10.bölüm
Günler Beyaz Diş için deneyimlerle dolup taşıyordu. Kiche’nin sopaya bağlı tutulduğu süre boyunca kampın her yanını dolaşarak, devamlı merakla araştırıyor, inceliyor ve öğrenmeye çalışıyordu. İnsan-hayvanların yaşam alışkanlıklarını çabucak öğrendi ama onları tanıması, hafife almasını getirmedi. Tersine, onları tanıdıkça, üstünlükleri gözünde daha da büyüdü, esrarengiz güçleri ve tanrısallıkları daha da öne çıktı. İnsanlar tanrılarının alaşağı edilmesi ve tapınaklarının yıkılmasının acısını sıkça yaşamışlardır ama vahşî yaşamın içinden çıkıp insanların ayağına gelen bir köpek ya da bir kurt böyle bir acıyı hiç tatmamıştır. Ateşin yanına gelen kurdun ya da vahşî köpeğin tanrıları, gerçeğin üzerini bir örtü gibi kaplayan hayal sisleri ve buğularıyla, arzulanan iyilik ve gücün gezinen hayaletleri, ruh krallığına yükselmiş kişiliğin elle tutulamayan uzantıları gibi görünmez ve hayal ürünü olan insanların tanrılarından farklıydı. Onlar tanrılarını, kanlı canlı, dokunulabilecek gibi katı, yer üzerinde bir hacim kaplayan amaç ve varlıklarını gerçekleştirmek için zamana ihtiyaç duyan varlıklarda bulmuşlardı. Böyle bir tanrıya inanmak için çaba harcamaya gerek yoktur; hiçbir iradî çaba böyle bir tanrıya inançsızlık aşılayamaz. Bundan kaçış yoktur. İşte orada iki arka ayaklarının üzerinde, ellerinde sopaları, muazzam bir kudret, hırs, öfke ve sevgi yumağı olarak duruyorlar; onlar tanrı ile gizem ve gücün tek bir bedende, yaralandığı zaman kanı akan ve her et gibi yemesi zevk veren etten oluşmuş bir bedende toplanmış şeklidirler. Beyaz Diş için durum buydu. İnsan-hayvanlar yanılmaz ve kaçılamaz olan tanrılardı. Annesi Kiche adını ilk seslendikleri anda onlara bağlılığını gösterdiyse, kendisi de bağlılık göstermeye başlamalıydı artık. Tartışılmaz haklarıymış gibi, hep onlara öncelik tanıdı. Yürürken, yollarında çekildi. Çağırdıkları zaman koşarak gitti. Tehdit ettiklerinde, başını eğip sindi. Git diye emir verdikleri zaman, oradan aceleyle uzaklaştı. Çünkü onların her isteklerinin arkasında bu isteği zorla dayatacak bir güç vardı; can yakabilen, kendini tokatlarla, sopalarla, havada uçan taşlar ve etini dağlayan kamçılarla gösteren bir güç. O da bütün köpekler gibi onlara aitti. Ne yapacağına onlar karar verirdi. Bedeni onlarındı, ister ezerler, ister çiğnerler, isterse olduğu gibi kabul ederlerdi. Kısa zamanda aldığı ders böyleydi. Gerçi kendi doğasındaki baskın ve güçlü özelliklere karşıt düştüğü için, bunu yapmak zoruna gitmişti ama bu sırada öğrendikleri hoşuna gitmese de, farkında olmadan hoşlanmasını da öğreniyordu. Bu, kendi yazgısını başkasının ellerine bırakmak demekti, varlığıyla ilgili sorumluluğun bir başkasına geçmesiydi. Ne var ki, her zaman bir başkasına sırtını dayamak, tek başına ayakta durmaktan daha kolay geldiği için, bunu da onun bedeli olarak düşünmek gerekirdi. Ama bütün bunlar yani benliğini, ruhunu ve bedenini insan-hayvanlara teslim etmesi tek bir gün içinde olup bitmemişti. Kanındaki vahşî mirası ve vahşî yaşamın anılarını bir anda silip atması mümkün değildi. Bazı günler ormanın kıyısına kadar kaçar, orada bir süre dikilir, uzaklardan kendisini çağıran sesi dinlerdi. Her seferinde de huzursuz ve tedirgin bir hâlde Kiche’nin yanına döner, telaşlı ve sorgulayan bir tavırla yüzünü yalarken, beli etmeden için için ağlardı. Beyaz Diş kampta işlerin nasıl yürüdüğünü çabucak kavradı. Yiyecek olarak et ya da balık atıldığı zamanlarda büyük köpeklerin ne kadar adaletsiz ve açgözlü olduklarını görmüştü. Erkeklerin daha adil, çocukların daha zalim ve kadınların da daha merhametli olduklarını, ona et ya da kemik vermeye daha yatkın olduklarını biliyordu. Henüz erginleşmemiş yavruların anneleriyle canını yakan birkaç macera yaşadıktan sonra, bir daha bu annelerden uzak durmaya ve onları görünce hemen tabanları yağlamanın mantıklı olacağına karar vermişti. Gel gelelim, asıl başının belası Lip-lip’ti. Ondan daha iri, daha güçlü ve yaşça daha büyük olan Lip-lip Beyaz Diş’i işkence kurbanı olarak seçmişti. Beyaz Diş onunla elinden geldiği kadar mücadele ediyordu ama gücü yetmiyordu. Düşmanı kendisinden epeyce büyüktü. Lip-lip sonunda kâbusu olmuştu onun. Ne zaman annesinin yanından uzaklaşmayı göze alacak olsa, zorba hemen karşısına dikiliyor, peşinden geliyor, hırlayıp sataşıyor, yakınlarda bir insan-hayvan yoksa üstüne atılıp kavga çıkarmak için fırsat kolluyordu. Lip-lip her zaman kazandığı için, bu işten büyük zevk alıyordu. Bu oyun onun hayattaki başlıca eğlencesi, Beyaz Diş’in de başlıca ıstırabı hâline gelmişti. Ama bu çektikleri Beyaz Diş’i yıldırmamıştı. Çoğunlukla epeyce hasar görmesine ve hep yenilmesine rağmen, ruhu boyun eğmemişti daha. Yine de olumsuz bir etkisi olmuştu bu yaşadıklarının. Beyaz Diş somurtkan ve aksi bir hayvan olup çıkmıştı. Zaten doğuştan çabuk öfkelenen bir yapısı vardı, şimdi bu sonu gelmeyen eziyetler karşısında daha da hırçınlaşmıştı. Canlı, neşeli, çocuksu yanı artık pek ortaya çıkmıyordu. Lip-lip fırsat vermediği için, kamptaki diğer yavrularla hiç oynayamıyordu. Beyaz Diş yaklaşır yaklaşmaz Lip-lip onun üzerine atılıyor, kabadayılık taslayarak tehdit ediyor ya da kaçıp gidene kadar dövüşüyordu. Bunları etkisi, çocukluğunu Beyaz Diş’in elinden almak ve yaşına göre erken olgunlaşmasını sağlamak oluyordu. Enerjisini oyun oynayarak harcayamayınca, içine kapanıyor, zihinsel gelişimine ağırlık veriyordu. Oldukça kurnazlaşmıştı, hileler bulup çıkaracak bol bol zamanı vardı. Kamp köpeklerine topluca verilen et ve balıktan payını alamayınca akıllı bir hırsız kesilmişti. Karnını doyurmak için çalmak zorundaydı, çalmakta başarılıydı da; tabi zaman zaman yakalanıp Kızılderili kadınları peşinden koşturduğu da oluyordu. Kampta sessiz sessiz dolaşmayı, becerikli hareketleri, her şeyi görüp duymayı, mantıklı bir şekilde düşünmeyi ve amansız hasmından uzak durmanın yol yordamını başarıyla bulmayı öğreniyordu. Bu eziyetin ilk başladığı günlerde, ilk büyük gerçek marifetini ortaya koyarak hayatında ilk kez intikam duygusunun tadını almıştı. Kiche’nin kurtlarla birlikte olduğu günlerde insanların kampındaki köpekleri etkileyip ölüme sürüklemesine benzer bir yöntemle Lip-lip’i Kiche’nin intikam için fırsat kollayan dişlerinin arasına çekti. Lip-lip’i birden karşısında gören Beyaz Diş, önce olduğu yerde geri geri gitmiş, sonra kamptaki çadırların arasında bir o yana bir bu yana kaçarak, uzun bir süre onu peşinde dolaştırmıştı. İyi bir koşucuydu, kendi boyundaki bütün yavrulardan hızlıydı kampta. Buna Lip-lip de dahildi. Ama bu kovalamacada tüm hızıyla koşmadı. Ardındakiyle arasında en fazla bir sıçrama mesafesini koruyarak, koşmaya devam etti. Kurbanını bir adım öteden izleyen Lip-lip kovalamacanın heyecanıyla tedbiri elden bırakmış, nerede olduğuna bakmıyordu. Aklına geldiği zaman ise artık iş işten geçmişti. Bir çadırın etrafından son hızla döner dönmez sopasına bağlı uzanıp yatmakta olan Kiche’ye olanca gücüyle tosladı. Birden acı ve şaşkınlıkla haykırmasının ardından anne kurdun cezalandırıcı dişleri bedenine kilitlendi. Bağlı olduğu hâlde elinden kurtulmak kolay değildi. Lip-lip kaçamasın diye dengesini bozarak yere yıkarken, bir yandan da durmadan ısırıyor, dişlerini her yanına saplıyordu. Lip-lip sonunda yuvarlanarak ondan uzaklaştı ve hem bedeni hem de ruhu fena hâlde hırpalanmış olarak zorlukla ayağa kalktı. Tüm sırtında dişlerin geçtiği yerlerdeki tüyler dimdik olmuştu. Doğrulduğu yerde dikildi, uzun ve yürek paralayan bir bebek ağlaması tutturdu. Tam ağlamasının orta yerinde Beyaz Diş atılarak dişlerini Lip-lip’in arka bacağına geçirdi. Artık dövüşecek dermanı kalmamıştı Lip-lip’in; utanmayı bırakıp can havliyle kaçmaya başladı. Kurbanı da peşinden onu kendi çadırına kadar sürekli rahatsız ederek kovaladı. Orada Kızılderili kadınlar yardımına yetişti, öfkeden çılgına dönen Beyaz Diş’i taş yağmuruyla geri püskürttüler. Derken bir gün Boz Kunduz artık kaçma olasılığının kalmadığına hükmederek, Kiche’yi serbest bıraktı. Beyaz Diş annesinin serbest kalmasına çok sevinmişti. Kampta onunla birlikte neşe içinde dolaştı; üstelik o yakınında olduğu sürece Lip-lip uzak duruyordu. Beyaz Diş bir keresinde tüylerini kabartıp tehditkâr bir tavırla onun üzerine bile yürüdü, ama Lip-lip mücadeleye girmekten kaçındı. Hiç de aptal değildi. Aklından ne geçiyorsa, intikamını almak için Beyaz Diş’i yalnız yakalamayı bekliyordu. Aynı günün ilerleyen saatlerinde Kiche ile Beyaz Diş kampın yakınlarındaki ormanın kıyısına kadar gittiler. Annesini adım adım oraya doğru götürmüştü, şimdi orada dururken de, daha ileri gitmesi için zorluyordu. Irmak, in ve sakin ormanlar onu çağırıyordu, o annesinin de kendisiyle birlikte gelmesini istiyordu. Birkaç adım koşup durdu, geri baktı. Annesi yerinden kıpırdamıyordu. Yalvarırcasına inledi, oyun oynar gibi çalıların arasına dalıp dalıp çıktı. Sonra dönüp tekrar annesine doğru koştu, yüzünü yaladı, sonra koşmaya devam etti yeniden. Kiche’de hiç hareket yoktu. Durdu ve annesini her yanından akan bir kararlılık ve hevesle süzdü ama o başını geriye çevirip kampa doğru bakmaya başlayınca, bütün hevesi ağır ağır sönüp gitti. Uzaklardan onu çağıran bir ses duyuyordu. Aynı sesi annesi de duymuştu. Ama o daha güçlü olan öteki sesi, ateşin ve insanın çağrısını da duymuştu; bu çağrı, bütün hayvanlar içinde yalnızca kurtlara ve onların kardeşleri olan köpeklere sesleniyordu. Kiche dönüp ağır adımlarla kampa doğru yürümeye başladı. Kamp onu kendine sopanın fizik gücünden daha sıkı bir şekilde bağlamıştı. Tanrılar kendilerini hiç göstermeden büyüleriyle onu ellerinde tutmaya devam ediyorlar, gitmesine izin vermiyorlardı. Beyaz Diş bir huş ağacının gölgesine oturup sessizce ağladı. Havada güçlü bir çam kokusu ve esaretinden öncesini çağrıştıran belli belirsiz orman kokuları vardı. Ama o daha az büyümüş bir yavru olduğu için, annesinin çağrısı, vahşi doğanın ya da insanoğlunun çağrısından çok daha güçlüydü. Kısacık yaşamının her saati ona bağımlı geçmişti. Bağımsızlık saati henüz gelmemişti. O da kalkıp çaresiz bir şekilde kampa doğru yürüdü, arada bir durup iç çekerek, ormanının derinliklerinde hâlâ yankılanan o çağrıyı dinledi. vahşi dünyada bir annenin çocuğuyla geçireceği süre oldukça kısadır; insanların hâkimiyeti altındayken bu süre daha da kısalabilir. Beyaz Diş için de öyle oldu. Boz Kunduz’un Üç Kartal’a borcu vardı. Üç Kartal da Mackenzie Nehri üzerinde Great Slave Gölü’ne doğru yola çıkıyordu. Alacağının karşılığında bir miktar kırmızı kumaş, bir ayı postu, yirmi fişek ve Kiche verildi kendisine. Beyaz Diş annesinin Üç Kartal’ın kanosuna bindirildiğini görünce, peşinden gitmeye niyetlendi. Ama Üç Kartal’ın savurduğu tekmeyle karaya geri döndü. Kano kıyıdan açıldı. Boz Kunduz’un geri dön bağırışlarına kulak asmayan Beyaz Diş suya atlayarak, kanonun arkasından yüzmeye başladı. Beyaz Diş annesini yitirme korkusunun dehşetine kapılınca, bir insan-hayvanı, bir tanrıyı bile dinlememeyi göze alabilmişti. Fakat tanrılar kendilerine itaat edilmesine alışmışlardır; Boz Kunduz da öfkeyle bir kanoya atlayarak peşlerine düştü. Beyaz Diş’e yetişince uzanarak, onu ensesinden kaptığı gibi sudan çıkardı. Hemen kanonun içine bırakmadı. Bir eliyle havada tutup, diğer eliyle vurmaya başladı. Sıkı bir dayak çekti yavruya. Boz Kunduz’un eli de oldukça ağırdı. Vurduğu her darbe iyi acıtırdı hani, üst üste bir sürü de darbe indirmişti. Üzerine bir sağdan bir soldan yağan darbelerin etkisi altında Beyaz Diş dengesi kaçmış bozuk bir sarkaç gibi sallanıyordu. İçine farklı duygular hücum etmişti. İlk olarak, sürprizle tanışmıştı. Ardından, sahibinin eli vücuduna inmeye başlayınca, anlık korkuyu tatmıştı. Ama bunu hemen ardından öfke izlemişti. Özgür doğası kendini ortaya koymuş, kızgın tanrısına karşı dişlerini göstererek hiç korkmadan hırlamaya kalkmıştı. Elbette bu, tanrıyı daha da kızdırmaktan başka bir işe yaramadı. Tokatlar daha hızlı, daha sert, daha acı verici şekilde gelmeye başladı. Boz Kunduz vurmaya, Beyaz Diş de hırlamaya devam ettiler. Ama bu sonsuza kadar böyle süremezdi. İçlerinden biri sonunda pes edecekti, o da Beyaz Diş oldu. Bir kez daha korkuyu iliklerine kadar hissetti. İlk kez tam anlamıyla bir insanın eline düşmüştü. Daha önce arada sırada yediği taş ve sopa darbeleri bunun yanında okşama sayılırdı. Pes edip ağlamaya ve cıyaklamaya başladı. Önceleri her darbeden sonra bir cıyaklama koyuveriyordu ama sonra korku dehşete dönüştü ve cıyaklamaları dayağın ritminden uzaklaşarak kesintisiz bir hâl aldı. Sonunda Boz Kunduz dayağı kesti. Beyaz Diş onun elinde kendini koyuvermiş bir hâlde sallanırken, ağlamaya devam ediyordu. Efendisi tatmin olmuş gibiydi, onu sertçe kanonun dibine fırlattı. Boz Kunduz küreği eline aldı. Beyaz Diş önünü kapatıyordu, ayağıyla serçe itekledi. O anda Beyaz Diş’in özgür doğası yine ayaklandı ve hayvan dişlerini Boz Kunduz’un ayağına ayakkabının üzerinden geçiriverdi. Biraz önce yediği dayak şimdi yediğinin yanında bir hiç kalırdı. Boz Kunduz’un öfkesi müthişti, Beyaz Diş’in korkusu da öyle. Bu kez üzerinde yalnız elini değil, sert tahta kürek de kullanılıyordu; sonunda kanonun içine fırlatıldığında bütün her yanı yara bere içinde kalmıştı. Boz Kunduz bu sefer kasten tekmeledi Beyaz Diş’i. Ama ondan ayağına bir karşı saldırı gelmedi. Esaretiyle ilgili bir ders daha öğrenmişti. Asla, ne koşul altında olursa olsun, tanrısı ve efendisi olan sahibini ısırmaya kalkmayacaktı; tanrısı ve efendisi olan adamın bedeni kutsaldı, kendisininki gibi dişlerle dokunulamazdı ona. Açıkça belliydi ki, bu asla göz yumulmayacak ve bağışlanmayacak olan en büyük suçtu. Kano kıyıya yanaştığında Beyaz Diş inleyerek kıpırdamadan yatıp, Boz