DİŞLERİN SAVAŞI

1.1K 14 0
                                    

4.bölüm

İnsan seslerini ve kızak köpeklerinin hırıltılarını ilk fark eden dişi kurt olmuştu; sönmeye yüz tutmuş ateşten çemberin içinde kıstırılmış adamdan ilk uzaklaşan da yine o olmuştu. Sürü yakaladığı avı bırakmaya niyetli görünmüyordu, onlar seslerden iyice emin oluncaya kadar bir süre daha oralarda oyalanıp, ondan sonra dişi kurdun peşinden gittiler. Sürünün başında birkaç liderden biri olan iri yapılı bir boz kurt vardı. Dişi kurdun izlerini takip ederek ilerlemeyi yönlendiren oydu. Genç kurtların arasında kendisini geçmeye cüret edenleri de hırlayıp diş geçirerek uyarıyordu. Şimdi karların üzerinde ağır ağır yol alan dişi kurdu uzaktan gördüğü zaman da temposunu yükseltiyordu. Dişi kurt onun belirlenmiş yeri buymuş gibi, gelip onunla sürü arasında ilerlemeye başlayarak, onların temposuna ayak uydurdu. Arada bir boz kurdun önüne geçtiği zaman ise o dişi kurda ne hırlıyor, ne de dişlerini gösteriyordu. Tam tersi, ona karşı bir yakınlık ve ilgi gösteriyordu; hatta bu ilgi bazen ona fazla geliyordu, kimi zaman yanında koşmaya başladığında fazlaca sokulduğu oluyor, o zaman da dişi kurt dişlerini göstererek hırlıyordu. Hatta bir keresinde sırtından ısırdığı bile olmuştu. Böyle zamanlarda erkek kurt hiçbir öfke belirtisi göstermiyordu. Yalnızca biraz yana kaçıp, tuhaf bir yürüyüş tutturuyor, tam bir utangaç aşığa benzeyen tavır ve davranışlar içine giriyordu. Bu, erkek kurdun sürüyü yönetirken yaşadığı sıkıntılardan birisiydi ama dişi kurdun başka sıkıntıları da vardı. Bir yanında zayıf, yaşlıca bir kurt daha koşuyordu. Kır renkli bu kurdun bedeni sayısız dövüşten arda kalan yara izleriyle doluydu. Dişi kurdun sağ yanında koşardı devamlı. Bunun nedeni bir gözünü kaybetmiş, tek gözlü kalmış olmasıydı muhtemelen. O da dişi kurda eşlik etmeye, yaralı burnuyla onun sırtına ya da burnuna dokunacak şekilde koşmaya düşkündü. Dişi kurt solundaki yol arkadaşına nasıl yapıyorsa, tek gözlü kurdun sağ yanından gelen yaklaşma girişimlerine karşı da dişlerini kullanıyordu. Fakat âşıkların ikisi birden iki taraftan onu sıkıştırdıkları zaman sağlı solu iki diş atarak aynı anda her ikisini de uzaklaştırırken, bir yandan da sürüyle yürüyüş temposunu kaçırmamaya ve önündeki yolu kollamaya çalışıyordu. Bu durumda koşar hâldeki iki rakip, birbirlerine tehdit eder bir tavırla dişlerini göstererek hırlıyordu. Aslında dövüşmeleri işten bile değildi ama ne de olsa kur yapma ve rekabet duygusu, gittikçe büyüyen açlıkları yanında yine de geri planda kalıyordu. Yaşlı kurt, dişi kurdun sivri dişlerinden kurtulma girişimleri sırasında hep göremediği tarafında koşan üç yaşındaki genç bir kurda çarpıyordu. Bu genç ama daha yeni erginleşmiş kurt sürünün en zayıf ve açlıktan çökmüş diğer üyelerine kıyasla, ortalamayı aşan bir güç ve cesarete sahipti. Buna rağmen koşarken başının tek gözlü büyüğünün omuz hizasını geçmemesine dikkat ediyordu. Geçme cesaretini gösterdiği zamanlarda ise (ki bu pek enderdi) yaşlı kurt bir hırlama ve diş hamlesiyle onu tekrar omzu hizasına geri yolluyordu. Ama yine de genç kurt bazen geriden dikkatlice ağır ağır yaklaşarak, yaşlı kurt ile dişi kurdun arasına giriveriyordu. Bu davranışı iki, hatta üç kat daha sert tepki alıyordu. Dişi kurt yalnız dişlerini göstermekle yetinirken, yaşlı lider üç yaşındaki kurdun üzerine atılırdı ama bazen dişi kurdun ona eşlik ettiği de olurdu. Hatta kimi zaman sol baştaki genç lider bile saldırıya katılırdı. Bu gibi durumlarda kendini üç sıra keskin diş karşısında bulan genç kurt hemen durur, arka ayaklarını yere sıkıca basarak ön ayaklarını iyice gerer ve tüylerini kabartarak dişlerini gösterirdi. Hareket hâlindeki sürünün önünde cereyan eden bu kargaşa her zaman arka taraflarda başka karışıklıklara meydan verirdi. Arkadaki kurtlar genç kurdun üzerine atılır, arka ayaklarını ve gövdesinin yan taraflarını dişleyerek memnuniyetsizliklerini gösterirlerdi. Genç kurt her seferinde başını böyle belaya sokardı çünkü açlık çabuk öfkelenmeye neden oluyordu; ama genç olmasından kaynaklanan sınırsız inadı yüzünden, hiçbir zaman başarılı olmayıp aksine başını derde soksa da, bu manevraya her seferinde başvurmaktan geri durmuyordu. Yiyecek şeyleri olsa, oynaşmalarla kavgalar at başı gider ve sürü kısa zamanda dağılırdı. Oysa şu anda sürünün hâli içler acısıydı. Çok uzun süren açlık yüzünden ilerleyişleri bile alışılmış temponun altındaydı. En güçsüz olanlar, yani yaşı en küçük olanlarla en yaşlılar en arkadan geliyorlardı. En önde ise en güçlüler gidiyordu. Ama onlar da aslında normal yapılı kurttan çok iskeleti andırıyorlardı. Buna rağmen, topallayanların dışındaki bütün hayvanların hareketleri zorlanmadan ve zahmetsizce oluyordu. İpliğe dönmüş kasları sanki birer tükenmez enerji kaynağıydı. Her çelik gibi sağlam kas yapısının ardından, çelik gibi bir başkası geliyor ve onun ardından yine bir başkası gelerek, öylece bir türlü sona ermeden devam ediyordu. O gün kilometrelerce yol gittiler. Gece de ilerlemelerine hiç ara vermediler. Ertesi gün hâlâ koşuyorlardı. Donmuş, cansız bir düzlükte koşuyorlardı. Hiçbir yaşam izi yoktu. Uçsuz bucaksız durgunluğun içinde hareket hâlinde olan tek şey onlardı. Yalnız onlar canlıydı ve yaşamaya devam edebilmek için başka canlılar arıyorlardı. Bu arayışlarının karşılığını bulmak için alçak sırtlarla bölünmüş bir ırmağın küçük kollarını aşmaları gerekiyordu. Orada bir geyik sürüsüne rastladılar. Karşılarına ilk çıkan koca bir erkek geyik olmuştu. Et ve yaşama kavuşmuşlardı işte; üstelik bu kez onu koruyan ne esrarengiz bir ateş vardı, ne de uçuşan alev füzeleri. Bu eğri toynakları ve kıvrık boynuzları iyi tanıyorlardı kurtlar; bunun üzerine her zamanki sabır ve ihtiyatlarını bir yana bırakarak, hemen işe koyuldular. Kısa ve sonu belli bir dövüş gerçekleşti. İri geyiğin etrafı sarılmıştı. Ama geyik de onlara az hasar vermedi; ustaca darbelerle kafataslarını parçaladı, ayaklarının altında ezip uzun ve geniş boynuzlarıyla havaya savurarak kemiklerini kırdı, gövdelerinin üzerinde tepinip ağırlığıyla karlara gömdü. Ama gene de hiç kurtulma şansı yoktu; dişi kurt onu boğazından yakalayıp, ardından da diğer kurtlar her yanına dişlerini geçirerek yere yıkınca, dövüş sona erdi; daha can çekişmesi ve sağa sola savurduğu darbeler sürerken, kurtlar hayvanı canlı canlı yemeye başladılar. Artık bol bol yiyecek vardı. Geyik dört yüz kilo kadar geliyordu, bu durumda yaklaşık kırk kurttan oluşan sürünün her üyesine neredeyse on kilo et düşüyordu. Onca süre aç kalabilmeleri nasıl şaşırtıcıysa, böylesine çok yemeleri de o kadar şaşırtıcıydı. Bir iki saat kadar önce sürüye rastlayan o koca hayvandan kısacık bir süre içinde geriye kalan sağa sola dağılmış kemik parçalarından başka bir şey değildi. Şimdi sıra bütün sürünün uyuyup dinlenmesine gelmişti. Karınları tıka basa dolan genç erkekler arasında itişip kakışmalar ve didişmeler başladı, bu durum sürünün dağılmasına kadar birkaç gün boyunca böyle sürüp gitti. Artık kıtlık günleri sona ermişti. Kurtlar avı bol olan bir bölgedeydiler şimdi ve sürü hâlinde avlanmaya devam ediyorlardı. Artık avlanırken daha dikkatli hareket ediyorlardı; rastladıkları küçük geyik sürülerindeki ağır dişileri ya da sakat ve yaşlı erkekleri kolluyorlardı. Derken günün birinde, bu bolluk ülkesinde kurt sürüsü ikiye ayrılarak, kendilerine farklı yollar çizmeye karar verdi. Dişi kurt, solundaki genç lider ve sağındaki tek gözlü yaşlıca kurt, sürünün kendilerine bağlı olan parçasını Mackenzie Nehri’nin üzerinden doğudaki göller bölgesine doğru götürdü. Geri kalan kurtlar da günden güne dağılıp gittiler. Kurtlar bir dişi bir erkek olarak çifter çifter gruptan ayrılıyorlardı. Zaman zaman da erkek kurtlar eşi olmayan yalnız bir kurdu aralarından zorla kovup çıkarıyorlardı. Bu böyle geride dört kurt kalana kadar devam etti: Dişi kurt, genç lider, tek gözlü ve üç yaşındaki hırslı kurt. Dişi kurt artık iyice çabuk öfkelenir olmaya başlamıştı. Üç sevdalısı da dişlerinden nasibini almıştı. Hiçbiri ona aynı şekilde karşılık vermediği gibi, kendilerini korudukları da yoktu. Dişi kurdun en şiddetli dişlemelerini bile omuzlarıyla karşılıyorlar, kuyruk sallayarak oyunbaz hareketlerle öfkesini yatıştırmaya çalışıyorlardı. Öte yandan, ona karşı ne kadar yumuşak davranırlarsa, birbirlerine karşı o kadar insafsızca davranıyorlardı. Bir seferinde gözünü hırs bürüyen üç yaşındaki genç fazlaca ileri gitti. Tek gözlü yaşlıca kurdun kör tarafından yaklaşarak kulağını parçaladı. Kır renkli ihtiyar yalnızca tek yanını görebiliyor olsa da, öbürünün gençliği ve gayretinin karşısına uzun yıllara dayanan tecrübesinin bilgeliğini çıkardı. Gözündeki ve burnundaki yaralar onun tecrübesini ortaya koyuyordu. Yapması gerekenler konusunda bir an bile duraksamayacak kadar çok sayıda dövüşten sağ çıkmayı başarmış bir hayvandı o. Dövüş adil bir biçimde başladı ama sonu pek öyle gelmedi. Bu kavganın nasıl sonuçlanacağını kestirmek olanaksızdı çünkü üçüncü kurt da katılmış, yaşlı kurtla birlikte üç yaşındaki hırslı köpeğe saldırarak onu yok etmeye niyetleniyordu. O ana kadar yol arkadaşlığı yaptıkları kurda acımasız dişleriyle iki yandan saldırıyorlardı. Birlikte avlandıkları günler, birlikte yere yıktıkları hayvanlar, çektikleri açlık unutulup gitmişti. Her şey geçmişte kalmıştı. Şimdi geçerli olan, aşk davasıydı: yiyecek bulmaktan çok daha çetin ve aman tanımaz bir dava. Bu sırada bütün olan bitene neden olan dişi kurt oturmuş, rahat bir şekilde kavgayı seyrediyordu. Durumdan keyif aldığını söylemek bile mümkündü. Onun günüydü bu; sırf ona sahip olabilmek için yelelerin kabardığı, dişlerin birbirine girdiği ve yakaladığı etleri parçaladığı, kırk yılda bir yaşanacak bir gündü. Böylece üç yaşındaki kurt hayatının bu ilk aşk macerası yüzünden canından oldu. Cansız bedeninin iki yanında iki rakibi dikilmiş duruyordu. Karın üzerine oturmuş gülümseyerek onları izleyen dişi kurda bakıyorlardı. Ama yaşıl kurt akıllıydı, hem de çok akıllı, aşkta olduğu kadar dövüşte de. Genç lider omzundaki bir yarayı yalamak üzere başını aksi yöne çevirmişti. Böyle yapınca boynu rakibinin önüne olduğu gibi savunmasızca serilmişti. Yaşlı kurt gözünün ucuyla fırsatı algılamıştı. Hızla süzülürcesine atılıp dişlerini sapladı. Etinde uzunca, derin bir yırtık açmıştı. Dişlerini hayvanın boğazındaki ana atardamarı parçalayacak şekilde geçirmişti. Sonra sıçrayarak, geri çekildi. Genç lider feci bir hırlama koyuverdi ama hırıltısı hemen boğuk bir öksürüğe dönüştü. Boynundan kanlar akarak ve hırıltıyla öksürerek rakibinin üzerine atıldı ve bacaklarının dermanı kesilip altına düşene kadar, gözlerinin ışığı sönene, darbe ve hamleleri mecalsiz kalıp canı bedeninden çıkana kadar dövüştü. Bunlar olurken dişi kurt oturmuş gülümseyerek izliyordu onları. Dövüşün bilinmezlikler içinde aldığı yoldan hoşnuttu, vahşi dünyanın aşk yasası buydu, doğal dünyada aşk yalnızca ölenler için bir trajediye dönüyordu. Oysa sağ kalmayı başaranlar için aşk bir başarı, bir zaferdi. Genç lider karların üzerine yığılıp, bir daha da kıpırdamayınca, Tek Göz dişi kurda yaklaştı. Adımlarında hem zafer havası, hem ihtiyat vardı. Ters bir tepkiden çekindiği belliydi, dişinin öfkeyle dişlerini göstermemesine de çok şaşırdı. Dişi kurt ona ilk kez sevecen bir tavırla yaklaşmıştı. Koklaştı, tıpkı bir köpek gibi hoplayıp zıplayarak oynaşmaya bile yanaştı. O da onca yıllık tecrübe ve bilgeliğine rağmen, tıpkı dişi kurt gibi köpeksi, hatta biraz da aptalca tavırlara girdi. Yenilen rakipler ve kara yazılan kanlı aşk öyküsü unutulup gitmişti bile. Yalnızca yaşlı kurdun iyileşmeye başlayan yaralarını yalamak için durduğu anlar hariç. O anlarda dudaklarını aralayarak hırlar, ensesindeki tüyler ve omuzları dikilir, saldırıya geçecekmiş gibi yaylanır ve karlı zemine sıkıca basarak gerilirdi. Ama bir an sonra, onu ağaçların arasında kovalamacaya çağıran dişi kurdun peşine takılınca her şeyi unutuverirdi. Sonraları birbirleriyle iyi anlaşan iki arkadaş gibi yan yana koştular. Günler gelip geçti, birbirlerinden hiç ayrılmadılar, birlikte avlandılar, birlikte öldürüp karınlarını birlikte doyurdular. Bir süre sonra diş kurt huzursuzlanmaya başladı. Sanki bulamayacağından korktuğu bir şeyleri arar gibiydi. Devrik ağaçların diplerindeki kuytuluklar çekiyordu onu; kayalıkların altındaki yarıklarda ve dik yamaçlardaki mağara oyuklarında dolanıp duruyordu. Yaşlı Tek Göz onun yaptıklarına hiç aldırmıyor ama onun arayışları sürerken uysal bir tavırla peşinden gidiyordu. Diş kurdun bazı yerlerdeki aramaları beklenenden uzun sürüyor, o zaman da kendisi yatıp onun işini bitirmesini bekliyordu. Bir yerde takılıp kalmadılar, tekrar Mackenzie Nehri’ne ulaşana kadar dolaştılar, sonra nehir boyunca aşağıya doğru ilerlediler, onun yanından zaman zaman nehre kavuşan küçük akarsuların çevresinde avlanmak için ayrılsalar da, yine her defasında geri dönüyorlardı. Genellikle çiftler hâlinde dolaşan başka kurtlara rastladıkları da oluyordu ama böyle durumlarda iki taraftan da dostça bir ilişki kurma isteği gelmiyordu; ne karşılaştıkları için memnun olduklarını, ne de yeniden bir sürü oluşturmayı istediklerini gösteren bir davranışta bulunuyorlardı. Yalnız dolaşan kurtlara da rastladılar. Hepsi de erkekti bunların ve Tek Göz’le eşine katılmakta oldukça ısrarlı davranıyorlardı. Tek Göz buna çok bozuluyor ve dişi kurt onunla omuz omuza verip tüylerini kabartarak dişlerini gösterince de, istekli yalnız kurtlar kuyruklarını kıstırıp yalnız yolculuklarına devam ediyorlardı. Mehtaplı bir gecede ormanın sakinliği içinde koşarlarken Tek Göz birden durdu. Burnu dikildi, kuyruğu kalktı ve havayı koklarken burun kanatları titremeye başladı. Bir köpek gibi tek ayağını kaldırmıştı. Tatmin olmadı, havayı koklama devam etti, kendisine ilettiği mesajı algılamaya çalışıyordu ısrarla. Eşi ise şöyle bir koklayarak durumu anlamıştı, onu rahatlatmak için yürümesine devam etti. Yaşlı kurt onu izlemeye başladı ama kuşkulu hâli hâlâ gitmemişti ve uyarıyı daha dikkatle inceleyebilmek için her an durmaya hazır olarak ihtiyatı elden bırakmamıştı. Dişi kurt dikkatli adımlarla ağaçların arasındaki büyükçe bir açıklığa çıktı. Bir süre orada öylece tek başına durdu. Sonra, Tek Göz bütün duyularıyla tetikte, tepeden tırnağa endişeye boğulmuş hâlde, sürüne sürüne gelip ona katıldı. Yan yana durarak etrafı izlediler, dinlediler ve kokladılar. Kulaklarına köpek havlamaları, adamların boğuk bağırtıları, söylenip duran kadınların cırtlak sesleri, bir keresinde de bir çocuğun keskin çığlığı gelmişti. Heybetli deri çadırlar arasında arada bir sağa sola geçen siluetlerle ve durgun havaya ağır ağır yükselen dumanla alevlerinin ışığı gölgelenen ateş dışında pek bir şey görünmüyordu. Burunlarına ise Tek Göz için tam bir muamma olan ama dişi kurdun her ayrıntısını çok iyi bildiği bir öykü anlatan Kızılderili kampına özgü türlü çeşitli kokular geliyordu. Dişi kurt garip bir heyecana kapılmış, gittikçe artan bir keyifle koklayıp duruyordu. Yaşlı Tek Göz ise kuşku doluydu. Kararsızlığını yenerek, yola devam etmek için bir harekette bulundu. Dişi kurt dönerek yatıştırmak için burnuyla boynuna dokundu, sonra yine kampa doğru bakmaya devam etti. Yüzünde bir isteklilik vardı yine ama bu kez açlığın yarattığı bir isteklilik değildi bu. Kendisini ilerlemeye, ateşe yaklaşmaya, köpeklerle didişmeye, adamlarının ayaklarının dibinde dolaşmaya yönelten bir arzuyla heyecanlanıyordu. Tek Göz ise onun yanında sabırsızlıkla kıpırdanıp duruyordu; bu arada dişi kurt aradığı şeyi bulma zorunluluğunun yakıcılığını hatırlayarak, huzursuzlanmaya başladı. İçi rahatlayarak çabuk çabuk önden giden Tek Göz’ün peşine takılmak üzere döndü; birlikte ağaçların arasına dalarak kendilerine güvenli bir yol buldular. Ay ışığında gölge gibi sessizce ilerlerken, bir ayak izine rastladılar. İkisinin burnu da aynı anda bu kardaki izlere doğru uzandı. Çok tazeydi izler. Tek Göz ihtiyatlı bir şekilde yürüdü, eşi de peşinden. Geniş pençeleri adamakıllı açılmış, sanki kar üzerinde kayan bir kadifeye dönmüştü. Tek Göz bir an beyazlığın ortasında beyaz bir şeyin solgun hareketini fark etti. Kayarcasına hızlı hareket ediyordu bu şekil ama yaşlı kurdun onu fark ettikten sonraki hızının yanında çok hafif kalırdı bu hız. Bu soluk beyaz gölgeye kilitlenmiş koşuyordu Tek Göz. İki tarafı körpe çam ağaçlarıyla dar bir vadide koşuyorlardı. Ay ışığında ağaçların arasından vadinin girişindeki düzlük görülebiliyordu. Tek Göz kaçan beyaz şeye yetişmek üzereydi. Adım adım yaklaşıyordu. Nerdeyse yakalamıştı. Bir adım daha atsa, dişlerini geçirecekti. Ama o adım gelmedi. Beyaz şekil onun üzerinden aşarak havaya sıçradı, sonra bir kar tavşanına dönüştü; havada sallanıp duruyor, onun başının üstünde tuhaf bir dans gösterisi yapıyor ama bir türlü yere