11.bölüm
Lip-lip, Beyaz Diş’in hayatını karartmaya devam ettikçe, onun hırçınlığı ve acımasızlığı doğasının gerektirdiği boyutu fazlasıyla aşıyordu. vahşilik onun yapısının bir parçasıydı ama burada gelişen vahşiliği yapısını fersah fersah aşıyordu. İnsan-hayvanların arasında hırçınlığıyla ün salmıştı. Kampta nerede bir sorun ya da kargaşa çıksa, bir kavga ya da itiş kakış olsa ya da bir Kızılderili kadın bir parça et çalındı diye ortalığı ayağa kaldırsa ya bunun altında Beyaz Diş’in olduğuna ya da onun bu işe bir şekilde bulaştığına kesin gözüyle bakılıyordu. Bunun nedenlerini araştırma zahmetine giren yoktu. Herkes yalnızca sonuçlara bakıyordu, sonuçlar da felaketti. O sinsi bir hırsız, sürekli huzursuzluk çıkaran bir baş belasından başka bir şey değildi. O kafasına fırlatılabilecek bir şeylerden kaçmaya hazır tetikte beklerken, öfkeden deliye dönmüş Kızılderili kadınlar suratına onun gerçek bir kurt olduğunu, işe yaramazın teki oluğunu ve sonunda belasını bulacağını haykırıyorlardı. Kamp kalabalığının ortasında dışlanmış, tek başına bırakılmış hissediyordu kendini. Bütün genç köpekler Lip-lip’in peşindeydi. Beyaz Diş onlardan farklıydı. Belki de onun vahşi ormana ait olan geçmişini seziyorlar ve içgüdüsel olarak evcil hayvanların vahşi kurtlara karşı hissettikleri düşmanlığı besliyorlardı. Öyle ya da böyle, sonuçta hepsi Lip-lip’le birlikte işkenceye katıldılar. Beyaz Diş’e karşı bir savaş başladı mı, onu sürdürmek için her zaman nedenleri oluyordu. Her seferinde içlerinden biri mutlaka onun dişlerini vücudunda görüyordu ve hakkını vermek gerekirse, o her zaman aldığından fazlasını veriyordu karşısındakilere. Teke tek dövüşecek olsa çoğunu haklardı onların ama ona teke tek dövüşmek hiç mümkün olmuyordu ki. Böyle bir dövüşün başlayacağına dair en küçük bir işaret, kamptaki bütün köpeklerin hemen koşup ona saldırmasına yetiyordu. Bu sürü zulmü Beyaz Diş’e iki önemli şey öğretmişti: bir topluluğa karşı mücadele ederken kendisini nasıl kollayacağı ve en kısa zaman diliminde bir köpeğe en büyük zararı nasıl verebileceği. Düşman grubun ortasında ayakta kalabilmek hayatını koruyabilmek demekti, o bunu iyi kavramıştı. Ayakları üzerinde kalmak bakımından tam bir kediye dönmüştü. Yetişkin köpekler gövdelerinin ağırlığıyla geriye ya da yana doğru yüklenseler bile, ya zıplayarak ya da yerde sürünerek kurtulmayı başarıyor ve ayakları her zaman altında olup, toprağa sıkı sıkı basıyordu. Köpekler dövüşürken asıl kavgaya geçmeden önce mutlaka bir giriş faslı olurdu: karşılıklı hırlaşılır, tüyler dikilir ve bacaklar gerilerek tehditkâr bir havaya girilirdi. Ama Beyaz Diş bu ön aşamaları es geçmesini öğrenmişti. Çünkü her gecikme genç köpeklerin hep birden üzerine atılması demekti. Onun yapacağını yapıp hızla uzaklaşması gerekiyordu. Böylece niyeti hakkında uyarıda bulunmamayı öğrenmişti. Anında hiç fark ettirmeden fırlıyor, düşmanı karşı koyacak zaman bulamadan dişini geçirip yırtıyordu. Böylelikle hem hızla ağır yaralar açmasını öğrenmiş oldu, hem de şaşırtmanın önemini. Hazırlıksız yakalanan ve neye uğradığını anlamadan omzu yarılan ya da kulağı parçalanan bir köpek yarı yarıya saf dışı edilmiş bir köpek demekti. Ayrıca, sürpriz bir hareketle yakaladığın bir köpeği yere devirmek de kolaydı; devrilen