Bahçe ışıl ışıldı. Karanlık ruhlarımıza rağmen. Uzun bir masa kurulmuştu davetliler için. Herkes aynı masada oturucaktı. Değişmez kural; "Dostunuz da düşmanınız da kendini hep dostunuz zannetsin." derdi babam. Onun sözünden çıkmak kendi ipini çekmekle eş değerdi.
Davetliler masayı doldururken bahçeye açılan kapının merdivenlerinde kadehimi yudumluyordum. Bahçede bir kutlama havası vardı sanki. Söz ya da nişan yapılıyor gibiydi. Masada sonbaharın renklerini taşıyan çiçekler vardı. Deniz havası sert vuruyor ve masanın üstüne gerilmiş ışıkları sarsıyordu. Uğultular çalınan piyano ve kemanın sesiyle karışıyor ve beni daha da çok ürpertiyordu. Göğsümü sıkıştıran nefesimi daraltan şeyler yakındı biliyordum. Dudaklarımı kadehimden çekmeden masayı süzdüm.
"Misafirlerimize hoş geldiniz de." Belimden ittirilen bir elle irkildiğimde babam yanımdan geçerek masaya adımladı. Samimiyetsiz gülüşünü cümlesindeki tonlamadan bile hissetmiştim.
Açık gri bir takım giyiyordu. Bu renk onu olduğundan daha yaşlı gösteriyordu sanki. Masadaki adamlardan biriyle tokalaşırken ceketinin cebinde su yeşili bir mendil taşıdığını gördüm. O kadın izlerini bir yerlere kondurmaya bayılırdı.
Kadehimi dolaşan garsonlardan birinin tepsisine bırakıp babamın peşinden gittim. Birkaç kadınla tokalaşıp varlığından haberdar bile olmadığım çocuklarının okulları hakkında sohbet ettim. Onlara iyi dileklerde bulundum. Görevimi tamamlayıp masanın başına doğru adımlarken merdivenlerin başında abim göründü.
Takım elbisesinin içine buz mavisi bir gömlek giymişti. Avucunu hafifçe göğsüne sürttüğü sırada davetlilerden birine gülümsedi. Bileğindeki saatimi yoksa gözlerimi daha çok parlıyordu seçemedim.
Usulca masanın başındaki ikinci sandalyeye oturdum. Yanımdaki ilk sandalye doğal olarak abimindi. Onun karşına o kadın denk geliyordu ve yanına onun çocukları. Babamın çok fazla yeni çocuk kontenjanı vardı doğrusu.
Aradan çok geçmeden sağımdaki sandalye çekildi. Kafamı çevirme gereği duymadım çünkü kokusu ve ağırlığı kendinden önce geliyordu. Kibar bir beyfendi gibi yerine yerleşti. Düğmesini açıp arkasına yaslandı. Bense tek kolum masanın üstünde çiçeklerden birini elimde evirip çeviriyordum.
"Hazır mısın?" Alayla sorulmuş bir soruydu. Açıkça beni küçümsüyor ve alaycı bakışlarını üstümde gezdiriyordu. Sadece beni değil etrafındaki herkesi onun gibi olamayacaklarına çoktan inandırmıştı. Babam bile ona ayrı bir saygı duyuyordu.
"Çoktan." Diye yanıt verdim umrumda değilmiş gibi.
Kendini hafifçe bana çevirdikten sonra iki parmağıyla usulca çıplak omzuma dökülen saçlarımı geri itti. "Seni tanımak büyük bir zevkti küçük kardeşim." Omzuma kısa bir öpücük kondururken gözlerini benden çekmedi.
"Küstah!" Diye tısladım masaya dönerken. Neyse ki kimsenin şimdilik bizimle ilgilendiği yoktu. Çünkü yanımda arsızca gülen birini bıçaklamak üzereydim.
O sırada babam masanın başında belirdi. Yüzündeki gülümsemeyle uzun masayı baştan sona süzerken uğultular yavaşça kesilip yerini meraklı gözlere bıraktı.
Karşımdaki boş üç sandalyenin dolduğunu o an farkettim. Pahalı mücevherli kadın babamın hemen sağındaki sandalyede otururken ellerini masanın üstünde birleştirmişti. Yeşil taşlı yüzüğü parmağında parıldarken neredeyse aynı renk gözleri babamın üstünde parlıyordu. Yanındaki çocuklarını süzme gayretinde bile bulunmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MALİKÂNE
Novela Juvenil"Bu çatı altında hiç kimse masum kalamaz." Dudakları önce bir gölge gibi dolandı dudaklarımın üzerinde. Damarlarımda akan kan bile ona ulaşmak istiyordu.Avucu sıcacıktı. Sonra baskısı arttı.Nefesim nefesine dolanırken sıcak ağzı beni kavuruyordu. Di...