inmiyordu. Tek Göz ani bir korkuya kapılarak geri kaçtı, karların içine gömülerek sindi. Ne olduğunu kavrayamadığı bu korkutucu nesneye karşı tehditkâr bir sesle hırladı. Ama dişi kurt soğukkanlılıkla onun yanından yürüdü, dengesini ayarladıktan sonra, dans etmekte olan tavşana doğru sıçradı. Epeyce yükseğe sıçramış olmasına rağmen, yetişemedi, dişleri boşlukta metalik bir çatırtı çıkararak kenetlendi. Bir daha zıpladı, sonra bir daha. Eşi sindiği yerden yavaşça doğrulmuş, onu izliyordu. Şimdi onun tekrarlayan başarısız sıçrayışlarından rahatsız olmuştu. Kendisi de bir deneme yapmaya karar verdi; oldukça yükseğe sıçramayı başardı. Gerçekten de bu kez tavşanı yakaladı ve yere indirdi. Ama tam o anda hemen yanı başında kuşku uyandıran bir çatırtının ardından bir hareket fark etmiş ve şaşkınlık içinde körpe bir dalın üzerine doğru büyük bir hızla gelmekte olduğunu görmüştü. Geri sıçrayarak bu garip tehlikeden kendini korumaya çalışmış, yakaladığı avı da ağzından bırakmıştı; bu sırada dişleri dışarı fırlamış, göğsünden hırıltılar yükselmeye başlamış ve tüyleri öfke ve korkuyla dikilmişti. O anda da fidan tekrar doğrularak uzaklaşmış ve tavşan havaya sıçrayıp dansına kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Diş kurt sinirlenmişti, dişlerini eşinin omzuna geçirdi. Tek Göz bu saldırının nedenini anlamadı, şaşkınlıkla geri çekildi ve o da dişi kurdun burnunu dişleyerek karşılık verdi. Eşinin bu tepkisi de dişi kurdu şaşırtmıştı, bu kez o öfkeyle hırlayarak Tek Göz’ün üzerine atıldı. O zaman Tek Göz yaptığı hatayı fark edip, eşini yatıştırmaya çalıştı ama dişi kurt onu hırpalamaya devam etti; öyle ki, sonunda Tek Göz bu gayretinden vazgeçip başını çevirdi, omuzlarını saldırılara kalkan yaparak onun çevresinde dönmeye başladı. Bunlar olup biterken tavşan tepelerinde dansını sürdürüyordu. Dişi kurt karın üzerine oturup kaldı, eşine duyduğu korku, esrarengiz ağaç dalına duyduğu korkuya baskın çıkan Tek Göz tavşana doğru bir sıçrayış daha yaptı. Yakaladığı hayvanı dişlerinin arasında tutarak geri düşerken, gözü de fidandaydı. Fidan, az önceki gibi tavşanla birlikte yere doğru iniyordu. Üzerine gelen darbeyi savuşturmak için eğildi, tüyleri diken diken oldu. ama hayvanı ağzından bırakmadı. Neyse ki fidan daha fazla eğilmedi; üzerine eğilmiş kalmıştı. Tek Göz kıpırdayınca, fidan da kıpırdıyordu, o dişlerinin arasından fidana hırlıyordu; kurt hareketsiz durduğu zaman fidan da hareketsiz kalıyordu, sonunda hareketsiz durmanın güvenli olacağına karar verdi. Ama ağzındaki tavşanın sıcak kanı da öyle lezzetliydi ki. Onu içine düştüğü bu belirsiz durumdan kurtaran eşi oldu. Gelip tavşanı ağzından aldı ve fidan tepelerinde tehditkâr bir ifadeyle sallanırken, sakin sakin tavşanın kafasını çiğneyip kopardı. O anda da fidan yükseliverdi ve bir daha da sorun çıkarmadı; tam tersine doğanın ona verdiği gelişme doğrultusuna uygun olarak dikine durmaya başladı. Sonra Tek Göz ile Dişi Kurt esrarengiz fidanın kendileri için yakaladığı avı beraberce parçalayıp yediler. Tavşanların havada asılı olduğu başka nehir yatakları ve patikalar da vardı; ikisi birlikte hepsini buldular; önce dişi kurt işe başlıyor, Tek Göz ardından gelip dikkatle izliyor, ileriki günlerde işine çok yarayacak olan tuzak soyma yöntemlerini öğreniyordu.

BEYAZ DİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin