14 Mart 2071 - gün 3 (aslında gün 561)
"Gidebilirsiniz. Yakında örgüte girip giremeyeceğinizle ilgili bilgileri alacaksınız. İyi günler."
Üçüncü günün sonundaydık. Sınavlar bitmişti, bizi gönderiyorlardı. Sesin söylediğine uyup odadan çıktım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Kapıdan çıktığım zaman onlarca kişinin koridorda yürüdüğünü gördüm. Bir süre öylece etrafıma bakındım, elimde içinde eşyalarımın olduğunu söyledikleri çantayı tutuyordum.
"Hadi gidelim." Muaz'ın sesini duyunca başımı soluma çevirdim. "Artık bazı şeyleri öğrenmen gerekiyor," dedi kolunu omzuma koyup beni nazikçe çekerken. Tutuşu rahatsız edici değildi, aksine beni rahatlatmaya çalışıyor gibiydi. Başarılı da oluyordu.
"Evet, çok fazla sorum var," dedim bitap gözlerle bakarken. Muaz'ın yönlendirmesiyle bir sürü koridor geçtik. En sonunda çok fazla insanın olduğu bir kalabalığın içinden geçip kapıdan çıktık. Dışarıdaydık. Etrafıma bakındım, buranın neresi olduğunu bilmiyordum. Çevre hiç tanıdık değildi.
"Ilgın!"
Bir kadının bağırışını duyduğumda gözlerim öğlen güneşinin altında sesin kaynağını aradı. Sonra bize doğru koşan baş örtülü bir kadın gördüm. İnsanlara çarpıyordu ama umurunda değil gibiydi. Aramızda bir adım kaldığında ben daha ne olduğunu anlamadan bana sarılıverdi.
"Nasılsın? Kimle eşleştin? Sınavlar kolaydı. Geçeceğimizden eminim," dedi sıkıca sarılırken. Benimse kaşlarım çatılmıştı. Sonra bir anda duraksadı. Yavaşça geri çekildiğinde göz göze geldik. Gözleri irileşmişti. "Sen..." Bir bana, bir arkamda duran Muaz'a baktıktan sonra gözleri dolmaya başladı. Tepkisizdim. Yüzüne anlamayan gözlerle bakmaya devam ettim. Sonra, aklıma geldi, bir an dalgınlıktan unutmuştum. Bu kadın Muaz'ın bahsettiği kadın olmalıydı.
"Hatırlamıyor Mahru. Çabalama, ona anlatacağız." Muaz, benim yerime cevap verdiğinde rahatladım. Çok kasılmıştım, inanılmaz gergin hissediyordum. Ve Mahru, ağlıyordu.
"Ama..." Susup konuşmaktan vazgeçtiğinde dudaklarımı ısırdım. Benden gözlerini ayırmıyor hiç kıpırdamadan sessizce göz yaşı döküyordu. O an içimin acıdığını hissettim. Demek ki benim için ağlayacak kadar değerliydim onun için. Bunu hissedememek öyle iğrenç bir histi ki. Gözlerime yaşlar dolduğunda onun gibi ağlayacağımı sanmıştım ama titremekten başka yaptığım bir şey yoktu.
O sırada yanımızda bir araba durdu. Kapı açıldı ve içinden iri yarı, esmer bir adam çıktı. Gözleri tek tek üzerimizde gezindi, en çok ben de kalmıştı bakışları. Sonra gözlerini kaçırıp arabayı işaret etti. Muaz'a bakma ihtiyacı hissettim, çünkü üçünün arasında en iyi tanıdığım -üç gündür tanıyor olsam bile- oydu. "Binelim," dedi beni sırtımdan yönlendirirken.
Arabaya bindiğimizde kendimi daha kötü hissetmeye başlamıştım. Oda'nın içindeyken en azından kaldığım bir yer vardı. Ama şimdi nerede kalacağımı bilmiyordum, nereye gideceğimi bilmiyordum. Saatim yoktu ve çantada bulduğum saat çok eski bir saatti. İçinde de annemin kayıtlı olmadığını görmüştüm. Annemler neredeydi? Nasıl olmuştu da her şey silinmişti?
Dişlerimi sıktım. Muaz yanımda, karşımızda da o ikisi vardı. Adını bilmediğim adam yumruklarını açıp kapatıyordu, dudakları kıpırdıyordu. Mahru ise sürekli bakışlarını benden kaçırıyor, ağlamasını zorlukla bastırıyor gibi görünüyordu.
"Beni daha fazla germekten başka bir şey yapmıyorsunuz," dedim ölü bir sesle. Üçünün de bakışları bana döndü. Cevap vermediklerinde ufacık bir an sinir krizi geçireceğimi sandım ama öyle sakindim ki, kendimden korktum. Durgun bir deniz gibiydim. Ilık, durgun bir deniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
oda
Short Story2069. Burada kuralları devlet koyar. Devlet yıkar, devlet bozar. Devlet doğar, devlet yaşar. Hatırla, tüm bunlar kumpas; küçük kafalarımızı köleleştirilmek için kurulmuş bir kumpas. Devlet parçalar, devlet birleştirir. Ve en çok da, öldürür. 2069. B...