Kunduz’u bekledi... Boz Kunduz’un isteği Beyaz Diş’in sahile çıkmasıydı, onu tuttuğu gibi kıyıya fırlattı. Sert zemine çarpan yara içindeki vücudu yeni acılara boğuldu. Zar zor debelenerek ayağa kalkan Beyaz Diş yine inlemeye başladı. O sırada bu olanları bir kenardan izlemekte olan Lip-lip üzerine atılarak onu yere devirdi ve dişlerini etine sapladı. Kendini savunamayacak kadar çaresiz bir hâldeydi Beyaz Diş; Boz Kunduz’un şiddetli tekmesi Lip-lip’i havaya savurup on adım öteye fırlatmasaydı, durumu kötü olurdu. Bu insan-hayvanın adaletiydi işte; Beyaz Diş o acınacak hâlinde bile az çok bir minnet duygusuyla titredi. Boz Kunduz’un peşine itaatkâr bir ifadeyle takılıp, köyün içinden topallayarak geçip, onun çadırına doğru yürüdü. Böylelikle bu başına gelenler ona, cezalandırma hakkının yalnızca insanların kendilerine tanıdıkları, kendilerinden önemsiz yaratıklardan ise esirgedikleri bir şey olduğunu öğretti. Gece, her yere sessizliğe gömülmüşken, Beyaz Diş annesini hatırlayarak üzüntüye boğuldu. Bir ara kendini üzüntüsüne fazlaca kaptırınca, yüksek çıkan sesi Boz Kunduz’un uykusunu bölerek yine dayak yemesine neden oldu. Bu dayaktan sonra Beyaz Diş üzüntüsünü tanrıların yanındayken daha alçak sesle göstermesi gerektiğini öğrendi. Genellikle ormanın kıyısında yalnız başına kaldığında, uzun ve acıklı bir ağıtla acısını dışa vuruyordu. İşte bu saatlerden birinde, ırmağın kenarındaki mağaranın anısına yenik düşüp vahşetin çağrısına uyabilirdi belki. Onu tutan annesinin hatırasıydı. Avcı insan-hayvanlar gittikten bir süre sonra nasıl geri dönüyorlarsa, annesi de bir gün öyle geri dönecekti. Öyleyse buradaki esareti çekip, annesini beklemeliydi. Doğrusu, bu hep öyle mutsuzluk içinde geçen bir esaret de sayılmazdı. Etrafında ilgisini çeken o kadar çok şey vardı ki. Her zaman bir şeyler oluyordu. İnsanların yaptığı ve kendisinin büyük bir merakla gözlediği ilginç şeylerin sonu gelmiyordu. Bu arada Boz Kunduz’la iyi geçinmenin yollarını da öğreniyordu. Mutlak, kayıtsız şartsız tam itaat ondan beklenen buydu; karşılığında dayaktan kurtuluyor ve de varlığına ses çıkarılmıyordu. Hatta bazen Boz Kunduz’un kendisi ona bir et parçası atıyor ve o yemeğini yerken diğer köpeklerden koruyordu. Bu bir parça et Kızılderili kadınların elinden yenecek bütün etlerden daha değerliydi. Boz Kunduz onu asla okşamaz ya da sevgi gösterisinde bulunmazdı. Ama ister onun elinin ağırlığından olsun, ister adaleti ya da salt sahip olduğu güçten ötürü olsun, isterse bunların hepsinden ötürü olsun, onunla sert mizaçlı efendisi arasında bir şekilde belli bir bağ oluşmaktaydı artık. Böylece üzerine inen sopaların, atılan taşların ve tokatların etkisiyle olduğu kadar, bazı belli belirsiz uzak etkenlerin de sayesinde Beyaz Diş’in esaret zincirleri alttan alta sıkılaşıyordu. Türünün onu insanların ateşine yaklaşmaya iten özellikleri gelişmeye açıktı. Bu nitelikler onun içinde gelişiyor ve kamptaki yaşam Beyaz Diş için acılarla dolu olsa da, ona gizliden gizliye daha çok sevdiriyordu kendini. Ama o bunun farkında değildi. Onun tek bildiği şey Kiche’nin ortadan kaybolmasının acısı, bir gün döneceğine olan umudu ve bir zamanlar yaşadığı özgür yaşama duyduğu şiddetli açlıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ DİŞ
Actionkeyifle okuyacaginızı umuyorum... uzatmadan sizi romanla baş baaşa bïrakayım iyi okumalar... (Begeni,yorum ve eleştrilerinizi unutmayın!!!)