bir köpek ölümcül yara alabileceği o zayıf noktasını, yani boynunun en yumuşak alt kısmını bir an için de olsa korunmasız bırakmak zorunda kalırdı. Beyaz Diş bu noktayı iyi biliyordu. Ona avcı atalarından miras kalmış bir bilgiydi bu. Böylece saldıran kendisi olduğu zaman Beyaz Diş’in uyguladığı yöntem önce yalnız başına dolaşan genç bir köpek bulmak, ardından ona sürpriz bir darbe vurarak ayaklarını yerden kesmek; en sonunda da dişlerini yumuşak gırtlağına geçirmekti. Fakat henüz tam gelişmiş olmadığı için çenesi bu gırtlak saldırısını öldürücü kılacak kadar geniş ve güçlü değildi; yine de kampta Beyaz Diş’in bu gayretinin göstergesi olarak gırtlağı yaralı dolaşan pek çok yavru köpek vardı. En sonunda bir gün ormanın kıyısında kıstırdığı düşmanlarından birini defalarca yere devirip gırtlağına dişlerini geçire geçire ana atardamarını kesip canını almayı başarmıştı. O gece kampta kıyamet koptu. Beyaz Diş’i birileri görmüş, haber ölen köpeğin sahibine yetiştirilmiş, çalınan etlerini hatırlayan Kızılderili kadınlar da işe karşınca, bir sürü öfkeli ses Boz Kunduz’un çevresini sarıvermişti. Fakat o, suçluyu içeride sakladığı çadırının kapısına kararlı bir şekilde dikilerek, kabilesindekilerin intikam taleplerini geri çevirdi. Beyaz diş hem insanların hem de köpeklerin nefretini kazanmıştı. Gelişiminin bu döneminde hiç rahat yüzü görmedi. Bütün köpeklerin dişleri, bütün insanların elleri ona karşıydı. Kendi türünden olanlar hırlayarak, tanrıları ise küfürler ve taşlarla karşılıyordu onu. Her an tetikteydi, hep uyanık, ani ve beklenmedik bir saldırıya karşı tedbirli, fırlatılabilecek nesnelere karşı gözü açıktı; soğukkanlılıkla ve hızlı bir biçimde hareket etmeye, bir diş parıltısında hemen atılmaya, tehditkâr bir hırlama karşısında sıçrayıp kaçmaya her an hazırdı. Hırlamadan söz açılmışken, onun kamptaki genç ya da erişkin bütün köpeklerden daha korkutucu bir hırlaması olduğunu söylemekte yarar var. Hırlamanın amacı ya uyarıda bulunmak ya da korkutmaktır ama ne zaman kullanılacağını iyi bilmek gerekir. Beyaz Diş onu nasıl ve ne zaman kullanacağını iyi biliyordu. Tehdit edici, acımasız ve korkunç olan ne varsa sanki hırlamasında cisimleştirmişti. Burnu devamlı kıpır kıpırdı, kabarık tüyleri, ağzında kızıl bir yılan gibi oynayan dili, geriye yatık kulakları, nefretle alev saçan gözleri, gerilmiş dudakları arasından fırlayan dişleri ve salyalar akan ağzıyla karşısına çıkan her saldırganı geçici bir süre için de olsa durduruyordu. Bu duraksama da ona düşünerek harekete geçmesi için önemli olan süreyi veriyordu. Çoğu kez fazlasıyla uzayan bu duraksamalar, sonunda saldırganın niyetinden tamamen vazgeçmesine yol açıyordu. Erişkin köpeklerin pek çoğu Beyaz Diş’in hırlaması karşısında geri çekilerek onurlu bir yenilgiyi kabulleniyorlardı. Beyaz Diş bu tam büyümemiş köpekler sürüsü tarafından dışlanmıştı ama kanlı yöntemleri ve hatırı sayılır becerisiyle bu düşmanca tavrı onlara layıkıyla ödetiyordu. Sürüyle birlikte koşmasına izin vermedikleri için, o da sürüye dahil hiçbir köpeğin sürüden ayrı dolaşmasına izin vermiyordu. Kurduğu pusular ve beklenmedik saldırıları yüzünden yalnız başlarına dolaşmaya cesaret edemiyorlardı. Lip-lip dışındaki bütün genç köpekler kendi yarattıkları bu korkunç