Uzun yolculuktan sonra, (long ass ride), bu cehennem gibi yere geldiğim için Tanrıya teşekkür etmeli miydim yoksa etmemeli miydim bilmiyordum... Okula. Okuldan cidden nefret ediyordum. Neden mi? İşte sebepleri..
1. Jeno, benimle aynı okula gidiyordu.
2. Jeno, Ondan büyük olmama rağmen benimle aynı sınıftaydı.
3. Jeno, herkese göre iyi bir role modeldi.
4. Jeno, her zaman öğretmenlerin övgüsünü alırdı çünkü aşırı zekiydi ve sorulan tüm soruları cevaplayabiliyordu.
5. Ben, Mark her zaman azarlandı ve her zaman Jeno'yla karşılaştırıldı.
6. Ben, Mark her zaman okul campüsünden konuşulan kişi olmuştum, "Neden o Jeno'nun abisi olmak zorunda? Onlar birbirlerinden çok farklı?"
Jeno. Jeno. Jeno. Okuldan nefret ediyordum çünkü Jeno diye bağırıyordu.
Görmezden gelmek için çok uğraşmıştım ama bazen, çok fazlaydı. Karşılaştırmaları, o mükemmel, her şeyi... ona dayanamıyordum. Onun gölgesinde yaşamaktan nefret ediyordum.
Sonunda zil çaldığında sınıftan çıkabilirdim. Cafeteryaya yürürken en yakın arkadaşım Renjun'in bana el sallamıştı. Renjun ilkokuldan beri arkadaştık. Babası Winwin, eommamla yakın arkadaşlardı çocukluklarından beri. Winwin sık sık babamın evinde Renjun ile ziyarete geliyordu ve dışarıda oyun oynayabildiği tek zamandı.
"Ders nasıldı?" Favori portakallı meyve suyundan bir yudum alırken sordu.
"Her zamanki gibi, Jeno'yla dolu."
"Onları düşünme. Derslerine odaklan. Başarısızsın." Defterimi aldı ve puanımı işaret etti.
"Biliyorsun, onunla aynı odada oldukça bunu yapamıyorum."
"Yani, Mark Lee tekrar kendi kardeşine karşı pes ediyorsun?"
"Asla! Pes etmiyorum!"
"O zaman, gidip ders çalış."
"Pekala." Defterimi aldım ve cafeteryadan ayrılmaya karar verdim. Renjun ben giderken el salladı ve öğle yemeğine devam etti. Kütüphaneye gittim ve Renjun'in tavsiyesine uydum. En rahat yere yerleştikten sonra, notlarımı çıkarttım ve anlamadığım konulara odaklandım.
"Hey." Yakınımdaki birinden duymuştum. Başımı kaldırıp o kişiye baktım. Gerçekten sosyal bir kişi değildim ve her zaman benimle konuşmaya çalışan insanları sustururdum.
"Ne var?" Soğuk bir şekilde sordum ve tekrar defterime odaklandım.
"Yanına oturabilir miyim?"
"Neden? Kütüphanede bir sürü boş yer var."
"Çok yalnız görünüyordun."
"Neden umursuyorsun ki?"
"Çünkü seninle arkadaş olmak istiyorum."
"Ne?"
"Söyledim ya, senin-"
"Hayır " eşyalarını toparlayıp sonunda söyledim. Sadece beni izledi ve aynı şeyi yaptı.
Ayağa kalkıp ondan uzaklaşmak için yürüdüm. Kütüphaneden çıkıp Renjun'i bulmak için gidecekken bağırdığını duydum.
"BU ARADA ADIM DONGHYUCK! TANIŞTIĞIMIZA MEMNUN OLDUM, KANKA!"
Sinirle esnedim ve tüm hızımla ondan uzaklaşabilmeye çalıştım.
Ne güzel bir gündü, gerçekten..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Lee's [Tr]
General FictionLee Taeyong'un iki oğlu var. Ten'den olan büyük oğlu Mark soğuk kalpliğiyle bilinirdi. Jaehyun'dan olan küçük oğlu Jeno ise abisinin tam tersi bir kişiliğe sahipti. İki kardeşte birbirlerinden oldukça nefret ediyorlardı ve ikisi de "Donghyuck" adınd...