5.bölüm
Dişi kurtla Tek Göz iki gün boyunca Kızılderili kampının çevresinde dolandılar. Tek Göz kampın, eşini etkisi altına alarak kendisini bırakıp gitmesine neden olacağından endişeliydi. Derken bir sabah, hemen yanı başlarında patlayan bir tüfeğin mermisi Tek Göz’ü sıyırıp birkaç santim ilerideki bir ağaca saplanınca, daha fazla ikircime düşmeden, tehlikeyi oldukça gerilerde bırakarak, büyük bir hızla oradan uzaklaştılar. Henüz çok uzağa gidememişler, yalnızca birkaç günlük yol açmışlardı. Dişi kurdun aradığı şeyi bulma ihtiyacı adamakıllı yakıcı bir hâl almıştı. Vücudu oldukça ağırlaşmıştı, güçlükle koşuyordu. Hatta bir keresinde başka zaman kolayca yakalayacağı bir avın peşini bırakarak, durup dinlendi. Tek Göz ona yaklaşıp burnuyla boynuna dokununca da gözü dönmüş gibi ani bir hareketle ısırmaya kalktı; geriye sıçrayan Tek Göz eşinin dişlerinden kaçarken gülünç bir figür çizdi. Dişi kurt artık sinirlerine hiç hâkim olamıyordu; buna karşılık Tek Göz her zamankinden daha sabırlı ve serinkanlı bir hâle gelmişti. Sonunda aradığını buldu dişi kurt. Yaz aylarında Mackenzie Nehri’ne doğru akan ama o mevsimde yatağındaki geniş taşlık alana kadar buz tutmuş, ta kaynağından itibaren boydan boya her yanı bembeyaz kesilmiş olan cansız bir ırmağın birkaç kilometre üzerinde bir yerdi. Dişi kurt, Tek Göz’ün ardından ağır ağır ilerlerken balçıklaşmış topraktan yüksekçe bir yamaca gelmişti. Yana dönerek yavaşça tırmanmaya başladı. Yamacın üzerinden akıp giden eriyen karlar ve bahar selleri yamacın bir yerinde dar bir ağız bırakarak, derince bir oyuk açmıştı. Mağaranın ağzında duran dişi kurt onun duvarını iyice bir gözden geçirdi. Boydan boya ileri geri koşarak, öbür baştaki yumuşak zemin de dahil, duvarın her yanını adamakıllı inceledi. Tekrar mağaranın ağzına gelerek, dar geçitten içeri girdi. Mağaranın girişindeki üç adımlık kısa mesafeyi sürünerek geçti; girişten sonra duvarlar yükselip genişleyerek iki metre çapında bir oyuk oluşturuyordu. Tavan yüksekliği ise hemen hemen dişi kurdun boyu kadardı. Burası sıcak ve rahattı. Dişi kurt titizlikle her yeri gözden geçirdi. Tek Göz ise eşikte durmuş onu seyrediyordu. Nihayet dişi kurt başını eğip yere burnuyla dokunarak kendi çevresinde birkaç kez döndü ve adından homurtuyu andıran yorgun bir iç çekişle olduğu yere kıvrıldı. Yattığı yerde bacaklarını gererek kafasını girişe doğru uzattı. Tek Göz merakla kulaklarını dikmiş gülerek izliyordu eşini; dişi kurt da arkasından vuran beyaz ışığın aydınlığında onun kuyruğunun uysal bir ifadeyle sallanışını seyrediyordu. Sonra sokulgan bir tavırla burnunu eşine doğru uzatarak, kulaklarını indirdi, ağzını açıp dilini iyice sarkıttı, rahatlamış ve mutlu olduğu hâlinden anlaşılıyordu. Tek Göz acıkmıştı. Kapının ağzında uyuyakalmıştı ama pek sere serpe bir uyku değildi bu. Sık sık uyanıp nisan güneşinin dışarıdaki karların üzerine vurarak çevreye yansıdığı bu parlak dünyaya kulaklarını dikip dikkatle bakıyordu. Hafiften bir uykuya daldığı zamanlarda da, kulağına eriyen karların şırıltısı ve akarsuyun sessiz fısıltısı geliyordu, onları duyunca da tekrar dikkat kesilip dinlemeye koyuluyordu. Evet, güneş geri dönmüştü, bütün canlanan Kuzey dünyası onu kendine çağırıyordu. Yaşam kıpırdamaya başlamıştı. Havada baharın kokusu asılıydı, kar altında yeşeren yaşam, ağaçlara yürüyen öz su ve donmuş kapaklarını parçalayıp atan tomurcuklar kendini hissettiriyordu. Tek Göz eşine endişeli bakışlar attı ama onun kalkmaya hiç niyeti yoktu. Tek Göz dışarı bakarken, havalanan bir kar kuşu sürüsü uçarak gözden kayboldu. Yerinden doğrulup, eşine bir kez daha baktıktan sonra, oturduğu yere çöküp uyuklamaya başladı. Bu sırada kulağına keskin, sinir bozucu bir vızıldama sesi çalındı. Bir, iki, derken dayanamadı, pençesini sallayıp uykulu uykulu burnunu kaşıdı. Ardından uyandı. Sivrisineğin teki burnunun ucunda dolaşıp duruyordu. Yetişkin bir sivrisinekti bu; bütün kışı donmuş hâlde kuru bir ağacın gövdesinde geçirmiş, şimdi de güneşin altında kendine gelmeye çalışıyordu. Tek Göz doğanın çağrısına daha fazla direnemeyeceğini anladı. Üstelik karnı da açtı. Dişi kurda doğru sürünerek, onu yerinden kaldırmaya çalıştı. Ama aldığı karşılık sert bir hırlama oldu; bunun üzerine Tek Göz parlak güneşe, yüzeydeki karın iyice yumuşayarak yürümeyi zorlaştırdığı dünyaya doğru tek başına yola çıktı. Ağaçların gölgesinde kalan karların hâlâ sert ve kristalleşmiş olarak durduğu nehir yatağına doğru ilerledi. Sekiz saat kadar dolaştı ortalıklarda, karanlık bastırdığı zaman geri döndüğünde ise sabahkinden daha açtı. Av görmüş ama yakalayamamıştı. Ayağının altındaki yumuşak buz tabakaları parçalanınca, bir çatlağa düşmüş, tavşanlar da üzerinden atlayıp kaçmışlardı. Tek Göz mağaraya varınca, girişte birden ani bir kuşkuyla duraksadı. İçeriden belli belirsiz tuhaf sesler geliyordu. Eşi çıkarmıyordu bu sesleri ama gene de az çok tanıdık sayılabilecek seslerdi bunlar. Usulca sürünerek içeriye girdi ama dişi kurdun uyarı hırlamasıyla karşılaştı. Bu uyarıyı canı sıkılarak da olsa dikkate alarak daha fazla yaklaşmadı ama bu cılız, kısık hıçkırık seslerini ilgiyle dinlemeye devam etti. Eşi bir kez daha hırlayarak uzaklaşması için ikaz edince, Tek Göz de dışarıda girişe kıvrılıp yattı. Sabah olup günün ilk soluk ışıkları ine dolunca, yine uzaktan tanıdık gelen seslerin peşine düştü. Eşinin uyarı hırlaması yeni bir ton taşıyordu sanki. Kıskançlığa benzer bir tondu bu, o nedenle de makul bir uzaklıkta durmaya dikkat ediyordu. Yine de, dişi kurdun bütün vücudunu siper ederek korumaya aldığı cılız seslerle viyaklayan, mini minnacık, daha gözleri gün ışığı görmemiş çaresiz beş küçük tuhaf canlıyı fark etti. Hayrete düştü. Bu olay onun uzun ve başarılı yaşamında ilk kez başına geliyor değildi. Birçok kez karşılaşmıştı bununla ama yine de her seferinde aynı şekilde bir sürpriz oluyordu onun için. Eşi ona endişeli gözlerle bakıyordu. Arada bir hafif bir hırlama sesi çıkarıyor, fazlaca yakına geldiğini inandığı zamanlarda da bu alçak hırıltı sert bir hırlamaya dönüşüveriyordu. Dişi kurdun hafızasında buna benzer bir olay yoktu ama bütün kurt analarının deneyiminden süzülüp gelen içgüdüleri bazen baba kurtların yeni doğmuş zavallı yavrularını yediğini söylüyordu ona. Bu içgüdü dişi kurtta, Tek Göz’ün babası olduğu yavruları daha yakından incelemesine engel olmasına yol açan güçlü bir korku olarak gösteriyordu kendini. Aslında herhangi bir tehlike söz konusu değildi. Yaşlı Tek Göz de, bütün kurt babalarından kendisine geçmiş bir içgüdüden kaynaklanan bir dürtü hissediyordu içinde. Bunu sorgulamadığı gibi, üzerinde kafa da yormuyordu. Yapısında, özünde var olan bir şeydi bu ve bu içgüdüye uyarak, yeni ailesini olduğu yerde bırakıp yaşadığı bölgede et peşine düşmek en doğal davranış olurdu onun için. Mağaranın sekiz on kilometre kadar ötesinde ırmak ikiye ayrılıyor, kollar dik açı yapacak şekilde dağların arasına dalıyordu. Sol kolu takip eden Tek Göz taze bir ize rastladı. Koklayınca hemen bunun çok yeni bir iz olduğunu anladı ve gittiği yöne doğru dikkatle baktı. Sonra geri dönüp ırmağın sağ kolunu izlemeye başladı. Önündeki ayak izleri kendi izlerinden daha büyüktü, böyle bir izin sonunda kendisine pek bir et düşeceğini sanmıyordu. Sağ kol boyunca daha bir kilometre yol bile gitmemişti ki, hassas kulakları birden bir şeyler kemiren dişlerin sesini duydu. Yaklaşınca bu sesin sahibinin ağaç kabuklarında dişlerini bileyen bir oklu kirpi olduğunu gördü. Tek Göz temkinli ama umutsuz bir şekilde yaklaştı kirpiye. Bu kadar kuzeyde hiç rastlamamış olsa da bu hayvan türünü tanıyordu; uzun yaşamında hiç oklu kirpiden yemek çıktığı olmamıştı. Ama fırsat denen, şans denen bir şeyin var olduğunu uzun zamandan beri biliyordu, bu yüzden biraz daha sokuldu. Kimse ne olacağını bilemezdi, zira canlı varlıkların bulunduğu yerde olaylar her zaman için farklı bir yol alabilirdi. Oklu kirpi hemen yuvarlanarak, saldırıyı karşılamak üzere uzun sivri dikenlerini açtı. Tek Göz gençliğinde bir keresinde hareketsiz duran buna benzer bir topa burnunu fazlaca yaklaştırmış, sonunda da aniden kuyruğu yüzüne yemişti. Saplanan dikenlerden birini kendiliğinden düşene kadar alev alev yakan bir acı çekerek, haftalarca burnunda taşımıştı. Tek Göz olduğu yerde rahat bir pozisyonda uzandı, burnu tam bir adım uzaklıkta, kuyruk mesafesinin ise hemen dışındaydı. Tam bir sessizliğe gömülerek öylece beklemeye başladı. Ne olacağını kimse bilemezdi. Bakarsın bir şeyler çıkıverirdi. Kirpi açılabilirdi. Onun yumuşak savunmasız karnına ani ve ustaca bir pençe darbesi indirmek için bir fırsat doğabilirdi. Ama aradan yarım saat geçtikten sonra kalkarak, hareketsiz duran topa öfkeyle homurdandı ve yine yola koyuldu. Eskiden de kirpilerin açılmasını böyle uzun uzun boşuna beklediği çok olmuştu ama şimdi kaybedecek fazla zamanı yoktu. Sağ kıyıdan ilerlemeye devam etti. Gün bitiyordu ama onun eli hâlâ boştu. Uyanmış olan babalık içgüdüsü onu tamamen etkisi altına almıştı. Et bulmalıydı. Öğleden sonra bir orman tavuğuna rastladı. Bir çalılıktan çıkmış ve birden bu ağırkanlı kuşla burun buruna kalmıştı. Hemen burnunun dibinde uzun bir kütüğün üzerine tünemiş, duruyordu. Birbirlerine baktılar. Kuş kaçmaya yeltendiği an Tek Göz’ün pençesi onu yere yapıştırdı; kuşun hemen üzerine atlayan Tek Göz doğrulmaya çalışan hayvanı dişleriyle kaptı. Taze eti ve gevrek kemikleri ağzında hissedince, doğal olarak çiğnemeye başlıyordu ki, birden aklı başına geldi. Geldiği yoldan çabuk çabuk geri dönerek, ağzında orman tavuğuyla evin yolunu tuttu. Nehrin çatalına bir buçuk kilometre kala her zamanki gibi kadifemsi adımlarla ilerleyerek, her dönemeçte çevresini dikkatle izleyen kaygan bir gölge gibi koşarken, sabah rastladığı büyük izlerin devamını gördü. Yolunun üzerindeki izleri takip ederek, nehrin her kıvrımından sonra bu izlerin sahibiyle karşılaşmaya hazır bir dikkat içinde ilerledi. Irmağın epeyce büyük bir kıvrım çizdiği irice bir kayanın etrafından döner dönmez, çevik gözleri hemen kendini yere atmasına neden olan bir tehlike algıladı. Bu, o izlerin sahibi olan kocaman bir dişi vaşaktı. Vaşak tıpkı kendisinin yaptığı gibi topak olmuş oklu kirpinin başında dikilmiş bekliyordu. Az önce bir gölge bibi sessizce ilerleyen Tek Göz şimdi sessiz ve hareketsiz duran iki hayvanın yakınına sokulurken, o gölgenin hayaleti oluvermişti âdeta. Karların üstüne yatıp, orman tavuğunu ağzından yere bıraktı ve bodur bir çamın dalları arasından gözlerinin önünde sergilenen ölüm kalım oyununu izlemeye koyuldu: karşılıklı bekleşen kirpi ile vaşaktan her ikisi de hayatta kalmaya niyetliydi. Oyunun tuhaflığı ise tam da bu noktadaydı: birinin hayatta kalması ötekini yemesine, ötekinin ise onun tarafından yenmemeyi başarmasına bağlıydı. Yaşlı Tek Göz de bu oyunda kendine göre bir rol bulmuştu, sindiği yerde, onun için yaşam şekli olan avlanma uğraşında şansın beklenmedik bir şekilde yüzüne gülmesini bekliyordu. Aradan yarım saat geçti, derken bu bir saat oldu ama hiç bir gelişme olmuyordu. Diken topu bir taş parçası gibi hareketsiz duruyordu; vaşak da donmuş, sanki taş kesilmişti; Tek Göz ise ölü gibiydi âdeta. Ama buna karşın, her üç hayvan da neredeyse can yakacak derecede hayat doluydular ve görünürdeki o taşlaşmış hâllerine rağmen bu ölçüde canlı olduklarına pek ender rastlanırdı. Tek Göz yerinde yavaşça kıpırdayarak, gittikçe artan bir hevesle izlemeye devam ediyordu. Bir şeyler oluyordu. Kirpi sonunda düşmanının gittiğine karar vermişti. Yavaşça, temkinli bir şekilde aşılmaz zırhını açmaya başladı. Kararını etkileyecek en ufak bir kıpırtı bile hissedilmiyordu. Diken topu ağır ağır düzleşip uzuyordu. Tek Göz önünde iştah kabartıcı bir yemek gibi yayılan bu canlı eti gördükçe, heyecandan elinde olmadan ağzının sulandığını ve salyalarının aktığını fark etti. Ama kirpi henüz tam olarak açılmamıştı ki, düşmanının farkına vardı. Tam o anda da vaşak şimşek hızıyla darbesini indirdi. Bükülü sert tırnaklı pençesiyle kirpinin yumuşak karnını yırttı ve seri bir hareketle geri çekti. Kipi tamamen açılmış olsaydı, ya da düşmanını darbeden önce son anda fark etmemiş olsaydı, vaşağın pençesi yara almadan kurtulabilirdi ama kirpi geri çekmesine fırsat vermeden, kuyruğunu yan çevirerek sivri dikenlerini hayvanın koluna saplamayı başarmıştı. Hepsi, ilk darbe, karşı darbe, kirpinin acı içindeki feryadı, koca kedinin yaralandığı andaki acı ve şaşkınlıkla kükreyişi aynı anda gerçekleşmişti. Tek Göz heyecanla yerinde doğruldu; kulakları dimdikti, kuyruğu gergindi ve titriyordu. Vaşak öfkeden kendini kaybetmiş hâldeydi. Canını yakan şeye doğru çılgın gibi atıldı. Ama bu sırada inleyip sızlayan, bir yandan da dengesi bozulmuş olan yaralı bedenini tekrar toplamaya çalışan kirpi kuyruğunu yeniden savurunca, koca kedi yine bir acı ve şaşkınlık çığlığı kopardı. Geri kaçıp, aksırmaya başladı; dikenlerle dolu burnu dev bir