düşmandan korunabilmek için sürekli bir arada bulunuyorlardı. Nehrin kıyısında tek başına dolaşan bir köpek ya ölü bir köpek demekti ya da onu pusuya düşüren bu kurt yavrusundan acı ve dehşet içinde kaçarken bütün kampı ayağa kaldıran bir yavru köpek demekti. Beyaz Diş’in kini dinmek bilmiyordu. Gerçi genç köpekler de ona saldıracakları zaman bir arada bulunmaları gerektiğini öğrenmişlerdi. O ne zaman yalnız yakalasa, saldırıyordu, onlar da onu gördükleri an saldırıya geçiyorlardı. Onun gölgesini görmeleri peşine düşmelerine yetiyordu, böyle durumlarda onu kurtaran çevikliği oluyordu ancak. Ama bu kovalamacada arkadaşlarından fazlaca açılan köpeğin vay hâline! Beyaz Diş’in bu durumda başvurduğu yöntem koşarken aniden geri dönüp sürünün önünde yalnız koşan köpeği faka bastırmak ve diğerleri yetişmeden işini bitirmekti. Bu pek sık oluyordu çünkü köpekler kendilerini kovalamacanın heyecanına kaptırınca tedbiri elden bırakıyorlardı ama Beyaz Diş asla kendini kaybetmezdi. Koşarken hep arkasını kolladığı için dönüp arkadaşlarından hızlı koşma gafletine düşen köpeği haklamaya her an hazır duruyordu. Genç köpekler oyun oynamaya eğilimli olduklarından, bu dövüşlerden de kendilerine bir oyun bulmuşlardı. Böylece Beyaz Diş’i kovalamak başlıca oyunları olup çıkmıştı-elbette ölümcül ve de her zaman için tehlikeli bir oyundu bu. Beyaz Diş aralarında en hızlıları olduğu için hiçbir cüretkârlıktan kaçınmıyordu. Annesinin dönmesini boş yere beklediği günler boyunca bitişikteki ormanın içine kaçarak sürüyü vahşi bir kovalamacaya sürüklemişti. Ama tabi sürü her seferinde izini kaybediyordu. O tek başına kadife ayaklarıyla, anne ve babasını örnek alarak ağaçlar arasından süzülen bir gölge gibi sessizce koşarken, sürü çıkardığı gürültü ve yaygarayla hemen yerini belli ediyordu. Ayrıca o ormandaki vahşi yaşama köpeklerden daha yakındı; onun sırlarını ve tuzaklarını köpeklerden iyi tanıyordu. En sevdiği numaralardan biri akarsuda izini kaybettirdikten sonra, çalılıkta sessizce yatıp çevresinde yükselen şaşkınlık dolu havlamaları dinlemekti. Hem kendi türünden hem de insanlardan sürekli nefret gördüğü, dirençli olduğu, sürekli üstüne gelindiği ve sürekli mücadele içinde olduğu için gelişimi hızlı ve tek yanlı gidiyordu. Bu, sevgi ve şefkatin yeşerebileceği bir toprak değildi. Beyaz Diş’in bu tür şeyler hakkında hiçbir fikri yoktu. Onun öğrendiği kural güçlü olanlara itaat etmek, zayıfları ezmekti. Boz Kunduz onun tanrısıydı, güçlüydü. Bu yüzden de ona itaat ediyordu. Ama kendisinden küçük ve güçsüz olan köpekler yok edilebilirdi. Gelişimi güce dönük olmuştu. Sürekli yaralanma, hatta ölüm tehlikesi altında bulunduğu için koruyucu ve parçalayıcı yetileri aşırı gelişmişti. Hareketleri öteki köpeklerden daha hızlıydı, adımları daha sür’atli, daha kurnazca, daha öldürücü, daha kıvrak, çelik gibi kasları ve sinirleri daha sağlam, daha dayanıklı, daha zalimce, daha acımasız ve daha zekiceydi. Bütün bu özellikleri kazanmak zorundaydı, aksi hâlde başının çaresine bakamaz ve içine düştüğü bu düşmanca ortamda sağ kalamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ DİŞ
Actionkeyifle okuyacaginızı umuyorum... uzatmadan sizi romanla baş baaşa bïrakayım iyi okumalar... (Begeni,yorum ve eleştrilerinizi unutmayın!!!)