Draco kendini tutamayıp kadının arabasını resmen çalarak yola düşmüştü. Navigasyonun olması büyük bir şanstı. Genellikle insanlar telefonundan hallediyordu bu işleri. Neyseki kumral kadının arabasında navigasyon takılıydı. Şu ana kadar yolunda giden ikinci giden şeydi bu.
Birincisi Hermione ile tanışmasıydı. İçinden bir ses kadının kendisine büyük bir yardımda bulunduğunu ve bulunacağını söylüyordu. Özellikle de gerçekten oğlu kaçırıldıysa. Kendisine yardım ederse oğlunu bulacağına emindi. Şayet oğlu kaçırılmadıysa, posta kutusunda hiçbir şey yoksa bile, kendisini kaçırılma düşüncesinden kurtardığı için yine büyük bir yardımı dokunuyordu.
Evinin olduğu ara sokağa döndü ve evinin önüne arabayı park edip hızla arabasından indi. Kalbinin atışları hızlanmıştı. Bacakları zaten gün boyu onu taşımaktan yorulmuştu ve şimdi de bir de heyecan eklenenince ayakta kalmasına şaşırıyordu. Posta kutusuna yaklaştı ve kafasını gökyüzünü kaldırıp gözlerini kapatarak kutuyu açtı. İçine bakmadan elini kutuya soktuğunda eline gelen demir parçası ile hızla başını indirdi ve anahtarı çekip aldı. Küçük dolap anahtarına bakarken posta kutusunun yanına diz üstü çöktü.
Pantolonun çamur olmasını, yağmurdan dolayı hasta olacak olmasını umursamayıp yere yıkılıp ağlamaya başladı. Oğlu gerçekten kaçırılmıştı ve bu zamana kadar her ne kadar aksini iddia etse de posta kutusunun boş olmasını ummuştu. Omuzları titrerken diz üstünden yere doğru düşüp başını göğe kaldırıp titreyerek ağlamaya başladı bu sefer.
O an ıslak zeminde oturmuşken hayatının ikinci dönüm noktasında olduğunu hissetti. Daha önceki dönüm noktası annesini kaybettiği zamandı. Yıkılmıştı. Öyle bir harabeye dönmüştü ki yaşamanın bile anlamsız olduğunu düşünmeye başlamıştı. Fakat o zamanlar tutanabileceği iki şey vardı. Karısı ve oğlu. Birini çoktan kaybetmişti. Diğeri ise kendi elindeydi. Yaşayıp ya da yaşamaması kendi elindeydi.
Bu sefer tutanabilecek hiçbir şeyi yoktu. Onu kaybedemezdi. Bu yüzden o küçücük olan umuda tutunacaktı, zorundaydı. Oğlunu tekrar kollarını alıp sarılıncaya kadar o dala umut bağlayacaktı.
Bir süre daha ağladıktan sonra bunun pek yararı olmayacağını düşündü ve elinin tersiyle göz yaşlarını silip oturduğu yerden kalktı ve arabaya bindi. Arabayı çalıştırırken bir yandan da anahtarı inceliyordu. Evet Scorpius'un okulundaki dolabının anahtarı olması kuvvetle muhtemeldi ama kadının bunun nasıl sahte bir anahtar olduğunu anladığını merak ediyordu.
Arabayı çocuğunun okulunun önüne sürdü. Okulun önünden geçerken güvenliğin elinde fenerle gezdiğini görünce okulun etrafını dolaştı ve arkalara bir yerlere park edip arabasından indi. Bu kısıma kadar her şeyi kolaylık halletmişti ama gizlice bir ortaokula nasıl gireceği hakkında bir fikri yoktu.
Üzerindeki siyah ceketi çıkardı ve arabaya koydu. Ardından da kol düğmelerini düzeltti ve arabadan inip okulun grafiti ile süslenmiş duvarlarına doğru yavaş yavaş yaklaştı. Sırtını duvara dayadı. Dışarıdan bir serseri gibi gözüktüğüne emindi. Yani şu anlık dikkat çekmiyordu. Kafasını öne doğru eğip güvenliğin olduğu tarafa baktı.
Işığı Draco'nun bulunduğu tarafın biraz daha uzağına tutu bir süre. Ardından tekrar ön tarafa dönüp gözden kayboldu. Draco tam da bu sırada duvarın üstünü tutup kendini yukarı çekti. Bir seferde yaptıktan sonra diğer tarafa atladı. Daha sonra da hızla okulun arka tarafına kendini attı ve derin bir nefes aldı. Onca yıldan sonra hala bu duvarlardan kolayca atlayabilmesi kendisini şaşırtmıştı.
Hava iyice soğurken Draco'nun üzerinde bir tek gömlek vardı ve şimdiden sırılsıklam olmuştu. Umursamadı ve okulun arka tarafı boyunca yürüyüp camları kontrol etti. Bundan sonrasında ne yapacağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Tüm canlara tek tek baktı. Tüm hepsi kapalıydı. Bir küfür savurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
beautiful light | dramione
FanfictionSanki her şey Scorpius'un kaçırılma gibi bir ihtimali yokmuş gibi planlanmıştı. Belki de diğer aileler bu yüzden bu oyunda kaybetmişlerdi? Çocuklarının kaçırılmadıklarını düşündükleri için. Aslına bakarsak çok mantıklıydı. Herkes ilk başta çocukları...