SESSİZLİĞİN ŞİDDETİ

106 19 0
                                    

Sia - Chandelier

3. Bölüm: Sessizliğin Şiddeti

Sonbahar, sonunda gelmişti.

Dışarıda şiddetli bir yağmur yağıyordu, hava kasvetliydi ve görünüşe bakılırsa insanların içini boğuyordu. Birçok hasta dışarı çıkamadığı için öfkeliydi bazılarıysa bunu umusamıyordu bile. Ben onların aksine böyle kapalı havalarda huzur buluyordum.

Gökyüzününde ruhum gibi olmasını severdim. İnsanların böyle havalarda kötü hissetmesi, ruhlarının tazeliğinden mi kaynaklanıyordu? Sanmam.

Zaman geçmek bilmiyordu ve ben çok sıkılmıştım. Hastanede kalan bütün hastaları büyük bir salonda toplamışlardı, her sabah kahvaltıdan sonra birkaç saatliğine burada toplanırdık ve konuşurduk. Kimsenin ilgisini çekmeyen saçma anılarını anlatırdı insanlar. Ben daha çok, bir dinleyici sayılırdım çünkü bu zamana kadar hiçbir şeyimi paylaşmamıştım. Aslında anlatacak çok şey vardı ama bunu yapamazdım.

Onlar sohbet etmeye devam ederken pencerinin önüne oturdum ve yağmuru izlemeye başladım. Damlalar hızla yere çarpıyor ve yerde küçük göletler oluşturuyordu, gri bulutlar gökyüzünü sarmış, güneşi görmememiz yasaklamıştı. Bu görüntü bana huzur veriyordu. Dünyanın arındırılmasıydı benim için.

Bahçeyi izlerken, aklıma o adam geldi. Gece karşılaştığım ve tanımadığım halde sanki tanıyormuşum gibi konuştuğum o adam.

"Herkesin ruhu hastadır." demişti bana.

Onu gördüğüm gecenin üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti ve onu daha sonra hiç görmemiştim, karşılaşmamıştık bile. Anlayamadığım cümleler söylemişti ve tehlikeli bir hastaya benziyordu. Belkide şizofrendi, bilemiyorum.

Bu hastanedeki bütün hastaların bir hikayesi vardı, herkesin anlatacak bir şeyi vardı.

Birisinin bana doğru yaklaşan ayak sesleriyle kendime geldim. Arkama dönmeden, pencereye vuran yansımayla bir kadının benim yanıma doğru geldiğini fark ettim. Buradaki hastalardan biriydi ve onu tanımıyordum, birkaç defa karşılaşmıştık ama ismini dahi bilmiyordum.

Yanıma geldiğinde onu görmezden geldim, gözlerimi pencereden dışarı dikmiştim ve burada olduğunu fark etmemiş gibi yapıyordum bu yüzden ilk o konuşmaya başladı.

"Neden burada yalnızsın?" dedi ve penceredeki yansımama baktı, o anda göz göze geldik. İlk dikkatimi çeken şey, gür kıvırcık saçları oldu. Benim saçlarımsa bakımsızlıktan mahvolmuşlardı ve bu durumda umursadığım en son şey de saçlarımdı. İkimizde pencereye dönmüş oradaki yansımalarımıza bakıyorduk.

Sessiz kaldığımda konuşmaya devam etti.

"İstersen bizim yanımıza gelebilirsin," dedi ve arka taraftaki masada oturan arkadaş grubunu işaret etti.

"İsteseydim gelirdim zaten." diye konuştum sakince. Sessimdeki soğukluk içime işlemişti. Çevremde insan görmek istemiyordum, iyi ve veya kötü bir insan fark etmez. Yalnız olmaya ihtiyaç duyduğum bir dönemdeydim.

"Bu pencerenin önünde sıkılmadın mı tek başına?" dedi, onu terslediğim halde sesi sıcacıktı.

"Bir insan yağmuru seyrederken nasıl sıkılabilir ki?" dedim. Beni konuşturması sinirimi bozmuştu.

"Böyle havaları pek sevmem ben. İnsanın içini karartıyor." dediğinde onun camdaki yansımasına bakmayı kestim ve ona döndüm. Göz göze geldik.

MEZAR VE ÇİÇEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin