11 Haziran 2011
Deponun kapısı gürültüyle açıldı. Güneş ışığı, kapıdan içeri süzüldü ve sandalyeye bağlı olan siyah saçlı oğlanın gözlerini kamaştırdı. Ağzındaki gri bant yüzünden sadece sızlanmış, gözlerini kırpıştırmıştı.
Kapıdan içeri giren geniş omuzlu, mor saçlı adam, depodaki diğer üç kişiye baktı. Az önce telefonda konuşulanları ayrıntılı anlatmak yerine deponun ortasındaki elleri bağlı olan oğlana bakarak alayla güldü. "Görünüşe göre Bay Jeon, en küçük oğlunun ölümünü umursamayacak kadar meşgul."
Odadaki diğer üçlü, planın başarısızlığı karşısında hayal kırıklığına uğramışlardı. Jeon Jungkook'u kaçırmak için oldukça iyi bir plan hazırlamışlardı fakat hesaba katmadıkları şey, babası olmuştu. Ülkenin en zengin iş adamlarından biri olan Jeon Shi Hoon, oğlunun kurtarılmasını umursamamıştı. Oğlunu kaçıranlar onu tehdit edene kadar Jungkook'un nerede olduğunu bile düşünmemişti. Günlerce hatta haftalarca eve gelmeseydi de sorgulamazdı.
"Blöf yapıyor!" diye bağırdı, sarışın adam. "Eğer umursamaz olursa serbest bırakacağımızı düşünüyor olmalı."
"Adam o kadar umursamıyor ki sekreteri aracılığı ile iletişim kuruyoruz. Hangi ruh hastası, oğlunun kaçırıldığını öğrendiğinde sekreteriyle konuşturur? Jeon Jungkook, her gün kaçırılıyor sanki. Ne manyak, ne garip bir aileye bulaştık biz?"
Sandalyede oturan esmer kadın lafa karıştı, "Yani ben paramı alamayacak mıyım?"
Bütün gözler, Jeon Jungkook da dahil, esmer kadına dönmüştü. Kadın, baştan aşağı simsiyah giyinmişti. Koyu kırmızı ruju ve çektiği eyeliner ile vahşi kedi türlerinden birini andırıyordu. Mor saçlı olan, telefonu cebine koydu ve kadını onayladı, "Alamayacaksın gibi görünüyor."
"Siktir! Şirket kesinlikle batacak. Bu bizim son şansımızdı." diyerek yüksek sesle isyan etti sarışın adam. Eliyle Jungkook'un başını ittirdi. "Onu öldürelim. Belki o zaman bizi ciddiye almadıkları için pişman olurlar."
Parmaklarını Jungkook'un saçlarının arasından geçirdi ve sertçe geriye doğru çekti. Jungkook, ağzındaki bant yüzünden boğuk bir çığlık atmıştı. Deponun kapısı da bu esnada hemen kapatıldı.
Jungkook, nefes nefeseydi ve ağzındaki bant, suratı terlediği için yavaş yavaş çözülüyordu. Sarışın adam, onun kan ter içinde kalmış haline karşılık kıkırdadı.
"Ne kadar acı verici değil mi? Babanın yaptıklarını sen ödüyorsun ve karşılığında senin için üzülen bir kişi bile yok."
Jungkook'un saçlarını bıraktıktan sonra esmer kadına döndü, "Sana söylemiştim, metresini kaçırmalıydık."
"Jeon Jungkook da zaten metresinin oğlu değil mi?"
"Eski metresi! Kadın öleli kaç sene olmuş, umursamayacağı çok belliydi."
"Harcayacak vaktim yok." dedi, mor saçlı olan. "Bir karar verin. Bay Jeon'u beşinci kez aramalı mıyım yoksa bizi kurtaracak başka bir kurban seçmek için yeni bir plan mı yapmalıyım? Hızlı karar verin, borçlar boğazıma kadar geldi. Artık nefes alamıyorum."
Esmer kadın kollarını göğsünde birleştirdi. Bir süre gözlerini boşluğa dikti ve düşündü. Topuklu ayakkabısıyla yerde ritim tutarken deponun duvarlarında onun ayakkabısından gelen tok ses yankılanıyordu. Dakikalar sonra, "Namjoon," diye seslendiğinde odanın içindeki neredeyse bütün gün hiç konuşmamış olan adam sonunda başını kaldırmıştı. "kameran yanında mı?"
"Oh, evet. Şarjı az ama işinizi görür sanırım."
"Kamerayı aç."
Namjoon, siyah çantasından kamerasını çıkarttı ve sandalyeden kalktı. Esmer kadın da ayaklanmış, kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Sarışın olan adama işaret verdi, "Kameranın arkasına geç!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Save It Til Morning | Taekook
FanfictionKim Taehyung, skandallar yüzünden sahneye yeniden çıkamayacak durumdaydı. Şirketi, Taehyung'u kurtarmak için bir plan yapmıştı. Basit bir plandı, Taehyung halk tarafından destek görecek bir doktorla birkaç aylığına nişanlı rolü yapacaktı. Zaman geç...