamazsın!" Yukhei kendisini itmek için gelen elleri tuttu bileklerinden. 

"İşleri zorlaştırıyorsun." Jungwoo toparlayamadığı hareketleri yüzünden eğdiği başını kaldırdı. Bir elini sertçe bileğinden çekti.

"İşleri zorlaştırıyorum, öyle mi?" Yukhei'nin suratına gelişi güzel bir yumruk savurmuştu. Uzun zamandır bu anı bekliyor gibi hissediyordu. O kadar rahatlamıştı ki bir anda bunu defalarca kez yapabilmek için milyonlar harcayabilirdi. Yukhei suratını tutmuş başını gelen yumruğun etkisiyle sağa doğru eğmişti. Jungwoo'nun diğer bileğini de bırakmıştı.

"Baba?"

Selam arkasla okuyup yorum atmiyonjz ayip oluo merak ediyom dusuncelerinizi

Run Back 2 You ✵ LuwooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin