Bölüm-12-

263 2 1
                                    

Çevremdeki insanların ürkek olduğumu düşünüyorlar, beni çekingen diye nitelendiriyorlardı(sırrımı büyük bir dirençle iç dünyamda saklıyordum). Ama içimde demir gibi bir irade kökleşmişti. Bütün düşüncem ve çabalarım yayında gerilmiş bir ok gibi tek bir hedefe yönelikti: Viyana'ya geri dönmek, sana geri dönmek. Ve başkalarına ne kadwr anlamsız, ne kadar anlaşılmaz gözükürse gözüksün, irademin gereğini zorla yerine getirdim. Üvey babam varlıklı  biriydi ve bana kendi öz çocuğu gözüyle bakıyordu. Ama ben, kıran kırana bir ısrarla kendi paramı eknfim kazanmak istiyordum ve sonunda büyük bir konfeksiyon mağazasının çalışanı olarak Viyana'ya, bir akrabanın yanına yollanmamı sağladım.

Sisli bir sonbahar akşamı -nihayet! nihayet!- Viyana'ya vardığımda, ilk gittiğim yerin nersei olduğunu sana söylememe  bilmen gerek var mi? Bavulumu garda bıraktım, bir tramvaya atladım -bana cok yavaş gidiyormuş gibi geliyordu, her durakta öfkeleniyordum- ve evin önüne  koştum. Pencerelerin aydınlıktı, yüreğim deli gibi çarpıyordu. O zaman kadar bana onca yabancı kalmış, onca anlamsız bir biçimde yanimdan geçip gitmiş olan şehir, işte ancak şimdi yaşamaya başlamıştı, ben de amcak şimdi yeniden yasıyordum, çünkü senin, sonsuz rüyamın artık yakınımda olduğunu seziyordum. Gerçekte senin bilincine, şimdi vadilerin, dağların ve nehirlerin ötesine olduğumdan daha uzak olduğumu elbette hissedemezdim, çünkü  seninle bemim parıltılar saçarak yukarıya dikilmiş bakışlarım arasında yanlızca pencerenin ince ve yuvarlak camı vardı. Ben hep yukarıya, sürekli yukarıya  bakmaktaydım: ışık orada, evin vardi, sen vardın, orada benim dünyam vardı. Iki yil boyunca hep bu zaman parçasını hayal etmiştim, ve şimdi o zaman, artik bana armagan edilmişti. O uzun, yumuşak, bulutlu akşam boyunca pencerelerinin önünde durdum, ta ki ışıklar sonene kadar. Kalacağım yere ancak ondan sonra gittim.

Her akşam böylece evinin önünde durdum. Işte akşamın altısına kadar kalıyordum, zor ve yorucu bir işti, fakat seviyordum, çünkü işin tedirginliği kendi tedirginligimin acısını daha az duymami sağlıyordu. Ve demir kepenkler arkamdan gürültüyle iner inmez sevgili hedefime koşuyordum. Seni yanlızca bir defa olsun görmek, yanlızca  bir defa sana rastlamak, yanlızca bir defa daha bakışlarımla uzaktan olsun yüzünü kucaklayabilmek, tek arzumdu. Aradan yaklaşık  bir hafta kadar geçtikten sonra nihayet sana rastlayabildim, üstelik de beklemedigim bir anda: ben yukarıya bakıp senin pencerelerini gözetlerken  sen caddeyi geçip geldun. Ve o zaman ben ansızın tekrar o on üç yaşındaki çocuk oluverdim, yanaklarımı kan bastığını hissettim; elimde olmaksızın içimin en derin noktasında yatan, senin gözlerini hissetmenin özlemini çeken arzuya karşı çıkarak başımı eğdim ve şimşek gibi, arkamdan kovalanıyormuscasina koşarak  yanından gectim. Daha sonra ancak okullu kızlarla yakışabilecek bu ürkek kaçıştan utandım, çünkü artik iradem acıktı, seninle karşılaşmak istiyordum, seni arıyordum, bir nevi uyuklamakla ve özlemle harcanmış onca yılın ardından nihayet senin tafarından tanınmak istiyordum, beni dikkate değer bulmani, sevmeni istiyordum.

Ama sen, tipi halinde yağan karın altında ve Viyana'nın o bıçak gibi kesen sert ruzgarinda bile her aksam sokağında beklediğim halde, uzun zaman benim farkıma varmadın. Kimi zaman saatler boyu bekledim ve sen sonunda tanıdıkların eşliğinde evinden çıkıp gittin, iki defa seni kadinlarla birlikte de gördüm; artik bir yetiskin olduğumu, sana olan duygumun farklılığını, seni kendinden cok emin bir ifadeyle koluna girmis yabancı bir kadınla yürüyüp gittiğini gördüğümde ansızın geliveren ve ruhumu parçalayan yürek çarpıntısından da anlayabiliyordum. Gerçi arkası hic kesilmeyen kadın ziyaretçilerini çocukluk günlerimden biliyordum, oysa şimdi bundan bedensel bir acı duymaya başlamıştım, bir başka kadınla olan bu apaçık  ve tensel yakınlık bende bir gerginlik yaratıyordu, bu gerginlik  sözünü ettiğim yakınlığa yönelik olarak düşmanca ve ayni zamanda o yakınlığı paylaşma talebini içeren bir duyguydu. Bir gün, o zamanlar içimde  taşıdığım ve belki varlığını şimdide sürdüren çocukça bir gururun etkisiyle, evinden uzak kalmayı denedim; ama direnmeyle ve başkaldırıyla geçen o bomboş akşam korkunçtu. Hemen ertesi akşam yine kaderime boyun eğmiş olarak evinin önünde beklemedeydim, uzun süren kaderim boyunca bana kapalı kalan hayatının önünde hep yaptığım gibi yine bekliyordum.

Ve sonunda, bir akşam beni fark ettin. Senin daha uzaktan gelirken görmüştüm ve senden kaçmamak için irademin bütün gücünü seferber etmiştim. Rastlanti sonucu, yükünü boşaltmakta  olan bir araba yüzünden cadde daralmıştı ve sen benim cok yakınımdan geçmek zorunda kaldın. Dağınık bakışların ister istemez üzerimde gezindi ve benim bakışlarımdaki dikkatle karşılaşır karşılaşmaz -bunu hatırlayınca nasıl da korkmuştum!- senin, o kadınlara yönelik özel bakışına, o sevecen, sarıp sarmalayan, aynı zamanda da karşısındakinin bütün örtülerini kaldıran, kucaklayan ve hemen o anda yakalayan bakışlarına, beni, yani bir çocuğu hayatında ilk kez bir kadının, artik seven birinin erişkinliğine ulaştıran bakışlarına dönüştü. Bu bakışlar bir iki saniye boyunca  benim kaçmayı başaramayan, zaten kaçmak da istemeyen bakışlarımı sımsıkı tuttu -ve sonra artik yanımdan geçip gitmiştin. Yüreğim çarpıyordu: elimde olmaksızın adımlarımı ağırlaştırmak zorunda kaldım ve engellenemez bir merakla dönüp baktığımda, senin durmuş olduğunu ve arkamdan baktığını gördüm. Ve meraklı bir ilgiyle bana bakışından hemen anladım: Beni tanımamıştın.

Bilinmeyen Bir Kadının MektubuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin