Hayâlle gerçeği karıştırdınız mı hiç?
Hiç birini içinizde öldürdünüz mü?
Ya da... Doğrusunu bildiğiniz bir yalana inandınız mı?
Belki ben delirmiştim.
Belki de hiçbir şey tam olarak gerçek değildi.
Ben bile.
1.Bölüm : Ölüm Çukuru
Yaşamımım aydınlık olmayan bir döneminden geçiyorum.
Gerçi, benim yaşamım ne zaman aydınlık oldu ki?
Kendimi, gözlerim bağlı bir şekilde uçurum kenarında terk edilmiş hissediyorum. Birilerinin bana yardım etmesine ihtiyacım var ama kimsenin beni gördüğü yok. Etrafımı çevreleyen dar fikirli insanlar ve yargılayıcı bakışlarından nefret ediyorum. Beni kimse umursamıyordu, hiç kimse farkımda değildi.
Neredeyse son üç haftadır ağzımdan çıkan tek cümleyi tekrar ettim. Yine.
"Buraya ait değilim."
Sesim beynimde yankılanarak daha derinlerden gelmeye başladı. Daha önce hissetmediğim bir eziklik vardı bu histe. Kimsenin bana aldırdığı yoktu.
Son zamanlarda yaşadığım her şey puslu, bulanıktı.
Çevremdeki insanların suçlayıcı bakışlarından kurtulmak için gözlerimi kapatmam yetmiyordu. Beni gördükleri yerde öldürmek ister gibi bir halleri vardı, haklılardı. Bundan dolayı kaçtım. Ama kurtulamadım.
Akıl hastanesinin bahçesindeki bir ağacın altına oturmuş etrafı izliyordum. Bugün hava soğuk olduğu için bahçede fazla insan yok, bu da benim işime geliyor. Belki bir yolunu bulup burdan kurtulabilirim diye düşünüyorum ama bu hiç kolay değil.
Benim odamın penceresi ön bahçeye baktığı için arka bahçeyi görme fırsatım pek olmamıştı. Sonuçta, son üç haftadır buradaydım ve geldiğimden beri kafamı odadan dışarı çıkaramamıştım. Arka bahçenin bitiminde bir orman vardı, oraya geçilmemesi için de bahçenin etrafı uzun tellerle çevrilmişti. Bugün bahçeyi inceleyip, kaçamak için bir yol aramıştım. Hastanenin şehir merkezinden uzakta olması işimi fazlasıyla zorlayacaktı.
Kaçmam için neredeyse hiçbir yol yoktu çünkü burası bir hapishane kadar iyi korunuyordu. Zaten hapishaneden tek farkı içinde suçluları değil, hastaları bulundurmasıydı.
Ama ben hasta değilim, suçluyum. İşte sorun tam da burada başlıyor. Tek yaptığım hata öfkemi kontrol edemememdi. İnsanın yaptığı ufacık bir hata bütün düzeni bozabiliyor, diyorum kendime.
Benim yanıma doğru ilerleyen hastabakıcı ile düşüncelerimden sıyrılarak gerçeklere dönmek zorunda kaldım.
"Irmak," diyerek dikkatimi ona yöneltmemi sağladı.
"İlaçlarını içmen gerekiyor." dedi ve haplarla birlikte cam şişede bulunan suyu bana uzattı.
İlaçlar bana iyi gelmiyordu. Sadece öfkemi, hüznümü, kısaca duygularımı baskılayarak hissetmememi sağlıyordu. Bu ilaçları içmeyi bıraktığım zaman baskıladığım duygular ortaya çıkacak ve beni çıkmaza sokacaklardı. Ya da bu haplara bağlanıp sonsuza kadar hissiz bir yaratık olarak yaşayıp ölecektim. İkinci seçenek daha makul geliyordu bana.
"İçmeyeceğim."
"Ama içmen gerekiyor," dedi ve kaşlarını şefkatle büzdü. Beni ikna etme çabaları sonuç vermeyecekti.
"Eğer gerçekten işe yarasaydı, içerdim." dedim ve yavaşça doğruldum. Sert ve kuru toprağın üzerinde saatlerce oturduğum için her yerim uyuşmuştu, yüzümü buruşturudum.
"Düzenli kullanmazsan tabii işe yaramazlar." Hala konuşmaya devam ediyordu, şimdide bana bilmişlik taslıyordu. Sessiz kaldım.
İnsanlara kendimi anlatmaya çabalamak, hayatım kadar saçmaydı. Son zamanlarda yaşadıklarım o kadar berbattı ki, gerçeklik duygumu kaybetmeye başlamıştım. Bu akıl hastanesi buraya gelen sağlıklı bireyleri bile hasta ederdi. Hasta bakıcılar da buna dahil.
Orta yaşlı, esmer, koyu kahverengi gözlü ve hafif tombul bir kadındı. Zaten kırışmaya başlamış olan yüzü kaşlarını çattıkça daha çok kırışıyordu.
"Eğer şimdi ilaçları almazsan damar yoluyla vermek zorunda kalırım."
"Ama bunlar düşünmemi engelliyor," diye dert yanmaya başladım. İçtiğim an uykum geliyordu ve ertesi güne tabiri caizse ölü bir şekilde başlıyordum.
"Senin yaşadığın şeyleri yaşasaydım," dedi ve eğilerek gözlerime baktı.
"İnan bana, ben düşünmek istemezdim."Cümlesini tamamladığında gözlerimi ondan aldım ve gökyüzüne baktım.
Haklıydı.
O kızın cesedini gördüğüm anı kafamda her canlandırdığımda delirecek gibi hissediyordum. Belki o evde biraz daha kalsam o kızın ölüm sebebini bile itiraf edebilirdim.
O anda, her zaman yaptığımı yaparak baskıladığım duyguların yüzeye çıkmasını engelledim. İfadesiz bir surat takınmak oldukça zorluyordu beni. Artık etrafımdaki her şey ölüydü, ruhumun olumlu tarafını gömeli çok olmuştu. Geriye arta kalan kötülükler ve şeytani düşüncelerdi. Bu çok utanç verici, değil mi?
Sanırım uyumadan önce, biraz ağlayacağım.
Hayatta tek emin olduğum şey, dünyanın benden nefret ettiğiydi. Haksız da sayılmazdı. Ben bile kendimden nefret ediyorken başkalarından sevgi beklemem çok zavallıca olurdu. Birinin bizi sevmesi için önce bizim kendimizi sevmemiz, saygı duymamız gerekiyordu.
Bir süre bu konuları düşünmek istemediğim için hasta bakıcını uzattığı ilaçları içtim. Damar yoluyla almaktan daha iyiydi.
Bahçede biraz daha yürüyüp, kaçış planımı oluşturduktan sonra odama dönmeliydim. Arkamı dönüp gideceğim sırada bize doğru gelen birini fark ettim. Onu ilk defa görüyordum, yeni olmalıydı. Yanımıza vardığında benimle göz göze gelmeyerek doğrudan hemşireye baktı. İlaçların yan etkisi hakkında sorular soruyordu, konu ilgimi çekmediğinden onları ardımda bırakarak ilerlemeye başladım.
Adımlarımı hızlandırdım. İnsanların bakış açısından çıkana kadar durmadım. Uzun zamandır bu kadar çok yürümediğim için nefesim kesiliyordu. Soğuktan kızarmış burnum, kuş yuvasından farksız saçlarım ve uykusuzluktan kızarmış gözlerimle sağlıklı bir görüntü sergilemediğim kesindi. Kendimi bu hâle getirdiğim için öfkeliydim. Tek istediğim buradan kurtulmaktı.
Başıma gelen bütün berbat olayların sorumlusu bendim. Bu kliniğe gelmem dışında. Burada olmamın tek suçlusu babamdı.
Çünkü o da en az benim kadar korkuyordu.
Suçumu itiraf etmemden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEZAR VE ÇİÇEK
Mystery / Thriller"Anlatmak insanı iyileştirir, derler." "O zaman sen niye anlatmıyorsun?" "İyileşmek istemiyorum."