iğneliğe dönmüştü. Pençeleriyle burnunu sıvazlayarak iğneleri çıkarmaya uğraştı; burnunu kara soktu, çalılara, dallara sürttü; bir yandan da korku ve acı içinde sağa sola, öne geriye sıçrayıp duruyordu. Durmadan aksırıyor, kuyruğuyla da bir biri ardına seri ve şiddetli darbeler savuruyordu. Sonunda tepinmeyi bıraktı, uzun süre kımıldamadan durdu. Tek Göz onu izliyordu. Hayvan birden upuzun dehşet verici bir haykırışla havaya sıçrayınca, o bile saklandığı yerde elinde olmadan irkildi, postundaki bütün tüyler diken diken oldu. Vaşak ondan sonra sıçraya sıçraya, her adımda feryatlar kopararak ırmağın yukarısına doğru uzaklaştı. Tek Göz vaşağın çığlıkları yavaş yavaş silinip duyulmaz olana kadar yerinden kımıldamadı. Ondan sonra karların üzerine sanki bütün zemin sivri iğnelerle kaplıymış ve her an patilerinin yumuşak yerlerine batacakmış gibi ürke ürke basarak, yavaşça ilerledi. Kirpi onun yaklaşmasını tiz bir çığlıkla ve uzun dişlerini birbirine vurarak karşıladı. Yeniden kapanarak tortop olmaya uğraşıyordu ama eski hâline ulaşması mümkün değildi artık; kasları bunu başaramayacak kadar yırtılmıştı. Vücudu nerdeyse ortadan kesilmişti ve oluk gibi kan kaybediyordu. Tek Göz kana bulanmış karları ağzına aldı, çiğneyip tadına baktıktan sonra yuttu. Bu tat iştahını kabartmıştı ama bu dünyada tedbiri elden bırakmayacak kadar da eskiydi. Bekledi. Yere uzanıp bekledi, kirpi dişlerini takırdatarak inlerken, arada bir de ince tiz çığlıklar atarken, o beklemeye devam etti. Kısa bir süre sonra kirpinin dikenleri yavaş yavaş düşerken, vücudunu büyük bir titremenin sardığını fark etti. Titreme birdenbire kesiliverdi. Uzun dişleri son bir kez daha meydan okurcasına takırdadı. Ardından bütün dikenler tamamen aşağıya düştü ve vücudu gevşeyerek, hareketsiz kaldı. Tek Göz gergin ve ürkek ayak dokunuşlarıyla kirpiyi ters çevirip iyice açarak sırt üstü uzattı. Bir tepki gelmedi. Tamamen ölmüş olduğuna hükmetti. Hayvanı bir an daha inceledikten sonra, dişiyle dikkatlice kavrayarak ırmağın aşağısına, geldiği yöne doğru yürümeye koyuldu; kirpiyi bazen ağzıyla kaldırarak, bazen de sürükleyerek taşırken, dikenlere basmamak için kafasını yana doğru çevirerek götürmesi gerektiğini biliyordu. Birden beyninde bir şimşek çaktı. Yükünü yere koyduğu gibi hızlı adımlarla orman tavuğunu bıraktığı yere koştu. Bir an bile tereddüt etmedi; yapacağı şey belliydi, yaptı da: orman tavuğunu oracıkta yedi. Sonra tekrar dönüp, yükünü bıraktığı yerden alarak, yoluna devam etti. Tek Göz o günkü avını mağaraya götürdüğünde dişi kurt onun getirdiği şeyi özenle gözden geçirdi, sonra burnunu ondan tarafa çevirip hafifçe boynunu yaladı. Ama bir an sonra, eskisi kadar sert ve ürkütücü olmasa da, rica eder gibi bir hırlamayla yavrulardan uzak durması için uyardı onu. Yavrularının babasına karşı duyduğu içgüdüsel korku yatışmaya başlamıştı. O da iyi huylu bir baba kurdun yapması gerekenleri yapıyor, dişisinin dünyaya getirdiği yavruları yiyip yutmak gibi saygı duyulmayacak bir niyet beslemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ DİŞ
Actionkeyifle okuyacaginızı umuyorum... uzatmadan sizi romanla baş baaşa bïrakayım iyi okumalar... (Begeni,yorum ve eleştrilerinizi unutmayın!!!)