Küçük bir çocuk olarak eğer sokakta yaşamak zorundaysanız, hayatta kalabilmek için yapamayacağınız hiçbir şey yoktur. Keza bizim yaptığımız gibi çoğu zaman bir lokma ekmek bulma umuduyla sokak sokak gezer, çöpleri bile karıştırabilirsiniz. İnsanlara çok kolay geliyor bazı şeyleri unutmak. Ben unutmadım. Karda kışta yalın ayak gezdiğimi, ısınabilmek için kırmızı ışıkta duran arabaların motorlarına yaklaştığımı, karşıma çıkan bin bir kötülük besleyen insanları.. Geçmişimi sineye çekemedim. Hep sıcak tuttum acımı, öfkemi. Feveran ettim. Nefretimden beslendim. Çünkü unutsaydım, yaşamamı gerektirecek bir nedenim olmazdı. Ben unutmadım. Unutamadım.8 yaşında bir çocuk olarak tek bir pişmanlığım vardı, evin yolunu ezberlememek en büyük hatamdı. Yolumu kaybetmiştim. Bir kimliğim yoktu, gidebilecek evim yoktu, başımı dizlerine yaslayacağım bir annem, boynuna atlayacağım bir babam yoktu. Önceleri tek başımaydım bu koca dünyada. Defalarca kez ölüm tehlikesi atlatmıştım ama bir şekilde hayattaydım işte. Bundan sonrası için ağlayıp sızlamak yerine hayatta kalmak adına bir şeyler yapmam gerekti. İnsanlardan uzak duruyordum. Bana acıyan bakışları, onlardan uzaklaşmama neden oluyordu. Yardımlarını bile kabul etmiyordum. Kocaman bir adam olmuştum artık 8'imde. Kimsenin yardımına ihtiyacım yoktu, tek başıma ayakta durabilirdim.
Herhangi bir akrabalığımın olup olmadığını bilmediğim halde dede dediğim Servet Tekeli ile kesişmişti yolum günün birinde. Fazla yüksek olmayan bir köprüde dengemi kaybedip dereye düştüğümde boğulmak üzereyken bulmuştu beni. O artık benim Servet dedemdi. Bana çok kıymetli şeyler öğretti. İntikam duygusunu o aşıladı bana. Öfkemi her zaman taze tutmamı o öğretti..
Rıhtımda bir balıkçı kulübesinde kalıyorduk. Balık tutarak kazandığı üç kuruş para hiçbir şeye yetmiyordu. Artık bir şeyler yapmalıydım. Mendil satmaya başladığım zamanlarda evsiz bir çocukla daha karşılaşmıştım. Nejat artık en iyi dostumdu. Sonradan üç çocuk daha katıldı aramıza. En büyüğümüz benden iki yaş büyük olan Nejat'tı. Ama hepimiz kocaman adamlardık. Bize kimse iyiyi kötüyü öğretmemişti. Okuma yazmayı bile gazetelerden sökmüştük. Sokak sokak dolaşıp para kazanmak için her şeyi yapıyorduk. Kendimi bildim bileli sokakta yaşayan bir çocuk olarak artık zorlanmıyordum. Gezip dolaşırken yüzlerce evin arasında tek biri çekiyordu dikkatimi. Büyük camlı, kırmızı çatılı, sıcacık kocaman bir ev.. Kim bilir burada büyüyen çocuklar ne mutludur diye geçiriyordum içimden. Karşısındaki kaldırıma oturup izliyordum resmen. Öyle ki bir gün evin bahçesinde oynayan kıvırcık saçlı çocuk beni gördüğünde bir öfkeyle dışarıya çıktı. Tekme tokat dayak yedim, düşmanına vurur gibi vuruyordu. Bu sondu, o günden sonra kimseden dayak yememiştim.
Beni bıraksanız saatlerce, sayfalarca anlatırdım acılar içinde geçirdiğim çocukluğumu. Yüzlerce hikayem, binlerce öfkem vardı. Ama en güzel hikayemi sorarsanız... Arkadaşlarımla hep yan yanaydık artık. Dost olmuştuk birbirimize, kardeş olmuştuk. Bizi birbirimizden iyi kimse anlayamazdı. Kağıt toplayıp para kazanıyorduk. Kimseye de bir zararımız yoktu. Her gün içimizden biri, diğerlerine sucuk ekmek ısmarlıyordu. Tabii bunu bir oyun karşılığında yapıyorduk. Yemek ısmarlayacak kişi kulübede bizi beklerken, biz de onun seçtiği bir renk ile etraftan çiçek, çöpe atılmış bir eşya gibi şeyler bulup ona götürüyorduk. O gün seçilen renk ise mordu. Issız bir sokakta koşarak mor renkli bir şey ararken çöpün yanında, karın üzerinde oturup ağlayan mor paltolu, 4-5 yaşlarında kıvır kıvır saçları olan küçük bir kız gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FEVERAN | ZeyKer
RandomBir Eylül akşamı yeniden açıldı yarım kalan, acı, intikam, hırsla dolu o soğuk defter. Ve o akşam anladım ki, ne ben, ne de o yeni bir hikaye yazabilmişti kendine. İkimiz de geçmişte takılıp kalmıştık, hapsolmuştuk bir umut arayan virane hayatlara...