gün 1*dört

30.3K 2.3K 2K
                                    

Beni rahatsız etmeyen alarm sesi, yavaşça gözlerimi açmama neden oldu. Bu alarm diğerlerinden farklıydı ve uykumu açmıştı. 

Doğruldum. Hala uykum vardı ama geri uykuya dalamama gibi bir problemim vardı. Ellerimle yüzümü ovuşturup sessizce esnedim. Başımı Yaser'e çevirdiğimde yatağında olmadığını gördüm. Sonra algılarıma su sesi çarptı. Duş alıyor olmalıydı. 

Yerimden kalktım ve yavaş adımlarla kabine girip elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım. Başımı kaldırdığımda aynada kendimle göz göze geldim. Küt siyah saçlarım dağılmış ve biraz kabarmıştı. Kakülüm de alnımın iki yanına dağılmıştı. Duvardaki tek kapaklı küçük dolaptan gri tarağı alıp saçlarımı taradım. Kısa olmalarına rağmen saçlarım ensemde toplanıyordu, bu yüzden yine dolapta bulduğum gri tokayla saçlarımı topladım. Daha iyi görünüyordum.

Kabinden çıktığımda Yaser'i bu sefer kısa kollu gri bir tişörtle ve eşofman altıyla otururken buldum. Ensesinde gri bir havlu vardı. Saçları ıslak ve dağınık görünüyordu. Masanın üzerinde bulunan su şişesini alıp biraz içtim. Şişeyi dudaklarımdan çektiğimde yine ona dönmüştüm.

"Günaydın."

Bakışları beni buldu. "Günaydın."

Hafifçe gülümsedim. Kendi yatağıma doğru ilerlerken gözlerim saate kaydı. Altı gün, beş saat, kırk altı dakika. 31 Ağustos 2069. Saat 06.14.

"Neredeyse bir gün olmuş," dedim yatağa otururken. Gözlerim hala saatin üzerindeydi.

"Hızlı geçiyor."

"Anneannem zamanın suya benzediğini söylerdi," dedim bakışlarımı ona çevirdiğim sırada. Ensesindeki havluyu almış, hızlıca saçlarını kuruluyordu. 

Sessiz kaldı. Karnım acıkmıştı. Bunu düşündüğüm sırada tanıdık ses odada yankılandı. Saatin üzerinde büyük harflerle 'kahvaltı' yazıyordu. Yemekten sonra birbirinden ayırdığımız masaların üzerine tepsiler bırakıldı. Masaya oturdum ve kahvaltıma baktım. Bir dilim kepek ekmeği, iki haşlanmış yumurta, peynir, yeşil zeytin ve kekikli domatesli salata vardı. Bardağın içinde de elma çayı vardı.

Listeye yazdığım ve sevdiğim birkaç şeyi hazırlamışlardı yine. Sessizce önümdekileri yemeye başladım.

"Afiyet olsun," dediğini duyduğumda çatalım dudağımın yakınında durdu. Benimle konuşması beni şaşırtıyordu. Bu beni neden şaşırtıyordu bilmiyordum. O an şunu fark ettim, hala ön yargılıydım. O da sıradan bir insandı. Yalnızca konuşmayı pek sevmiyordu ve mizacı gereği soğuktu. Bana afiyet olsun demesi beni şaşırtmamalıydı. Bu her insanın söyleyebileceği bir şeydi. 

"Afiyet olsun," dedim duyabileceği şekilde. 

"Ne yiyorsun?"

"Haşlanmış yumurta ve salata. Sen?"

"Yulaf, haşlanmış patates ve biraz kızarmış ekmek."

Kaşlarım havalandı. "Haşlanmış patatesi süt ve tereyağıyla karıştırıp püre şeklinde yemeyi severim ben."

"Ben baharatsız ve tuzsuz seviyorum."

Bu sefer tek kaşım kalktı. Yeşil zeytinden bir tane ağzıma attım. "Kuru kuru?"

"Gerçek tadı."

"Gerçekçi biri misindir?"

"Çoğu açıdan, evet. Ama bunun konumuzla ne ilgisi var anlamadım?"

Sıcak basmıştı. "Hiç. Öylesine sordum."

"Sen? Gerçekçi biri misin?"

"Değişiyor. Bazen evet, bazen hayır."

odaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin