· dokuzuncu bölüm ·

629 32 4
                                    

Jacob bizi terk etmişti. Bu şehir artık ona acı veriyordu, hem de hiçbir zaman olmadığı kadar çok. Haftalar sonra evleniyordu işte sevdiği kadın. Artık elinden hiçbir şey gelmezdi, eskiden ihtimal dahilinde de olsa bir umut vardı aşkına karşılık bulmaya dair.. Ama şimdi tamamen yok edilmişti o minicik umut.

Jacob'u aramaya gideceklerini söylediklerinde karşı çıktım. Jacob dönmeyecekti işte, en azından düğün gününe kadar böyle bir şey yoktu ufukta. Önce bu tepkime şaşırdılar, ama sonrasında Emily ve Leah da yanımda olduklarını belli edince onların da aklına yatmaya başladı düşüncelerim. Ama yine de aramaktan vazgeçmediler. Sabaha karşın elleri boş geldiğinde kimse tek bir söz etmedi. Zaten onu getiremeyeceklerinin bilincinde olarak aramaya çıkmışlardı, yalnızca vicdanlarını rahatlatmak için gitmişlerdi peşinden.. Oysa Jacob şu an sınırın ötesindeydi. Ve sürünün çoğunun kalbi buraya mühürlüyken, uzun süre dışarıda kalamazlardı.

Embry telaşlıydı kardeşi için. Çocukluklarından beri yan yanaydılar ve haliyle endişeleniyordu. Ne kadar sakinleştirmeye çalışırsam çalışayım değişen bir şey yoktu, bazen sessiz bir yere gidip Jacob'u duymaya ve dahası ona ulaşmaya çalıştığını hissediyordum.

Quill de en az onun kadar telaşlıydı. Onları sakinleştirmenin ya da düşüncelerine kelepçe vuramayacağımı fark ettiğim an, ben de Jacob'u daha fazla düşünmeye başladım. Sonsuza kadar kurt olarak kalmaya karar verirse kitabın ne kadar değişeceğini düşündüm.

Jacob gelmezse ve sonsuza dek orada kalırsa Reneesme'ye hiç mühürlenemezdi. Cullen'ların Volturi'lere karşı girişecekleri savaşta fiyaskoyla sonuçlanır ve kurtlar zarar görmemiş olurdu. Hatta belki Sam Reneesme'yi Volturi'lerden önce yok ederdi... Bu durumda yine kurtlar zarar gören taraf olacaktı.

Her durumda kurtlar tehlikedeydi.

Ya Volturilere ya da Cullen'lara olacakları anlatırsam... O zaman yine bir şeyler değişir miydi gerçekten? Cullen'ların umursayacağını zannetmiyordum. Onlar gerçek bir aileydi ve ne olursa olsun birbirlerini kısıtlamazlardı -en azından Edward ve Bella'yı- Üstelik bana inanıp inanmayacakları bile belirsizdi. Altı üstü bir kurtadamın mühürlendiği insandım ben. Onlardan değildim, ciddiye alınmayacağım açıktı

Peki ya Volturiler?..

Tam Volturileri düşünmeye başladığımda içeriye daldı Seth. Her zaman olduğundan daha mutlu görünüyordu. Ve aynı zamanda dalgın. Sanki uyuşturucu almış gibi bir mutluluktu üzerindeki... Ya da aşık olmuş?

Dudaklarımdan dökülen "ah"a engel olamadım. Seth mühürlenmişti. Dahası bu bizim, benim aklımdan tamamen çıkmıştı. Elimi yüzüme götürdüm ve Seth'in hareketlerini daha dikkatli izlemeye başladım. Acaba Embry de mi böyle görünüyordu bana mühürlendiği ilk anlarda?.. Elimdeki çizgilerin üzerinde gezinen parmaklarına baktım, Seth'in geldiğini duysa da hala dalgındı ve kimseyle de ilgilenecek hali yoktu.

Yanağına dokunduğumda gözleri aniden gülümsedi. "Jacob iyi.." diye mırıldandım "Daha fazla üzme kendini."

Yanağındaki elimi dudaklarına götürdü ve öptü "Biliyorum birtanem.. Ama yine de.." duraksadığında cümlesini ben tamamladım.

"Yine de düşünmeye engel olamıyorsun. Anlıyorum seni, ben de aynı durumdayım, ama burayı sonsuza dek terk edemez... Siz varsınız sonra babası... Durumu kabullendiğinde geri dönecek, inan bana."

Beni ilk gördüğündeki o bakış yeniden canlandı gözlerinde. Tünelin sonundaki ışığı yeniden görüyormuş gibi baktı. Minnetle, aşkla ve binlerce duyguyla. "Sen hangi iyiliğin mükafatısın böyle?"

Saçlarını okşadım. Çok daha iyi görünüyordu şimdi. Keşke aynı konuşmayı Quill'e yapabilecek biri daha olsaydı hayatında. O uzun bir süre daha bu halde kalacaktı. Embry'nin simsiyah gözlerinde gördüğüm kendi yüzüme baktım, neden odadaki herkesten daha üzgün duruyordu suratım?

Düşüncelerim bir türlü durmuyordu. En sonunda bir umutla Seth'e baktım. Jacob'un gidişini unutmuş belki hiç duymamış gibiydi. Hayal aleminde bir genç gibi bakıyordu tavana. Pürüzsüz yüzünde aşkın her izi okunuyordu adeta.

"Seth?" dedim sakince.

"Roxane..." diye fısıldadı, Embry'le yeniden göz göze geldik ve o an anladım mührünün isminin Roxane olduğunu.

Emily kapının kenarında ayağa dikilmiş seyrediyordu Seth'i. Göz göze geldik ve gülümsedi. Kendi kötü anılarını silmeye çalışır gibi bakıyordu Seth'e.

"Ee, anlatsana Roxane'i."

"Onu nasıl anlatabilirim ki..." dedi, sanki kendi iç sesiyle konuşuyordu. "Hangi kelime tarif edebilir onun acı veren güzelliğini1 ?"

Embry'e eğildim "Yeni bir Balzac doğuyor?"

Tek kaşını kaldırdığında onun yalnızca "kurt" olduğunu yeniden fark ettim, kesinlikle "kitap kurdu" değildi. "Balzac... Aşkın tanrısı."

"Yaa, hangi medeniyetin aşk tanrısı peki?"

Sanki acı çekiyormuş gibi yüzümü buruşturdum. Ellerimle görüş alanını kapattım "Tamam tamam, daha fazla kaldıramam bu işkenceyi."

Gözlerinin üzerindeki elimi nazikçe indirdi "Fransız Aşk Tanr.." diyordu ki Seth yerinden fırladı, odadaki herkesin gözü onun üzerindeydi şimdi, ama Seth yalnızca Embry'e bakıyordu.

"Onu tanıyor musun?.."

"Tabii ki." bana baktı ama ikisinin aynı kişiden bahsettiklerinde şüphe duyuyordum.

"Ne.. Nereden?"

"Seth" diyerek araya girdim "Biz bir yazardan bahsediyoruz.. Fransız."

Seth sanki dünyanın en iğrenç şakasına maruz kalmış gibi baktı yüzümüze. O an ikimiz de anladık kimin Fransız olduğunu.

"Fransız demek Roxane?"

Seth oturmuştu ama kızın ismi hemen ilgisini bize yöneltmesini sağladı "Acaba yeniden görebilecek miyim onu.."

"Bir gün içinde Fransa'ya gidip gelemeyeceğine göre, elbette görürsün..." kızın burada olma ihtimali müthiş derece yüksekti. Sonuçta Seth şehrin dışına çıkmıyordu hiç. En azından son 1 hafta içerisinde ben şahit olmamıştım.

"Kardeş okul kapsamında geldi buraya Fransa'dan."

Elimi dudaklarımın üzerine götürdüm. Bu aşk, zorlu olacağa benziyordu. Üstelik bir kurt mühürlendiği birinden ayrılmak yerine ölümü tercih ederdi seve seve.

"Ne kadar süre burada peki?" bu kez konuşan Emily oldu. Fark etmemiştim otururken ama yanımdaydı şimdi.

"2 ay." şu an Seth, Mona Lisa gibiydi. Bir yanı ağlıyordu, diğer yanı bahar bahçe...

Ama 2 ayda neler olmazdı ki? Üstelik birkaç hafta sonra Bella ve Edward'ın düğününün gerçekleşeceğini düşününce bir de...

Embry saçlarımı öptü "Seni kaybetme ihtimalinin olmaması huzur verici." diye fısıldadı.

Gerçekten kaybetme ihtimali yok muydu, varsa da bu ihtimali ortadan kaldırmama kim yardım edebilirdi?.. Aklımda tek bir isim vardı ve o da Volturilerden başkası değildi.

Embry'nin beni kaybetme ihtimali yoktu, ama o savaşın gerçekleşmeyeceğinin bir vaadi de yoktu önümde. Ve o savaş gerçekleşmemeliydi, bebeğin doğmaması gerektiği gibi.

Twilight | Büyülü KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin