Sınır yok bu aralar bölüm yazamıyorum niye bilmiyorum
Tercihler başladı sanırım onun stresi var
Bölüm kısa oldu biliyorum isterseniz kitabı bırakın, hakkınız çünkü sürekli kısa bölümler geliyor
Elimden geldiğince yazmaya çalışıyorum ama ilham gelmiyor. İttire ittire yazıyorum. Umarım kısa süre sonra geçer
Bölüm biraz +18 oldu isteyen o bölümleri geçebilir
Ülfet anne hemen olumsuz anlamda başını salladı. "Hayır, hayır." diyerek yanlış anlaşılmanın önüne geçti.
"Ondan olma evladım kızdı." Demek Ömer'in bir ablası vardı. Peki ya ölü mü doğmuştu veyahut sonradan mı ölmüştü de Ömer'in bundan haberi yoktu.
"Ne oldu ona? Babam biliyor muydu hamile olduğunu? Nasıl kabul ettiler seni gelin olarak almayı? Anlat ana, anlat. Susma her şeyi anlat. Ben, Ömer Çakıroğlu'nu kaç yıldır ayakta uyuttuğunu anlat. Dinliyorum." Dedi hırsla. Bir ablasının olduğunu bilmeye hakkı vardı, sadece onun değil Gülay'ın da. Oysa Ülfet anne, Gülay konuşmaları duymasın diye kapıyı bile kapattırmıştı.
"Biliyordu. Ben hamile kalınca önce anama söyledim o ise beni eve kapattı. O evden çıktığım gün babanla düğün günüm oldu. Doğurduktan sonra Muhsin ile kendi çocuğumuz gibi yapacaktık ama..." Hesapladıkları gibi gitmemişti muhakkak. "Çocuğun cinsiyeti kızdı. Belki erkek olsa, soyuna erkek evlat verdim diye çocuğa zulüm etmezlerdi ama kız olunca ebe kadına yalvardım. Çocuk ölü doğdu dedirttirdim." İşte olaylar belki de bundan sonra kopacaktı. Madem çocuk ölü doğmamıştı, bu ailede de büyümemişti, o halde kimdi Ömer'in ablası?
"O sıra yanıma sadece ablamı çağırdım. Civan ablamı... Epey oluyordu eniştenle evleneli ama çocukları olmuyordu. Bu köyde de yaşamazlardı kaç yılda bir gelirlerdi. Yani kucağında bebesi ile gelse kimse şaşırmazdı. Ona dedim benim evladıma sahip ol, büyüt, kendi çocuğun gibi sev." Yüreğinin parçaları göz yaşı olarak yanaklarından aşağı süzüldü. Pare pare olmuştu artık, halsizliği gitgide artmıştı.
"Nalan abla mı?" Tek çocukları vardı ve kızdı. Yaşı da Ömer'den büyüktü.
"Evet." derken artık dermansız kalmıştı. Başka bir şey anlatacak gücü kalmamıştı. İyice perişan olmuştu.
"Nalan abla, benim öz ablam mı?" Bu sefer Ömer sordu. Ne hissettiğini ilk defa anlayamıyor, ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Belki de hayatı boyunca tahmin bile etmediği bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalmıştı.
Geç miydi, erken mi? Tam zamanında mı öğrenmişti yoksa daha öğrenmemeli miydi? Tüm sırlar açığa çıkmalı mıydı yoksa Ülfet teyze ile mezara mı gitmeliydi? Tüm doğru ve yanlışlar birbirine karıştı.
"Bir ana olarak elin titremedi mi çocuğunu verirken?"
"Çaresizdim Ömer. Ama Allah şahidim bir an bile pişman olmadım. Ne zamanki babandan çocuğum oldu da engelli doğdu diye etmediğini bırakmadı. Ne zaman ki siz daha el kadar bebeyken sizi, kendi öz çocuğunu dövmeye başladı işte o zaman dedim iyi ki vermişim. Ablam ona analık, Duran enişte babalık yaptı, hem de layığıyla. Öz anasının veremeyeceği huzuru, mutluluğu onlar verdiler. Baksana oğlum! Bir Nalan'ın neşesine bak, bir de dön kardeşinin neşesine bak. Nalan benim koynumda büyüsün diye ona cehennemi yaşatamazdım."
Her anne doğurduğu canı düşünür, kendince en iyisini yapmaya çalışırdı. O İbrahim dayı ile evlenip mutlu olmayı dilemişken kader çoktan ağlarını örmüştü.
"Biliyor mu çocuğu olduğunu?" İsmini anmak istemiyordu, normalde İbrahim dayıdan övgü ile bahsederken şimdi ismini bile söylemek istemiyordu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYKIŞLI
Historical Fiction1970'lerde köyde geçmektedir. Sıcak kolları ile sarıp sarmaladı onun yanında cılız ve küçük kalan bedenimi. Buz gibi günahlarım onunayken yerle yeksan oldu. Kimsesiz ruhuma yabancılaşmadan öksüz bedenime sahip çıktı , yalnız onun yanındayken ruhum b...