Hastaneden çıkarken 'Ne çabuk. Hiçbir kontrol ya da tahlil yapılmadan çıkıyorum hastaneden. İlginç.' diye düşünüyordum.
Etrafıma baktım. Arabalar çok değişmişti. Evler çok değişmişti. Havanın rengi değişmişti. Kokusu değişmişti. Sanki farklı bir dünyadaydım. Çok yabancı hissettim kendimi. Güncellenmemiş gibiydim.
Yanımda Cüneyt vardı. Yola doğru yürüyorduk ama nereye gittiğimiz konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Cüneyt'e soru soramayacak kadar bitkin hissediyordum.
Yolun kenarına geldiğimizde durduk. Bir araba beklediğimizi düşündüm. Hava buz gibiydi. Üstümde kısa kollu bir tişört ve bol bir pijama vardı. Soğuktan titriyordum. Dişlerim birbirine çarpıyordu.
"Neyi bekliyoruz?" diye sordum. Bu soruyu sorarken dişlerim birbirine defalarca çarptı. Dişlerimin çıkardığı sesler Cüneyt'in dikkatini çekti ve bana baktı. Yüzümün ve dudaklarımın hızla solan rengini görünce üşüdüğümü anlamış olacak ki montunu çıkarıp bana uzattı. Montu giydim. Daha iyiydi böylesi. Çok daha iyi.
Bir süre hiçbir şey konuşmadan bekledik. Etrafı izliyordum. Ancak bulanık görüyordum. Net görebildiğim tek şey burnumda çıkan sıcak havaydı. Anlaşılan göz bozukluğum vardı ve göz numaram bayağı yüksekti.
Bir araba yaklaştı bize doğru. Cüneyt öne atılıp arka kapıyı açtı ve bana baktı. Arabaya doğru yürüdüm. Arabanın içinde bir kız vardı benim yaşlarımda. Beni görünce asık suratı birden bire şaşkınlığa dönüştü. Sonra da bir çığlık attı ve ağlamaya başladı. Ağlarken aynı zamanda gülüyordu da. Bana doğru atıldı ve sardı beni. Ancak bana sarılan kızın kim olduğunu bilmiyordum ve anlamazca Cüneyt'e bakıyordum.
Kız geri çekildi, yüzümü avuçları arasına aldı ve hâlâ ağlayarak "Ece sen... uyanıksın!" dedi heyecanla. Sesinden tanıdım onu. Tanrım... çok değişmişti. Gizem çok farklıydı. Karşımdakinin Gizem olduğunu anlayınca benim de gözlerim doldu ve ona bu sefer de ben sarıldım. Çok özlemiştim. Beni en kötü haldeyken bile ziyaret eden tek kişiydi o. Beni terketmeyen tek kişi.
"Gizem benim annem öldü. Babam öldü. Benim gibilere ne diyorlar? Öksüz mü? Ben öksüz müyüm?" derken içim yanıyordu. Kimsesizdim. Yapayalnızdım. Ağlıyordum. En çok ağlamam gereken günde ağlayamamıştım çünkü.
Gizem beni arabanın içine doğru çekti. Ben içeri girince Cüneyt ardımdan kapıyı kapattı. Araba hareket etmeye başladı. Nereye gittiğimizi merak ettim ama soramadım. Ağlamak hafifletiyordu yükümü. Kalbim ağırlaşırken zihnim gevşiyordu. Yükü kalbime atıyordum. Büyük sıkıntı olacaktı ama önemli değildi. Çünkü o an tek umursadığım şey şahit olduğum berbat olayları unutamayan zihnimin o korkunç ağırlığıydı ve bu ağırlığı hafifletmek her ne pahasına olursa olsun, değerdi.
Bir saat kadar yolda kaldık. Araba durduğunda hava kararmıştı. Büyük bir binanın önünde durmuştuk. Binanın girişinden iki adam geldi, kapıyı açtı ve dışarı çıkmamı istedi. Gizem'e baktım. Gizem kafasıyla onayladı güven verircesine. Ona güveniyordum. Sıkıntı çıkarmadan indim arabadan. Adamı takip etmeye başladım. Ben binaya girerken arabanın gittiğini duydum. Gizem beni buraya bırakıp gitmiş miydi? Neresi olduğunu bile bilmediğim bir yerde yalnız ve savunmasızdım.
İçeri girince iki adam daha geldi ve beni bir odaya aldılar. Bir sandalyeye oturttular. Kafama kablo bağladılar. Ne olduğunu defalarca sordum. Çok korkmaya başlamıştım artık. Hiçbir kelime etmiyorlar ve etrafımda dolanıp değişik cihazlarla uğraşıyorlardı. Biraz sonra hepsi teker teker odadan çıktı. Etraf çok bulanıktı ama anladığım kadarıyla kapının yanında büyük bir pencere vardı ve beni oradan izleyeceklerdi.
Odaya tek bir adam girdi. Neler olduğunu sordum korkuyla. Her yer bembeyazdı. Hastane odası mıydı burası? Adam cevap vermedi. Bir şeyler yaptı. Televizyon gibi bir şey açmış olmalıydı. Önümde olmasına rağmen göremiyordum. Yanıma yaklaştı. "Ekranda gördüklerinden ne anladığını anlatmanı istiyorum." dedi.
"Göremiyorum." dedim. Ve sonra korkunç bir acı hissettim vücudumun her yerinde. Titriyordum. Canım o kadar çok yanıyordu ki çığlık bile atamıyordum. Bana elektrik veriyordu. Her şey durduğunda hızlı hızlı soluk alıp vermeye başladım.
"Bana gerçeği söyle orada ne görüyorsan bilmek istiyorum!" diye bağırdı. Korkudan ağlıyordum bu sefer. Nefes alıp vermekten konuşamıyordum. "B-ben gerçekten göremiyorum. Her şey çok bulanık" dedim zorla. Tekrar elektrik verdi. Defalarca. Bana inanmıyordu. Ben 'göremiyorum' dedikçe elektrik veriyordu. Kendimden geçtiğimde iki kişi kollarımdan taşıdı beni. Ayaklarım yerde sürünüyordu.
Beni sürükleyerek ancak 4 kişinin sığabileceği dar bir hücreye götürdüler. İçeri doğru ittirdiler. Hareket edemiyordum. Yere düştüm. Ardımdan kapıyı kapattılar ve her yer kapkaranlık oldu. Bir süre yerde öylece kendime gelmeyi bekledim. Gözyaşlarım durmadan akıyordu. Hareket edebilmeye başladığımda doğruldum ve geriye doğru sürünerek sırtımı duvara yasladım. Bacaklarımı kendime çektim, kafamı gömdüm ve hayatıma son vermek istedim. Bütün bunları hakkedecek hiçbir şey yapmamıştım. Hiçbir şeye anlam veremiyordum. Her şey daha da kötüleşemez diye düşündükçe daha kötüsüne hazırlıklı olmam gerekiyordu. O karanlık, dar, nemli ve kötü kokan hücrede kendimi çok değersiz ve umutsuz hissediyordum.
Umarım beğenmişsinizdir. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
HOŞÇA KALIN💙
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECE
Misterio / SuspensoHenüz 8 yaşındayken kendisine kamyon çarpan ve bu yüzden komaya giren bir kızın hikayesi. O kız ne görebiliyor ne de konuşabiliyor, yalnızca duyuyor ve hissediyor.. Bu kitap benim ilk kitabım. Umarım kitabı okurken zevk alırsınız. İyi okumalar...