Hermione, elindeki misk kokulu kıyafetlerle üzerinde amatörce çizilmiş gül resmi bulunan kapıyı tıklatıp içeri girdi. Yatağın boş olduğunu, ek olarak da üstünde açık pembe bornoz ve kurutma makinesinin bulunduğunu görünce kaşlarını çattı. O sırada merdivenlerden tıkırtı sesleri duyunca göz devirdi ve girdiği odadan çıktı.
Hızlı adımlarla aşağıya indi ve salona geçtiğinde duyduğu kıkırdama sesleriyle tekrar gözlerini devirip salonun ortasında duran küçük çadırın yanına gitti. Naylon kapısını açıp çadırın üstüne doğru koyarak sabitledikten sonra olduğu yerde eğildi. Küçük çadırın daha uçlarına gitmeye çalışırken bir yandan da gülen küçük kızı gülümseyerek karnından kendine çekti. "Nereye kaçtığını sanıyorsun sen?"
Çocuğun gülmeleri artarken bir yandan da konuşmaya başladı. "Kimsenin kızmayacağı yer olan, çıplaklar ülkesine elbette." Hermione gülmeye başladı. "Çıplaklar ülkesi mi?" diye tekrarladı. "Burası en son Barbielerin için bir mahkeme salonu değil miydi?" dedikten sonra dizine koyduğu atleti alıp kızıl saçlı çocuğun başından geçirdi.
"Evet öyleydi ama ortak bir karar alıp ismini değiştirdik," dedikten sonra annesinin kafasından atletini geçirdiğini fark edince kaşlarını çattı. "Hey, burada kimse kıyafetiyle kalamaz!" Hermione dizindeki mavi kazağı da alıp çocuğun kafasından geçirirken konuştu. "Belki de buranın ismini değiştirebiliriz. Mesela Bayan Weasley'e eşlik eden peluşlar ve Rose topluluğuna ne dersin?"
Kumral kadın kıza iç çamaşırını giydirirken çocuk mırıldandı. "Kabul edildi. Ben ve peluş dostlarım siz Bayan Weasley'e eşlik etmeye hazırız." Hermione çocuğa çoraplarını da giydirdikten sonra eğildiği yerden kalktı ve elini çocuğuna elini uzattı. "Ya da istersen bir tek sen geelbilirsin. Onların en son biz eşlik ettiklerinde başlarına gelenleri hatırlıyorsun değil mi?"
Kızıl saçlı kız gülmeye başladı. Bir yandan da annesinin uzattığı eli tutup çadırdan çıktı. Mutfağa geldiklerinde Hermione kızını mutfak taşının üstüne oturttu. "Pekala, bugün hangisini yapmak istersin? Dışarı çıkmak mı, yoksa şu bir ton para verdiğimiz boyalarla çok çirkin olacak resimler mi?"
"Dışarı çıkmak elbette!" dedi Rose büyük bir heyecanla. Annesinin o boyaların büyük bir kısmını odasına döküp bitirdiğinden haberi yoktu daha. Hermione çocuğunu kucaklayıp yere indirdikten sonra elini tutup arka bahçe kapısına götürdü. Kızına spor ayakkabılarını giydirdikten sonra kendisi de ayakkabılarını giyip kapıyı açtı.
Dışarıda yağmur başlamıştı. Sabahleyin hava güneşliydi fakat Nisan ayı işte. Ne zaman Güneş açacağı da ne zaman yağmur yağacağı da belli olmuyordu. "Ah, yağmur başlamış ama hiç sorun değil. Montlarımızı ve botlarımızı giyip çıkabiliriz," deyip askılığa yöneldiği sırada Rose annesinin elini sıkıp onu durdurdu. "Hayır, çıkmak istemiyorum."
"Neden? Sen hani yağmuru çok severdin?" dedi gülümseyerek. Rose başını iki yana salladı. "Hayır. İstemiyorum. İçeride oturalım." Kumral kadının kaşları çatıldı. "Bir şey mi oldu, tatlım?" Kızıl saçlı kız tekrar başını iki yana salladı. "Hayır, sadece artık yağmuru sevmiyorum. Beni...huzursuz hissettiriyor. İçeride oturalım lütfen."
Hermione kaşlarını kaldırıp olumlu manada kafasını salladı ve son kez yağmur kokusunu içine çekip kapıyı kapattı.
***
Ron salatadan bir kaşık daha alıp ağzına tepiştirdikten sonra masanın üstüne ters çevirerek koyduğu telefonunu eline alıp oynamaya başladı. Masanın karşı tarafındaki eşinin gözlerini kıstığını bilmeden telefonuyla uğraşmaya başladı. Hermione eşinin gülümseyerek telefona bakması karşısında derin bir nefes aldı ve yeşil plastik kaşıkı elma püresini daldırıp oğluna yedirirken konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beautiful light | dramione
FanfictionSanki her şey Scorpius'un kaçırılma gibi bir ihtimali yokmuş gibi planlanmıştı. Belki de diğer aileler bu yüzden bu oyunda kaybetmişlerdi? Çocuklarının kaçırılmadıklarını düşündükleri için. Aslına bakarsak çok mantıklıydı. Herkes ilk başta çocukları...